Fikir
Giriş Tarihi : 23-06-2023 10:45   Güncelleme : 23-06-2023 10:45

Modernlik Can Suyunu Faizden ve İsraftan Alıyor!

Yazar ve Şair İsmet Özel, 'Yazar ve Şair İsmet Özel, "Türklerin bir millet vasfı kazanmalarıyla Kur’an-ı Kerîm’in nâzil olması eş değerdedir.' diyerek çarpıcı bir noktaya değindi.

Modernlik Can Suyunu Faizden ve İsraftan Alıyor!

 

Yazar ve Şair İsmet Özel, "Türklerin bir millet vasfı kazanmalarıyla Kur’an-ı Kerîm’in nâzil olması eş değerdedir. Kur’an modern çağın belâlarını def edecek vasıtaların doğmasına imkân sağlamak üzere nâzil oldu.

Modernliğin insanları ve bilhassa onların içinde Müslüman diye bilinenleri İslâm kaynaklarından uzaklaştırarak dünyayı gasp ettiğini hatırdan çıkarmayalım.

Modernlik can suyunu faizden ve israftan alıyor. Gerçekte alış-verişi mümkün kılmaktan ileride anlamı olmayan paranın her ne şekilde olursa olsun birikmesi ve şartlar el verdiğince az sayıda insanın denetimine geçmesi insanlık aleyhine bütün suçların pervasızca işlenmesine sebep oluyor." diyerek çarpıcı bir analizde bulundu.

 

İşte İsmet Özel'in yazısı:

 

Müslüman olmakla bir kavme mensup olmak arasında bir fark bulmayan Türkler bu seçkin vasıflarından dolayı dünyada yaşanan irili ufaklı her şeyi diğer kavimlerden daha değişik bir gözle görme imtiyazına sahip oldu. Hâlâ mümtaz kişiler miyiz? Burası şüphe götürür. Tarih içinde neyin saadet, neyin felâket getirdiğine hep o değişik gözle baktık. Müslüman olmakla dünyayla yeni bağlar kurmağa mı girişiyoruz; yoksa dünyayla geçmişi ne kadar eskiye uzanırsa uzansın kurulmuş bağların eleştirisi alanına duhul mü ediyoruz? Bu ikili duruşu dikkate almağı imtiyazımızdan çıkarıyoruz. Dünyada keşfettiği yerleri istimlâk etmenin bayraklaştığı dönemde Batı Medeniyeti bir süre Osmanlı Türklerinin hükümleri altında bulunan toprakların akıbetini “Şark Meselesi” adlandırması altında dondurdu. Avrupa’da Hıristiyan takvimine göre 1526 yılında Türklerin kazandığı Mohaç zaferi “Türkler mağlup edilemez” şayiasını bütün kıtaya yaymıştı. Batı’nın donuk kıldığı mesele 1571 İnebahtı hezimeti sebebiyle çözülmeğe uğrayınca öyle bir noktaya geldik ki, başladığımız yerle vardığımız yeri birbirinden ayıramaz hale düştük.

 

Başladığımız yerin ve vardığımız yerin neresi olduğu bahsinde sarahate dünyada yürürlükte bulunan hegemonya meselesi kavranılmadan kavuşulamaz. Kim hangi yöntemle kavrayacak meseleyi? Bu sualin en yerinde cevabını hayat verecek. Şimdilik hegemonyanın bir otorite tarafından tesis edildiğini bilmemiz yeter. O halde otorite, Türkçe söylenişiyle yetke nedir? İnsanca yaşamak bir yetkenin dümen suyundan gittiğimiz zaman imkân dâhiline giriyor. Hayatımızı iki tür yetkenin boyunduruğu altında idame ettirebiliriz. Birincisi kanun koyucunun hâkimiyetidir. Diğeri dost bildiklerimizle dayanışmamızı, düşman bildiklerimizle çatışmamızı mümkün kılan yetkedir. İsterseniz birine dünyevî, diğerine uhrevî yetke diyebilirsiniz. Yine isterseniz dünyada Yahudi hâkimiyetini yaptığımız her şeyin karşılığını ölçülebilir dünyada bulabileceğimiz düşüncesiyle açıklayabilirsiniz.

