Tarih
Giriş Tarihi : 04-10-2020 06:00   Güncelleme : 04-10-2020 07:09

ABD Büyükelçisi Joseph Grew’un Karadeniz ve Samsun Seyahati

1927'de Türkiye’nin ilk Amerikan büyükelçisi olarak atanan Joseph C. Grew, atandıktan yaklaşık iki yıl sonra Marmara dışındaki bölgelerin sosyal-ekonomik durumunu görmek için 15 Ağustos 1929’da Karadeniz bölgesine bir seyahat düzenledi.

ABD Büyükelçisi Joseph Grew’un Karadeniz ve Samsun Seyahati

Gezi esnasında Grew bölgenin ticaret olanaklarını araştıracağından, bu seyahatin Türkiye ile ABD arasında ticarette teşvik edici bir rol oynayacağı düşüncesi Türk ve Amerikan kamuoyuna hâkimdi. Grew ve heyeti dışında İngiliz büyükelçisi ve diğer İstanbul’daki yabancı diplomatlarda Karadeniz gezisine katıldılar. Bu seyahate toplam on bir kişi katıldı, bunların içinde Amerika büyükelçisi Joseph C. Grew, İngiliz büyükelçisi Sir George Clerk ve İngiliz Ticaret Sekreteri Colonel Harold Woods gibi dış ilişkilerde etkili olan şahsiyetlerde vardı.

Bir büyükelçinin böyle bir Anadolu turu yapması nadiren görülen bir durumdu. Grew’un bu seyahati, yabancıların dikkatini Türkiye’nin ve Anadolu’nun artan önemini çekmesi açısından önem arz etmekteydi. Grew’un günlüğü ve ABD Dışişlerine gönderdiği raporu temel alınarak hazırlanan bu çalışma iki ülke arasındaki münasebette büyükelçinin rolüne ve seyahatine odaklanmaktadır. Bu Seyahat Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasında imzalanan ticaret antlaşması üzerindeki etkisinin yanı sıra, Karadeniz’in o günkü sorunlarını analiz etmemize yardımcı olacak gözlemlerin yapılması açısından da önem arz etmektedir.

Grew’un Karadeniz seyahati Türkiye ile ABD arasında 1 Ekim 1929’da imzalanan Ticaret ve Seyr-ü Sefain Antlaşması’nın (Treaty Of Commerce and Navigation) hemen öncesinde olması antlaşma üzerinde mühim bir rol oynadı (supplement:1931, 116-119). Amerika Birleşik Devletleri, Osmanlı Devleti’yle Ticaret ve Seyr-ü Sefain Antlaşması’nı ilk defa 1830’da imzaladı (Armaoğlu:1991).2 İki ülke arasındaki ilişkileri düzenleyen bu ticaret anlaşması neredeyse yüzyıl boyunca yürürlükte kaldı. Ancak, Birinci Dünya Savaşı'ndan doğan sorunlar ve Türkiye’de cumhuriyet rejiminin kurulmasının bir sonucu olarak, ABD’nin de dahil olduğu büyük güçler Türkiye’yle yeni anlaşmaları müzakere ettiler.

ABD temsilcisi olarak Lozan Barış görüşmelerine katılan Mr. Grew Türk heyeti ile 6 Ağustos 1923’te Lozan’da bir anlaşma imzalamasına rağmen ABD senatosu bu anlaşmayı Ocak 1927’de reddetti.

Fakat I. Dünya Savaşı sırasında bozulan diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması amacıyla ABD’nin İstanbul’daki Yüksek Komiseri (High Commissioner) olan Mark Lambert Bristol ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey arasında Şubat 1927’de geçici bir anlaşma (modus vivendi) imzalandı. Mr. Grew büyükelçi olarak atanınca, bu geçici anlaşma Şubat 1929’da Ticaret ve Seyr-ü Sefain Antlaşması imzalanıncaya kadar

15-26 Ağustos 1929 tarihleri arasında Karadeniz bölgesine düzenlemiş oldukları geziden kısa bir süre sonra, 1 Eylül 1929 yılında Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında Ticaret ve Seyr-ü Sefain Anlaşması imzalandı.

Grew nezaretindeki heyetin Karadeniz’e yapmış olduğu seyahatin bu anlaşma üzerinde çok önemli etkisi oldu. Çünkü İzmir Vapuru ile Karadeniz gezisine çıkan Grew ve heyeti, bölgenin doğal ve yeraltı zenginliklerini tespit etmekle beraber burayı muhtemel bir Pazar olarak da görmüşlerdir.

KARADENİZ SEYAHATİ

Karadeniz vilayetlerine seyahat edecek olan diplomatik heyet 15 Ağustos 1929 günü yola çıktı. Büyükelçi Grew yolculuğa başlamadan önce içişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey’e detaylı gezi programını gönderdi. Tevfik Rüştü Bey bu heyetin uğrayacağı yerlerde iyi misafir edilmesi hususunda valiliklere telkinlerde bulunduğundan, Grew’un heyeti her gittiği şehirde çok iyi karşılandı.

