Fikir
Giriş Tarihi : 13-02-2020 14:38   Güncelleme : 13-02-2020 14:38

“Gök Ekin Gibi Biçilen” Şehitlerimiz

Savaş ve terör Mehmed Âkif’in dediği gibi “Ölüm indirmede gökler, ölüm püskürmede yer.” İslâmlaşmış topraklar mânasına gelen vatan bu için asırlardır şehit veren başka kaç ülke vardır? Bütün bir Batı’ya karşı asırlardır İslâm medeniyetinin hâmi ve sözcüsü olan Türk milleti yüzyıllarca her inkırazdan, her musibetten sonra şehit vererek imtihan oluyor ve dirilişe geçiyor. Ateşler üstünde tâlim etmenin adı bu.

“Gök Ekin Gibi Biçilen” Şehitlerimiz

Mehmed Âkif’in, kalemini yüreğine batıra batıra söylediği gibi: “Şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar / O rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar…” Sonra şöyle hitap eder bu ülkenin topraklarında “birer âyet olmuş” şehitlere: “Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! / Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.”    

 

Şehit analarının babalarının yüreklerini tutun            

Şehitler geliyor tekbirlerle. Şehitler geçiyor yüreğimizin üstünden yine. Şehitlerle buluşuyoruz. Şehit analarının babalarının yüreklerini tutun bugün. Onların gözyaşlarına ortak olun. Allah’ın âyetlerini kalp kulaklarına okuyarak onların feryatlarını teskin edin.

 

Her gün şehitler veriliyor bu ülkede “Gök ekini biçmiş gibi.”  Her gün yeni şehitler geliyor. Tabutlar musalla taşında saf saf. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Cennet uçuyor şehitler. Şehitlerin ardından yürekleri dağlanıyor anaların babaların.

 

Ellerinden tutun şehit analarının ve babalarının. Onlarla bir olup ağlayın bugün. “Gök ekin gibi biçilen” genç şehitlerine dua edin. Her yer şehit, her yer dua bugün. Evlat kaybı, hayatın belki de en zor imtihanı. Ölümün sebebi şehitlik olunca ana ve babanın acısı hafiflse de yüreklerindeki hüzün hiç kaybolmadan bir sızı gibi sürüp gidiyor.

 

“Gök ekini” gibi gencecik askerlerimizi şehit ediyorlar

Allah’ın emrine sıdk’olmuş bir vecd içinde vatan için şehit oluyor gencecik askerler. Her gün, her hafta, ay, her yıl şehitler çıkar bu ülkeden, yâni, bir gün gerçekleşeceğine inandığımız, esaslarını İslâm’dan alan millet-i beyzanın başı, İslâmların hâdimi necip Türk milletinin yurdundan.      

 

Şehitlerimiz “Gök ekin” gibidir. Sezai Karakoç’un bakışıyla, “Biraz önce, göğe doğru dimdik duran başak, şimdi yere düşmüş, ayaklar altında eziliyor. İşte ölüm böylesine evrensel bir oraktır. Bazen, yine o ölüm ‘ejderhaları bile ezen’ bir şeydir. Ölümün gücünü, onun parlak zıt rengi olan hayat leit-motifleriyle anlatır. ‘Gök ekin’ gibi. ‘Teneşire düştü gönül’ deyişi gibi. Ölümün bir vasıtası olan teneşir, hayatın merkezi olan gönülü içine alıyor. Böylece ölüm, gönülü bile teneşire düşüren acımaz bir kudrettir…”                                               

 

Ölüm ve şehitlik bizim için düğün gecesidir                                         

Ölüm mukadderdir bizim için. Kaçışı olmayan akıbettir ölüm. İnsana fâni olduğunu hatırlatan bir dünya gerçeği. İslâmlar için bir “Şeb-i arus”, yâni düğün gecesi. Yüzü soğuk, adı ürpertici olan ölüm, Müslümanlar için bu dünyadan asıl vatana göçmektir.