 

Hegemonya kapitalizm eliyle bütün dünyada yürürlüğe kondu. Eğer kapitalizmin tarifini üretim araçlarının mülkiyetinin kamunun uhdesinde değil de özel şahıslar elinde bulunması şeklinde yaparsanız hegemonya bahsinde suskunluğa rıza göstermiş olursunuz. SSCB’ni haritadan silen hegemonya bahsinde tebarüz ettirdiği suskunluktur. Nesiyle övünüyordu SSCB? Bir çift naylon çorap karşılığında sosyalist ülkelerde seks yapılabileceği söylentisi bütün dünyada yaygındı. Rusya sadece Parti üyelerinin yararlanabildiği mağazalarıyla gurur mu duyuyordu? SSCB 1960ncı Hıristiyan yılından itibaren ekonomide kâr unsurunun rol oynadığını kabul etmiş ve yerkürede kapitalizmle koyun koyuna yaşayacağını ilân etmişti. Demek ki kapitalist düzende emekle sermayenin zıtlaşarak yaşadığı SSCB’nde bile sönük bir fikirdi. Sönük bir fikirle kapitalizmin ihdas ettiği hegemonya yerinden edilemezdi. Dolayısıyla patenti Antonio Gramsci’ye ait olan komünistlerin mukabil hegemonya ile kapitalizmi yeneceği fikri kendine ancak hayal hanesinde bir yer bulabilirdi.

ÖNE ÇIKAN VİDEO

 

Play Video

Mukabil hegemonya fikrini çöpe mi atmalı? Hayır, mukabil hegemonya fikrinin yeri çöp değildir. Nasıl olsun ki? Türkler hem Haçlı devletlerinin sonunu getirerek ve hem de Avrupalıların Avrupa’ya hapsinden altı asır sonra I. Cihan Harbi akabinde bugün yaşadığımız toprakları (her ne kadar Misâk-ı Millî askıya alınmış olsa da) vatanlaştırarak “mukabil hegemonya” fikrine en yüce merhalede yer verdi. Türklerin bir millet vasfı kazanmalarıyla Kur’an-ı Kerîm’in nâzil olması eş değerdedir. Kur’an modern çağın belâlarını def edecek vasıtaların doğmasına imkân sağlamak üzere nâzil oldu. Modernliğin insanları ve bilhassa onların içinde Müslüman diye bilinenleri İslâm kaynaklarından uzaklaştırarak dünyayı gasp ettiğini hatırdan çıkarmayalım. Modernlik can suyunu faizden ve israftan alıyor. Gerçekte alış-verişi mümkün kılmaktan ileride anlamı olmayan paranın her ne şekilde olursa olsun birikmesi ve şartlar el verdiğince az sayıda insanın denetimine geçmesi insanlık aleyhine bütün suçların pervasızca işlenmesine sebep oluyor.

 

Yapacaklarımız arasında dünya hayatını cennet hayatı haline çevirmek gibi bir bahis yok. Eğer buna niyetlenirsek her türlü kötülüğe bir mazeret bulmağa çalışırız. Dünyayı ele geçirme hususunda Yahudilerin ve Hıristiyanların yarıştıkları bir ortamda İslâm doğdu. Müslümanlar tarih içinde cereyan eden bu kapışma hadisesinin bir yerinde yer alma gayesi güttü mü? Güttükleri yerde tökezlediler. Çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği topluluklarda Müslümanlar yönetici zümreden ihanet gördü. İhanetin asgariye indiği dönemler ikbalin tadıldığı dönemlerdi. Müslümanların gözünden yeni kurulan veya kurgulanan dünyanın faize ve israfa dayalı hayata rağbet edilerek doğduğu kaçırıldı. Gözümüzden kaçırılan sahayı karanlık görmek bize tuhaf görünmedi. Geceleyin sokak lâmbasının aydınlattığı yerde canhıraş biçimde arayış içinde olan adama sormuşlar: Neyi arıyorsun? Adam anahtarlarını düşürdüğünü ve onları aradığını söylemiş. Anahtarları burada düşürdüğünden emin olup olmadığını sual ettiklerinde adam: “Hayır, burada düşürmedim. Anahtarlarımı düşürdüğüm yer şurası” diyerek çok karanlık bir yeri işaret etmiş. Kaybettiğin şeyi kaybettiğin alanda niçin aramıyorsun? Bu suale adamın verdiği cevap şu: “Orası çok karanlık. Hiçbir şeyi görmek mümkün değil.”

 

Eğer Kur’an nâzil olmasaydı bütün insanlık mukabil hegemonyadan habersiz kalacaktı. İslâm her türlü modern temayül karşısında bir insan topluluğunun sarsılmaz birliğini öngörüyor. Her insan meşguliyeti verimlilik ve ufuk açıcılık bakımından şükrümüze vesile olabilirdi. Türk toplumu Sakarya Meydan Muharebesi akabinde andığım sarsılmazlığa çok yaklaşmıştı. Büyük Taarruz Sakarya’nın bir yıl sonrasında gerçekleşti. Cumhuriyeti takip eden inkılâpların kimin eseri olduğuna bari akıl erdirelim.

Kaynak: İsmet Özel – istiklal Marşı Derneği

Recep YAZGANRecep YAZGAN