Mr. Grew Zonguldak, Samsun, Giresun, Trabzon ve Rize valilerinin göstermiş oldukları misafirperverlik ve kibarlık karşısında çok etkilendiğini dile getirdi.

İstanbul’dan İzmir Vapuru ile Karadeniz’e açıldıktan sonra heyetin ilk durağı Zonguldak oldu.

16 Ağustos günü Zonguldak’a varan büyükelçi Grew’un dikkatini çeken ilk şeylerden biri kömür şirketleri oldu. Mr. Grew, şehirin temel geçim kaynağı kömür olmasına rağmen, limanın bakımlı olmamasını oldukça garipsedi. Zonguldak’ın kara yolları elverişli olmamasından, yolcu ve sanayi taşımacılığı da büyük oranda deniz yolu üzerinden yapılıyordu.

Kısacası, deniz yolu şehir taşımacılığı ve ekonomisinin arter damarıydı. Buna rağmen limanların yeterli ehemmiyeti ve alakayı görmemesinin en büyük nedeni Türkiye’nin I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı gibi hayati savaşları daha yeni atlatmış olmasındandır. Bu savaşlar sırasında Türkiye maddi ve manevi kaynaklarının büyük bir oranını cephelere aktardığından, ülkenin kamu çalışmalarında doğal olarak aksaklıklar meydana geldi. Çünkü I. Dünya Savaşı’ndan önce Karadeniz limanlarının bakımlı olduğu, ithalat ve ihracatın yapıldığı salnamelerde bahsedilmektedir.

Zonguldak ziyareti sırasında Büyükelçi Grew kömür ihracat rakamlarıyla yakından ilgilendi.

Mr. Grew gezi sırasında Maden Genel Müdürü Mehmet Refik Bey ile de görüştü. Büyükelçi bu görüşmede Refik Bey’den 1928 ve 1929 yıllarına ait kömür ihracat verilerini aldı. Bu verilere göre 1928 yılı kömür ihracatı 1.200.000 tondu ve 1929 yılı için beklenti ise 1.500.000 tonun üzerindeydi.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Zonguldak’taki en büyük kömür şirketi,

Française d'Héraclée adında bir Fransız şirketiydi. Française d'Héraclée şirketi yıllık 700.000 ton kömür üretiyordu. Bu Fransız şirketi ile birlikte, Zonguldak’ta ayrıca bir İtalyan şirketi ve irili ufaklı bir kaç tane Türk şirketi daha vardı.

Mr. Grew’un iddiasına göre Zonguldak’taki yabancı şirketler, özellikle Fransız şirketi, Türkler tarafından baskıya ve kötü muameleye maruz kalıyordu. ABD Büyükelçisi burada Fransız şirketini temsil eden Sir George ile bir görüşme gerçekleştirdi.

Bu görüşmede Sir George, Mr. Grew’a yabancı şirketlerin kar oranları artmaya başladıktan sonra Türk halkının onları düşman gibi görmeye başladığını ve yerel yöneticilerinde işlerine engel olmak için elinden gelen tüm zorlukları öne sürdüklerini dile getirdi.

Aslında halkın yabancılara ve özellikle Fransızlara karşı şüpheyle yaklaşması normaldi.

Çünkü hem Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde hem de Kurtuluş Savaşı yıllarında Fransız Devleti ve şirketleri Zonguldak kömür ve madenlerini sömürdüler.

Hatta Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu Fransızlar tarafından işgal edildi.

Fransızlara karşı verilen bağımsızlık mücadelesi üzerinden henüz on yıl dahi geçmemişti.

Halkın dolayısıyla yabancılara temkinli yaklaşması oldukça doğaldı. Fakat Sir George’un aksine, Mr. Grew yerel yöneticilerin yabancılara karşı kibar davrandığını aktardı. Nitekim Mr. Grew Zonguldak’ın güzelliğine ve oranın valisi olan Akın Bey’in misafirperverliğine hayran kaldığını günlüğünde aktardı.

Grew ve ekibinin Zonguldak’tan sonraki durakları Sinop oldu. Gezi heyeti Sinop’un tarihi ve doğal güzelliğine hayran kalmasına rağmen, şehirde ekonomik canlılığın olmamasını garip karşıladı.

Hatta Büyükelçi Grew günlüğünde Sinop’u ekonomik olarak ölü diye tasvir etti. Çünkü o dönemde şehirde önemli bir ticaret faaliyeti mevcut değildi, Sinop’taki tek fabrika Kibrit fabrikasıydı ve oda çürümeye terk edilmişti.

Grew Sinop hakkında vermiş olduğu bilgiler şehrin tarihi ve doğal güzellikleri ile sınırlı kaldı.

Sinop limanı ve ekonomisi hakkında ciddi bir şey kaleme almamıştı.

SAMSUN

Heyet, Sinop’ta yaptığı kısa bir geziden sonra Samsun’a varmak için yola çıktı.