 

Sezai Karakoç, “Belki bir gömülme olayıdır ama, dünyanın en yiğitçe ölümünden sonra elbette. Hatta bir dirilişe gebe bir ölümle” diyerek, ölümün ulvî anlamını dile getirir. Şehitlerimiz de yiğitçe bir ölümden sonra gömülüyorlar. Mübarek bir yazgı bu.

 

Bir anda sevdiklerimizden, dostlarımızdan ayırarak büyük acılara gark eden ölüm, bir bitiş mi yoksa yeni bir başlangıç mı? Ölüm karşısındaki aczimizi ortadan kaldıran, zayıf kalbimizi teselli eden inancımızdır. Dinimiz ölümün bir yok oluş değil yeni bir başlangıç, aslolana, asıl vatana kavuşma olduğunu buyuruyor.  Ölüm, ahireti arzulayan Müslümana bu imkânı sağlıyor. Ne diyordu Yunus Emre Hazretleri:  “Ölümden ne korkarsın / Korkma ebedî varsın.”

 

Âhiret inancımız olmasaydı ölüm karşısında zavallılaşacaktık

Âhiret inancımız olmasaydı ölüm karşısında zavallılaşacaktık. Ölüm bize daha soğuk, daha ürpertici, daha korkunç gelecekti. Âlimlerin dediği gibi, “İşte bu yüzden millet olarak ölümü ve ölülerimizi munisleştirmişiz. Bu yüzden mezarlıklarımız bize korkunç gelmez, türbelerimiz birer yaşayan mekân olarak görülür.  Yine bu yüzden mezarlıklarımızla evlerimiz arasında uzak mesafeler, kalın duvarlar yoktur. En azından eski semtlerimizde, eskiden böyleydi…”

 

Yunus Emre Hazretleri genç ölümler karşısında şu mısralarıyla feryat eder: “Şu dünyada bir nesneye / Yanar içim göynür özüm / Yiğit iken ölenlere / Gök ekini biçmiş gibi.”

 

Bundandır ki yiğidin ölümü yeşil ekinin biçilmesi gibidir. Ölüm karşısında ne kadar mütevekkil davransak da ölümü gençlere yakıştıramıyoruz.

******

Hece Taşları                                                                                

Sahipliğini şair Tayyib Atmaca’nın yaptığı “aylık şiir dergisi hece taşları” nın Şubat 2020 / 60. sayısında Türk şiirinin beyaz kartalı merhum Bahaettin Karakoç’un “Şimşek parıltısında çektim bu fotoğrafı ve sana imzaladım” adlı dokunaklı şiirine yer verilmiş:

 

“ (…) Ey yârim, yağmur kuşum, derinlikli destanım / Yüreğimin gürlüğü bağım, bahçem bostanım / Kanım kanını tutar hemen hemhâl olurum / Dünyayı umursamam, yalnız senin hastanım / Sana köprü olurum, sana sandal olurum  / Ey cinim, çık dağlara, kayaları yuvarla / Çağı yeniden yoğur dağlara yağan karla / Islığıyla bileğler dişlerini her yılan / Seller altında kaldı çeltikler tarla tarla / Yalanan bir çakaldır sicili bozuk yalan / Tüylerini kabartmış suskun bakar serçeler / Şimşek parıltıları sanki camları deler / Dörtnala koşar atlar kılcal damarlarımda / Son bir kez horoz öter, son kez oğlak meler / Her ses içimi oyar düştükçe damla damla…”

 

Şiir ağırlıklı bu sayının şair ve yazarları:

Bahaettin Karakoç, Mehmet Fatih Köksal, Tacettin Şimşek, Bestami Yazgan, Hikmet Elitaş, Yaşar Bayar, Erol Koca, Ertan Özdemir, Hayrettin Durmuş, Mehmet Durmaz, Ilgar İmamverdiyev, İbrahim Ethem Gören, Nemət Tahir, Fikret Görgün, Kadir Altun, Elvin Mütaliboğlu, Ferhat Altun, Recep Şen, Mehmet Avşar, Hacer Alioğlu, Mehmet Gözükara, İsmail Kutlu Özalp, Tayyib Atmaca

Recep YAZGANRecep YAZGAN