Ölüm...
Söylerken çok kısa fakat manası çok derin... Dünyanın durduğu andır.Yaşama mecburiyetinin olduğu bir zaman dilimidir. Kelimelerin kifayetsiz, göz pınarlarının helak olduğu puslu bir yoldur ölüm. Olduğun yere çakılıp kalmaktır.
Toprakla bütünleşip yeniden bir tohum olmaktır belkide. Başka bir görünümde, başka bir bedende yeniden can bulmaktır. Yaşam ve ölüm arasında sadece bir göz kırpma vardır. Gözünü açarsın var, kapatırsın yok.
Alıştığımız, hiç bitmeyecekmiş, son bulmayacakmış gibi yaşadığımız bir dünya var. Kırık bir testidir dünya. Her bir yudumunda bir son var. Hep var sandıklarımız, yanımızdakiler bir varlar bir yok. Bizi birbirimizin varlığınada, yokluğunada alıştıran zaman mı? Ölümü tamamen unutmaktan mıdır çektiğimiz acılar? Yahut sevdiklerimize ölümü yakıştıramadığımızdan mıdır?
Duaların içinde yaşatmaktır ölüm. Uykularda buluşup, uyandığında ciğerinin en ağrıyan köşesine hapsetmektir, kokusu gitmesin diye.
Bir duraktır bazen, çok yolcusu olan irili ufaklı. Derin bir nefestir, iç çekiştir. Bir annenin feryadı, bir babanın sessizliğidir.
Soğuk bir bedendir... Herşeye, herkese mesafeli... Dokunsan var ama yok. Bembeyaz bir kıyafettir bir kış soğuğunda.
Ölümü özlemektir ölüm. Kavuşma ümididir duyduğu özlem... Dedim ya! Yaşama mecburiyetidir.
Ah dünya! Tatlı esintine mi kapılsak, yahut yaşattığın sancıya teslim mi olsak?...
Minik Bedirhan' a ithafen.
Cennet bahçelerinde oyunlar oyna miniğim. Seni çok seviyoruz.