Samsun’un transit ticaret merkezi olması, özellikle Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri, Harput, Diyarbakır gibi Anadolu’nun iç bölgeleri ile ticari ilişkiler içinde olması ve 1836 yılından itibaren buharlı gemilerin İstanbul-Samsun-Trabzon güzergâhında seferler düzenlemesi şehri I. Dünya Savaşı yıllarına kadar bir ticaret kenti haline getirdi. Osmanlı, İngiliz, Avusturya, Fransız ve Rus buharlı gemileri Karadeniz’e düzenli seferler düzenleyerek bölgeyi ekonomik olarak canlandırdılar. Bölge ticari anlamda canlı olmasına rağmen, modern anlamda bir limana uzun bir sure kavuşamadı.

Samsun’daki Fransız Konsolosluğu’nda görevli olan H. De Cortanze’in 1903’te verdiği bilgilere göre fırtınalı zamanlarda yükleme ve boşaltma işlemleri için limanın uzaklarında demirlemiş gemilere yük götürüp getiren tekneler büyük kayıplar veriyordu.

Bu zararların en aza indirgenmesi için büyük yük gemilerin yanaşabileceği modern bir liman gerekiyordu.

1904 yılından sonra ilk ciddi liman çalışması 1910 yılında Türkiye Milli Bankası tarafından başlatıldıysa da 1960’lı yıllara kadar Karadeniz sahil vilayetleri modern bir limana kavuşmadı. Samsun, Karadeniz’in ekonomik anlamda lokomotifi durumunda olmasına rağmen, burada da kayıpları azaltmak için modern bir liman ve uzun bir dalgakıran yapımı Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmadı. Hâlbuki bir modern liman ve dalgakıran inşası şehrin iktisadi ve refah düzeyini artıracaktı.

Özellikle, Samsun-Sivas demiryolu inşası tamamlandıktan sonra yukarıda saydığımız İç Anadolu şehirleri de bu ekonomik gelişmeden direkt faydalanacaktı.

18 Ağustos 1929 sabahı Samsun’a varan gezi ekibi şehir hakkında önemli gözlemlerde bulundu.

Samsun’un iktisadi hayatı hakkında gözlemler yapan heyetin aktardığına göre şehrin ekonomisi, diğer Karadeniz şehirlerine kıyaslan, ciddi bir gelişme göstermiştir.

Büyükelçi Grew, Samsun’daki ticari hayat hakkında bilgi elde etmek için Gary Tütün Şirketi’nden sorumlu olan Randolph Currin, yerel Osmanlı Bank’a yöneticileri ve Amerikan Tütün Şirketleri yöneticileri ile görüştü.

Samsun’un hem Türk hem de Amerikan şirketlerinin tütün havzası olduğunu dile getiren Grew, Sinop’un aksine Samsun’un modern görüntüsünün yanında canlı bir ticarete sahip olduğunu belirtti. Samsun hakkında belli fikirler edindikten sonra Grew ve ekibi Rize’ye gitmek üzere hareket ettiler.

Grew’a göre Karadeniz’in en fakir kentlerinden biri Rize’ydi. Fakat şehir doğal güzelliği ile ziyaretçilerini adeta büyülüyordu.

Rize Cumhuriyet’in erken döneminde ticari ve sanayi olarak gelişmiş bir şehir olmadığından, halkının büyük bir çoğunluğu Trabzon üzerinden geçimini sağlıyordu. Büyükelçi Grew’un aktardığına göre Rize kadınları ağır işlerde çalışıyor, erkekleri ise kahvede sigara, çay, kahve ve nargile içip oturuyordu.

Tarım Bakanlığının Rize’de açmış olduğu fidanlık bahçesini ziyaret eden Grew, burada ormanlık alanların korunması ve geliştirilmesinin yansıra verimliliğin artırılması amacıyla modern tarım yöntemlerinin yerel halka öğretildiğini gözlemledi. Rize’nin yeraltı kaynakları bakımından zengin olduğu bu dönemde de biliniyordu. Rize’nin bakır ve manganez zenginliğinden yararlanmak için devletin özel bir teşebbüsü yoktu.

Tabi yeraltı kaynaklarının çıkarılması için öncelikle sermaye ve kalifiye elemana yani uzmanlara ihtiyaç vardı. Türkiye kuruluş yıllarında bu birikimlere sahip olmadığından, yeraltı madenlerini kullanamadı. Fakat tüm bu yeraltı ve yerüstü zenginlikler Grew ve heyetinin dikkatini çekti. Gezi heyeti Rize’yi gezip inceledikten sonra dönüş için hazırlıklarını yapmaya başladı. Dönüş yolunda uğradıkları ilk şehir Trabzon oldu.

İngiliz Büyükelçi Sir Goerge ve Amerikan Büyükelçi Mr. Grew Trabzon’a vardıktan kısa bir süre sonra Trabzon valisi ile görüştüler. Vali Trabzon ticaretinin I. Dünya Savaş’ı öncesi dönemden daha iyi olduğunu ve Erzurum üzerinden İran ile ticaretin arttığını iki büyükelçiye söylediyse de, bunların doğru olmadığını şehirde ticaretin tamamen durduğu bilgisi başka bir resmi görevli tarafından heyete verildi. Grew’un ismini zikretmediği bu memurun aktardığına göre şeker, kibrit ve diğer mallar ihraç edilinceye kadar iade edilemeyen özel bir depozito gerektiriyordu, bu da ticareti büyük oranda baltalıyordu.

