Fikir
Giriş Tarihi : 15-11-2020 06:00   Güncelleme : 15-11-2020 08:18

Hangi Necip Fazıl!

Öncelikle bu kısa yazıyı yazmamdaki gaye, Necip Fazıl Kısakürek’in yıllardır menfi manada ağızlara sakız edilen siyasi, maddi, sosyal bağlantılarının tarihi bir gerçeklik zemininde değerlendirmesini yapmak değil.

Hangi Necip Fazıl!

Uzun zamandır Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili tartışılanların sadece bu minvalde şeyler olduğunu görünce içimi bir ürperti kapladı ve bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Demokrat Parti, Menderes ve örtülü ödenek, Mhp ve Ülkü ocakları, MTTB vs…

Bu iş öyle bir noktaya evrildi ki ortada Necip Fazıl Kısakürek’in fikirlerinin yerini az evvel saydıklarım aldı. Gayem köklerini geçmişten alan ve kemal devresini 21. yy.da bulan, herhangi bir kişiye, hadiseye hatta nesneye bakıştaki metod hatasına eğilmekten ibaret. Bu metod hatası bana boğazına ekmek kaçan çocuğunun sırtına vuran anneye, uygar gözetleme kulelerinden bakıp cani sıfatını yapıştırmakla eşdeğer göründü. Bu satıhtan bakış, aynı Necip Fazıl’a bakıldığı gibi ne bir meseleyi hallediyor, ne yeni bir perspektif getiriyor, ne de bahsi geçen kişi hakkında bir değer hükmü vermeye yardım ediyor. İlla bulandırıyor, muhakkak kör ediyor ve belki hakikati saklıyor. Bu bakışın sahipleri ahlak teorisyenlerinin 5 yaşından itibaren başlattığı iptidai ahlakın bile tutarlılığından yoksun bir zamandışılıkta yaşıyor. Çünkü kullandıkları metod genelleştirilip kendilerine döndürüldüğünde, kendi ağızlarıyla ve yine kendi kurdukları metodu yerin dibine batırmaktan geri kalmıyor.

Bir defineci ormanları gezer, dağlara tırmanır, dereleri atlar, otları temizler ve toprağı eşeler. Bunları yapmaktaki gayesi hazineye ulaşmaktır. Kimse kalkıp, “Salak adam, defineyi bulacağına toprak eşelemekle zaman öldürüyor.” demiyor ve dememeyi bedahet kabul ediyor da, iş Necip Fazıl’a gelince onun gayesi uğruna yaptığı siyasi ve sosyal manivelalar, aynı bedaheti tekmelercesine yuhalanıyor.

ŞİMDİ MESELE KONUŞALIM:

Bir fikir hayata geçerken gökten zembille inmez. Bir ekmek bile son haline gelinceye kadar bin bir işlemden geçerken, hayatlara dokunacak, insanı, toplumu ve ilkeleri değiştirip yeni ilkeler getirecek bir sistem fikrinin, dengeleri gözetmeyen safdilce yani halk diliyle dümdüz bir ilerleyişinden bahsetmek cahilliktir. Bir sokak kavgasında bile sağ gösterip sol vurma, eğilme, kalkma, geri çekilme ve saldırı anını kollama gibi zaman ve şartlara uygunluk esas alınırken… Necip Fazıl işte bu gerekli olan her ne ise onu temin etmenin siyaset üstü siyasetini gütmüştür. Bu bir sağa sola yalpalama ve taviz midir sorusuna, doğrudan doğruya hayatının merkezine aldığı eserlerini ve hayatının yekununda görünen şahsiyetini ön plana alarak “hayır” diye cevap vermek gerekir. “Orijin” merkez demek olduğuna göre, bir fikrin hayata geçmesi için güdücünün yaptığı her manivela orijinalite kapsamında ele alınır.

 

Dolayısıyla burada yaptığımız saf bir savunmadan ziyade liderin yaptıklarına yaklaşmada tevilin, ideolojik mücadeleye katılan ve ipuçları veren bir zorunluluk belirttiğini duyurmaktır. Bu manada orijin yani merkezden yola çıkan herkes gibi Necip Fazıl da hem mizaç hem de fikrinin gücü ile bir KESAFET belirtir. Bu kavram dehşetli bir gücün ifade edicisidir. İmam Gazali Hz. İhya’sında fıkhi bir meseleyi anlatırken kesafetle ilgili enfes misalinde Tuz Gölü’ne düşen bir köpek leşinin bir müddet sonra tuzun kesafetinden dolayı artık köpek görünümünde bir tuz kütlesi olduğunu söylüyor. Evet eğer orijinin yani merkezin bir gücü varsa çevresindeki her şeye kendi rengini verir. Necip Fazıl’ın bu yönünden şüphesi olan varsa MTTB’nin değişim evrelerine baksın… “Hayatının tamamını mantıkla yaşayan biri aptal gibi görünür.” diyen Pascal gibi, annelerine olan güven duygularını sınırsız pratiklere ısmarlayan ve her an annesini bir ihanet testine tabi tutan uygar gözetleyiciler acaba ne dediğimizi anlıyorlar mıdır?

 

Aleksandr Kerenski’nin Lenin’i Almanlardan para alan bir Alman ajanı olmakla suçlaması -ki gerçekten para aldığı söylenir- Lenin’in hayatına, yekunundan bakanlarca bugün nasıl bir abes gibi görünüyor ise, Necip Fazıl’ın parayla ilişkisine şahsi çıkarlarının güdücüsü olarak bakmak düşmanlarının bile vicdanlarını sızlatıcı bir abes üstü abes gibi görünmelidir.

 

Şimdi gelelim taban ile olan ilişkilerine… Necip Fazıl’ın şu partinin, bu topluluğun tabanına seslenmesi ne demektir? Bir sanatkarın, mesela bir heykeltıraşın kullandığı ham malzemesine bakarak “Bu adam taştır” veya “Bu adam taş olmak istiyor” demek de nedir? Necip Fazıl bir sanatkardır ve ham maddesine dahil olmak için değil, onu yontmak ve şekil vermek için onunla meşgul olmuştur. Kesafet bahsinde dediğimiz gibi bir damla suyu içine alan sirke kazanı suya mı dönüşür, yoksa kazana düşen damla mı sirkeleşir? Necip Fazıl’ın bütün ilişkileri bu gözle ve başta bahsettiğimiz metod hatası düzeltilerek incelenmelidir.

 

Bizler sırf fikir namusu adına Marks’ı, Lenin’i, Napolyon’u hatta Hitler’i bile ucuzcu olmayan bir gözle ele alıp kendi bünyeleri içinde değerlendirirken ve belki fikirlerine taban tabana bir zıtlıkla bunu yaparken, bizden olan(!) ve olmayanların Necip Fazıl’a şaşı gözlerle bakmasına ürpererek şahit oluyoruz. Gözlerimiz görüp şahit olurken zihnimiz “Bu kadarına pes, bu abestir!” naraları atıyor. Gerçek bir zeminde hiçbir fikri tartışmadan korkmayan bizlerin, bu bakış karşısında ayaklarının bağı çözülüveriyor ve dillerimiz çağın aptallıklarına bol estetik tükürüklü ve lanetli küfürler savuruyor. Şu saatten sonra görmeyenlere de ancak Mirzabeyoğlu’nun şu dizesiyle mukabele ederiz.

“Görmemek için ancak senin gözlerinle bakmalı…”

Esselam

Kaynak: Merih MATEİ - besincidevre.com

Recep YAZGANRecep YAZGAN