İran'a transit ticaretin ciddi şekilde zarar gördüğü ve ticaretin çoğunun Rusya üzerinden yapıldığı bilgisi Grew ile paylaşıldı

Vali ve memurun farklı görüşlerinin birçok sebebi vardı. Vali merkez hükümetini temsil ettiğinden daha çok teorik bilgiler paylaşırken, memur ise fiziki uygulamayı göz önüne alarak değerlendirmeyi yapmıştır.

Mr Grew ve heyetinin Trabzon halkı ile görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmeler esnasında halk, Ankara hükûmetini demiryollarına yaptığı yatırımlardan dolayı çok ciddi eleştirdi. Halk bu yatırımların sulama, tarım ve sanayiye yapılması gerektiğini söylüyordu.

Fakat halkın söylediklerinin aksine hükümetin demiryolu yapımına ehemmiyet vermesinin altında hem güvenlik hem de ekonomik sebepler vardı.

Türkiye’nin batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine asker ve hammadde aktarmak mevsim şartlarına bağlı olarak bazen aylar alabiliyordu, ama yapılan demiryolları sayesinde hem askeri birliklere hızlı hareket kabiliyeti kazandırıldı hem de nakliyat işi ucuza getirilip teslimatı hızlandırıldı.

Heyet Trabzon'un sosyal ve ekonomik durumu hakkında bilgi elde ettikten sonra şehirdeki tarihi kiliseler, camiler ve yapıları gezip buradan ayrıldılar ve 26 Ağustos günü boğazdan tekrar İstanbul’a geldiler.

15 Ağustos 1929’da başlayan Karadeniz gezisi onbir gün sonra 26 Ağustos günü İzmir Vapuru’nun İstanbul boğazından geçmesi ile son buldu.

ABD heyeti üzerinde ciddi etki bırakan bu gezinin raporu ise gezi bittikten onbir gün sonra Grew tarafından ABD Dışişleri Bakanlığına sunuldu.

GREW’UN KARADENİZ RAPORU

Büyükelçi Grew İstanbul’a vardıktan sonra Karadeniz seyahatini bir rapor halinde ABD Dışişleri Bakanlığı’na 6 Eylül 1929 tarihinde sundu. Büyükelçi Karadeniz’in ekonomik, sosyal ve politik hayati hakkında detaylı bilgiler verdiği bu rapor, Eylül 1929 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Henry Lewis Stimson’a ulaştı. Karadeniz’in güzelliğine, tarihine, zenginliğine ve bereketliliğine hayran kalan Mr. Grew, raporunun girişinde Türkiye hakkında şu ifadeleri yazıyordu, “Tarihsel zenginlikleri, doğal güzellikleri, bereketli toprakları, tarlaları, meyve bahçeleri, ormanları, madenleri ile zengin bu görkemli ülke, eğer

doğru bir şekilde geliştirilirse Türkiye Cumhuriyeti gerçek bir hazine haline gelebilir”

Ancak Karadeniz o dönemde canlı bir ekonomik pazara sahip değildi. Zonguldak'tan gelen sınırlı kömür üretimi, Samsun'dan gelen tütün,

Giresun ve Trabzon’dan gelen fındık her ne kadar bölgenin geçim kaynağı olduysa da, Türkiye bu ürünler için ne ülke içinde nede ülke dışında ciddi bir pazar oluşturamadı. Zaten yukarıda bahsettiğim şehirler dışında, Karadeniz sahil kentleri ekonomik açıdan o dönemde kısmi olarak durağandı.

EKONOMİ

Mr. Grew Karadeniz’deki bu ekonomik durgunluğun sebeplerini raporunda detaylı olarak yazdı. O dönemde ekonomik durgunluğun kaynağı olarak gördüğü bazı sebepler günümüzde de bölgenin kanayan yarası olmaya devam ediyor.

Büyükelçi Grew’a göre ekonomik sıkıntının birçok nedeni vardı. Bunlardan bir tanesi nüfusun bölgeye dağınık yerleşmesi ve halkın üretmiyor olmasıydı. Yoğun yerleşimin olmadığı bu coğrafyanın nüfusu günümüzde dahi şehir merkezleri dışında kalan bölgelerde, yani kırsal kesimlerde, coğrafi şartların uygun olmamasından dolayı hala dağınık yerleşime büyük oranda devam etmektedir. Büyükelçinin sıraladığı diğer bir neden ise devletin ciddi anlamda bu bölgede sanayileşmeye öncülük etmediğiydi. Ayrıca yerel halkın ürettiği ürünlerin hızlı bir şekilde vergilendirilmesi bölge ekonomisi üzerinde olumsuz bir etki oluşturuyordu.

1920’lerdeki Karadeniz vilayetlerinin en büyük ekonomik sorunlarının başında yetersiz altyapı ve ihracat pazarının oluşmamasıydı. Bölge dünya pazarına ürün yetiştirecek kapasiteye sahip olmasına rağmen, sınırlı üretim yapıyordu.

Karadeniz halkı ihracat konusunda yeterli iletişimi sağlayamadığı ve dünya pazarına açılmadığı için sadece kendisine yetebilecek kadar ürün yetiştiriyordu, hatta fazla üretim gereksiz görülüyordu. Büyükelçi Grew’un raporuna göre yabancı yatırımcıların girmiş olduğu Zonguldak, Samsun ve kısmen Giresun’da durum biraz daha farklıydı. Bu şehirlerdeki halk biraz daha fazla çalışıyordu, çünkü fazla üretilen kömür, tütün ve fındığın alıcısı vardı ve halk ürün fazlasını hemen nakit paraya çevirebiliyordu. Bu şehirlerdeki halk sanayi ve ticaretin gelişimine doğrudan çalışarak, insan gücüyle katkı sağlıyordu.

Grew’un gözlemlerine göre halkın bu çabası bile devlet tarafından desteklenmiyordu. Hükümet politikasını eleştiren büyükelçi raporunda şu ifadeleri yazdı: “küçük bir maliyetle hükümet tarafından böcek ve parazitlerin ortadan kaldırılmasına yönelik bir çalışma, birkaç yıl içinde halkın gelirini muhtemelen iki katına çıkaracaktır; ama böyle bir adım atılmadı. Giresun’da bu yıl fındık üretimi çok düşük oldu. Üretim Allah’a ve hava durumuna bırakılmış, fakat bilimsel metot ve ciddi bir bakım ile zarar minimize edilebilirdi”

Hükümet erken Cumhuriyet döneminde bazı tarım politikaları uygulayarak verimliliği artırmaya çalıştıysa da Karadeniz’de bu politikaların etkisi hemen his edilmedi.

1925 yılında Aşar Vergisinin kaldırılması ile Cumhuriyetin tarım politikası heyecan uyandırdı ise de fındığa getirmiş olduğu % 8’lik vergi mükellefiyeti yüzünden bu heyecanın Karadeniz’de fazla uzun olmadı. Fakat 1927 yılında çıkarılan 6207 sayılı hükümet kararnamesi ile fındık fidanlarının ihracatı yasaklanması, 1930 yılında İş Limitet Şirketi kurulup ve 1931 yılında fındık ticaretine başlanması ve 10 Ekim 1935' te Ankara' da Birinci Ulusal Fındık Kongresi toplanması gibi atılımların 1930’lu yıllardan sonra fındık üretim ve pazarına önemli katkılar sağladı.

Cumhuriyet dönemi tarım politikasını eleştiren Grew, hükümetin madenler konusundaki politikasını da ciddi anlamda tenkit ediyordu. Grew’a göre Hükümet kömür üretimine yardımcı olmuyor, hatta yabancı şirketlerin ihracatına dahi engel olmaya çalışıyordu. Ona göre, o dönemde Zonguldak kömür madenlerinde en büyük işletme payı Fransız şirketlerinindi. Grew raporunda Fransız Konsolosu ve kendisi arasındaki bir görüşmeyi de aktardı. Bu görüşmede Fransız Konsolosunun Grew’a aktardığına göre Zonguldak’ta ki Fransız şirketleri kâr etmeye başlar başlamaz Türk Hükümeti bunlara şüpheyle yaklaştı ve şirketin işlerini engellemeye başladı.

ABD Büyükelçisine göre Karadeniz'in ekonomik gelişimini engelleyen başka bir etken ise yıllardan beri bölgenin sarp dağlarına yerleşmiş ve sürekli halkı yağmalayan eşkıya gruplardı. Grew’a göre bu sebepler bir bütün olarak 1920’lerin son çeyreğine kadar Karadeniz bölgesinin içe kapalı, durağan ve yetersiz bir ekonomik yapıya sahip olmasına neden oldu.

Büyükelçi bölgede gözle görülür bir gelişmenin sadece Samsun’da olduğunu, bununda yabancı tütün şirketleri ve Samsun valisinin özel gayretleri ile mümkün olduğunu raporunda yazdı. Karadeniz bölgesinde ekonomik refah düzeyi iyi olan şehirlerin başında Samsun geliyordu.

Grew raporunda Samsun’da ekonomik faaliyet yürüten yabancı tütün şirketleri hakkında da bilgi veriyordu. Samsun'da ikamet eden başlıca yabancı tütün şirketleri Gary Tütün Şirketi, Alston Tütün Şirketi

ve Amerikan Tütün Şirketi’ydi.

Grew’a göre bu şirketlerin satın alma ve sevkiyat işlemlerini buradan yapması, yeni SamsunSivas demiryolunun kademeli olarak açılması ve Vali Kazım Paşa'nın yeteneği ve enerjisi nedeniyle şehirde başarılı bir iş ortamı oluşturuldu (Grew: 1929, rapor). Yabancı tütün fabrikaları hem istihdama katkı sağlamaları hem de ihracat yapmaları bölgenin önemli ekonomik ayağını teşkil ediyorlardı.

Mr. Grew Karadeniz'in zengin yeraltı kaynakları ile yakından ilgilendiğinden bölgedeki madenler hakkında detaylı malumat

topladı.

Büyükelçi yaptığı araştırmalar neticesinde bölgenin manganez ve bakır madenleri açısından çok zengin olduğunu, Giresun’dan Rize’ye kadar keşfedilmemiş zengin manganez ve bakır rezervlerin olduğunu raporunda yazdı. Ayrıca Grew raporunda, geçmişte buralarda İngiliz yatırımcıların manganez madenciliğini kârsız olarak geliştirmeye çalıştıklarını aktarıyordu.

Ancak ciddi girişimciler, büyük sermaye ve gelişmiş teknoloji olmadan bölgedeki yer altı rezervlerin gerçek miktarını o dönemde belirlemek neredeyse imkânsızdı. I. Dünya Savaşından çıkmış ve yeni bir rejimi benimsemiş olan Türkiye, bu madenleri tespit edip işleyecek sermaye ve teknolojiye sahip değildi. Büyükelçiye göre Karadeniz maden zenginliğinin yanı sıra, iklim zenginliğine de sahipti.

Karadeniz iklimi tropikal ürünler yetiştirmeye oldukça elverişliydi. Grew raporunda tropikal ürünler olan portakal ve mandalinanın Rize’nin hemen hemen her yerinde yetiştiğini, doğru tarım yöntemleri ve oluşturulacak ciddi bir pazar ile bu ürünler bölgenin geçim kaynağı olacağını yazdı. Fakat bu tropikal ürünlerin kalitesi düşüktü. Ürünler büyük olmalarına rağmen, buruşuk olduklarından ve yeteri kadar sulu olmadıklarından kendilerine geniş bir pazar bulamıyor ve halka ciddi bir ekonomik kazanç sağlamıyordu. Grew’a göre bilimsel çalışma ile meyve mahsulü ve endüstrisi büyük ölçüde geliştirilebilirdi. Bunun ile birlikte endüstriyel gelişimin en önemli ayaklarından olan ulaşım ve iletişim sorunu çözülmüş olması gerekirdi. Ona göre Karadeniz’de yerleşimin dağınıklığı ve ekonomik durağanlığın temel sebeplerinden birisi ulaşımdı ve Türkiye’nin kalkınması için demiryolu ulaşımının hemen yapılması gerekiyordu.

Nitekim o dönemlerde Atatürk’te durumun fakındaydı ve eleştirilere maruz kalmasına rağmen demiryolu yapımı ile ilgili çalışmalara hız verdi.

Bir ülkenin gelişmişlik düzeyini gösteren ana unsurlardan biri ulaşımdır. Yeni kurulan hükümet sınırlı bir bütçesi olmasına rağmen, 1923 yılından hemen sonra hareket geçip karayolu ve demiryolu inşasına başladı.

Karadeniz'deki ticaret ve ekonomik kalkınmanın temelini oluşturan ulaşımı yetersiz bulan Mr. Grew, Cumhuriyet rejiminin bölgedeki yatırımlarını hızlandırması gerektiğini ve bu tür teşebbüslerin bölgeyi ekonomik olarak kısa sürede canlandıracağını ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda yazdı. Büyükelçi, Zonguldak’ta limanları birbirine bağlayan demiryollarının olmaması ve Samsun’u önemli bir tarım havzası ve sebze üretim merkezi olan Çarşamba’ya bağlayan kestirme bir demiryolunun eksikliği, ekonomik açıdan bir talihsizlik ve yetersizlik olarak değerlendirdi. O dönemde Karadeniz bölgesini İç Anadolu’ya bağlayan tek demiryolu Samsun’dan Zile’ye kadar giden demiryolu hattıydı.

Mr. Grew’un aktardığı bilgiye göre iki yıl içinde yani 1931 yılına kadar bu hat Sivas’a kadar uzanacaktı. Başka bir demiryolu projesi ise Zonguldak kömür madenlerine yakın bir bölge olan Filyos’tan başlayıp, Ankara’ya kadar uzanan bir hattı.

Ancak bu hattın yapımı henüz başlamış ve ciddi bir mesafe kaydedilmemişti. Grew’un aktardığına göre 1929 Ağustos ayına kadar bu hatta sadece yedi kilometre ray döşenmişti. Karadeniz’de demiryolu eksikliği ile birlikte karayolu ulaşımında da problemler vardı.

Ülke genelinde ayni veya nakdi sıkıntılardan dolayı yol yapım çalışmaları meşakkatli bir iş halini aldı.

Karadeniz bu sıkıntıyı yaşayan bölgelerden biriydi.

1929 yılındaki mevcut Karadeniz yolları bakımsız ve bazı yerlerde kullanılmaz durumdaydı. Mr. Grew’un aktardığına göre bu yollarda hiçbir tamir ve tadilat yapılmıyordu. Örneğin Kastamonu’nun İnebolu ilçesinden iç kesime giden yolda hiçbir tamir yapılmamıştı. Büyükelçi’nin raporunda Rize, Trabzon ve Giresun'u birbirine bağlayan sahil yolu aşırı yağmurun yol açmış olduğu sel ve toprak kaymasından dolayı bozuk olduğu, köprülerin yıkıldığı ve kullanılmaz olduğunu bilgisi vardı.

Bu raporda Giresun-Sivas-Malatya’yı birbirine bağlayan yolun büyük bir kısmının yıkıldığı ve tamamen kullanılamaz halde Maden Tetkik Arama Enstitüsü'nün (MTA) , Doğu Karadeniz Bölgesi’ne ait belirlemiş olduğu maden yataklarına baktığımızda bölgenin yeraltı madenleri açısından çok zengin olduğunu görüyoruz.

Örneğin MTA’nın raporuna göre Giresun ili bile tek başına Bakır, Kurşun, Çinko, Demir, Uranyum gibi birçok değerli madeni barındırıyor.

Türk Hükümeti henüz Milli Mücadele döneminde karayolları ksikliğini fark etti ve bu konuda adımlar atıp tedbirler almaya çalıştı. İlk olarak yol işleri 21 Şubat 1921 tarih ve 102 sayılı Tarik-i Bedel-i Nakdisi Kanunu ile ele alındı. Bu kanunla beraber yol işlerinde çalışmalara başlandı.

Sonraki yıllarda bu kanun yeterli olmadı ve 19 Ocak 1925 tarihli ve 5542 sayılı Yol Mükellefiyeti Kanunu‟nun kabulü ile halkın fiziki olarak yol yapım ve inşasına katılımı sağlandı. Böylece yol yapımına başlanıldı ise de, bu kanun uzun ömürlü olmadı ve 1927 yılında yol yapım ve bakım çalışmaları vilayetlere bırakıldı.

Büyükelçi, sadece 1912 yılında Fransız Şirketi tarafından yapılan ve 1915 Rus işgali sırasında geliştirilen Trabzon, Erzurum, Ermenistan ve İran’ı birbirine bağlayan otoyolun düzenli işlediğini ve hasarsız olduğunu aktardı.

Karadeniz bölgesinde yetersiz demiryolu ve karayolu ulaşımının yerini denizyolu taşımacılığı alması beklenirken, 1920’lerde Karadeniz vilayetlerinin birçoğunda kullanılabilir düzenli işleyen limanlar yoktu. İstanbul Boğazından Rize'ye kadar olan hemen hemen tüm Karadeniz kıyı şehirleri cumhuriyetin ilk yıllarında düzenli işleyen limanlardan yoksundu.

Karadeniz’in kışları hırçın ve fırtınalı olması ve bölgede gelişmiş modern liman olmamasından gemiler haftalarca limana yanaşmak için açıkta bekliyordu. Grew’a göre bölgede demiryolu eksikliği ve karayolu elverişsizliğinden nakliyat ve ihracatın ana kapısı deniz yoluydu.

Karadeniz’in dünya ticaretine açılan ana kapısı denizyolu olmasına rağmen, yeterli limanın olmaması Karadeniz’in gelişimini yavaşlattı, ticari faaliyetlerini durma noktasına getirdi ve kapalı bir ekonomik hayat yaşamasına neden oldu.

Büyükelçi’nin raporuna göre, ağırlıklı olarak Fransız ve İtalyan gemileri Karadeniz’in sınırlı ithalat ve ihracat taşımacılığını yapmasına rağmen, zaman zaman Türk ve Amerikan gemileri de bölgenin taşımacılığında aktif rol alıyordu.

Büyükelçi Grew bu gezi esnasında Karadeniz sahil şehirlerinin zengin toprağını, yeraltı madenlerini, ticaret ve turizm potansiyelini gördü. Grew’a göre, bölgeye ekonomik canlılığın getirilmesi için demiryollarının inşası, karayolların tamir ve yapımı ve deniz taşımacılığının gelişimi için devletin buralara sermaye aktarması, altyapı çalışmalarını geliştirmesi gerekiyordu.

Günümüzde dahi bölgenin birçok yerinde bu yatırımlar hala yapılmamıştır. Devlet ne kadar karayolları tadilat ve yapımında bölgeyi tatmin edici bir noktaya getirdiyse de, demiryolu yapımı hala Samsun’u geçmedi ve denizyolu taşımacılığında da istenilen düzeye ulaşılmadı. Grew raporunda Karadeniz ekonomik durumunun yanı sıra bölgedeki sosyal hayat hakkında da bilgiler verdi.

SOSYAL HAYAT

Atatürk’ün başlattığı sosyal reformların bazıları Karadeniz’de tepkiyle karşılandı. Halkın tepki gösterdiği bu reformların başında 1925 yılında kabul edilen Şapka Kanunu gelmekteydi. Bu yeni kanun ile cumhuriyet rejimi fes giymeyi yasaklamış ve yerine şapka giymeyi zorunlu hale getirmişti.

Ancak Şapka Kanunu ülkenin birçok vilayetinde tepkiyle karşılandı. Çünkü Müslümanların dini sembolü haline gelen fes kaldırılmış yerine batının, yani Hıristiyan dünyasının, benimsemiş olduğu şapka getirilmişti. Halkın bir kısmı bu durumu İslamiyet’in ve Müslüman kültürünün yozlaştırılma çabası olarak görmüş ve büyük bir tepkiyle karşılamıştı.

Şapka Kanunu Türkiye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Karadeniz bölgesinde de memnuniyetle karşılanmadı. Bölgenin birçok vilayetinde kanun ile ilgili hoşnutsuzluk söz konusu olmakla beraber, Rize halkı göstermiş olduğu tepkiyle daha çok ön plana çıktı. Bu durumun bölgedeki şahitliğini yapan Mr. Grew, kanunun 4 yıl önce ilan edilmesine rağmen, fes konusunun Karadeniz halkı tarafından 1929’da bile tartışıldığını gözlemledi.

Atatürk’ün başlatmış olduğu sosyal reformların tamamı bölgede tepkiyle karşılanmadı.

Grew’un aktardığına göre Fes’in aksine, Latin Alfabesi kolay bir şekilde bölgede kabul gördü ve bunun nedeni okuma-yazması olmayan köylü halkın eski alfabeye nazaran yenisini daha erken öğrenilebiliyor olmasıydı.

Büyükelçi Grew Cumhuriyet’in din ve kadın konusunda getirmiş olduğu reformların coğrafyadaki etkisini neredeyse hiç görmediğini iddia etti. Ona göre Karadeniz halkı dini anlamda diğer bölgelere göre daha muhafazakârdı ve bu konudaki gözlemlerini şu ifadelerle açıkladı, “Muhtemelen Türkiye'nin hiçbir yerinde dini fanatiklik bu bölgedekinden daha çok yaygın değildir”

Gittiği vilayetlerde Karadeniz kadınlarının büyük bir çoğunluğunu tesettürlü olduğunu aktaran Grew, bölgenin iş yükünün kadınların omzunda olduğunu belirtti.

Çünkü bölgede tarladaki ağır işleri kadınlar yaparken, erkekler sorumluluktan uzak kahvehane hayatı yaşıyordu.

Grew raporunda cumhuriyet reformlarının getirmiş olduğu sosyal yükümlülükler bölgede his edilmediği ve herhangi bir ilerleme kaydedilmediğini yazdı.

SONUÇ

Karadeniz bölgesi uluslararası ticaret bakımından değerlendirildiğinde sahip olduğu stratejik önemi ve ticari potansiyelini en çok Osmanlı Devleti’nin son döneminde kullandı. I. Dünya Savaşı sonrası bu bölge ekonomik olarak hemen canlanmadı.

O yüzden Türkiye, Samsun ve Trabzon gibi hem ulusal hem de uluslararası ticaret potansiyeli olan şehir ve limanları cumhuriyetin erken döneminde etkili bir şekilde kullanamadı.

Grew’un raporunda belirttiği önemli hususların başında sahil vilayetlerin birçoğunda modern liman, karayolu ve kısmen demiryolu ihtiyacıydı. Devletin 1930’lu yıllara kadar bu altyapı çalışmalarını yapmaması, tarımda modern yöntemler kullanmaması ve kaynak sağlamamasından Karadeniz’de çok sınırlı bir üretim ve ihracat oldu. Karadeniz bir zamanlar Rusya, İran ve Avrupa ülkelerine ithalat-ihracat yapan bir ticaret gölü olmasına rağmen, bu bölgede 1930’lu yıllarda ekonomi ve ticari hayat durma noktasına geldi.

Ancak Türkiye’nin buraya yatırım yapmamasının makul sebepleri vardı. Türkiye I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış, insan ve sermayesini büyük oranda bu savaşlarda kaybetmişti. Türkiye 1930’lu yıllardan sonra dünya pazarına yavaş yavaş açılmaya başladı. Ticaret ve Seyr-ü Sefain Antlaşması bu açılımın ilk  eyvelerindendi.

ABD Büyükelçisi Joseph Grew, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomik ve diplomatik ilişkilerinin tesisinde önemli bir rol aldı. Grew’un özel gayret ve çabası ile imzalanan Ticaret ve Seyr-ü Sefain Antlaşması, iki ülke arasındaki Cumhuriyet döneminin aksine 19. Yüzyıl Osmanlı Döneminde Karadeniz bölgesi uluslararası ticarette bir gelişme yaşadı ve birçok Avrupa Devletinin gemilerinin uğrak yerleri arasında yer aldı.

Kaynak: DergiPark - Hakan GÜNGÖR - Dr. Ordu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü - 12.11.2018

Recep YAZGANRecep YAZGAN