Kültür
Giriş Tarihi : 08-09-2019 08:30   Güncelleme : 08-09-2019 08:30

Müzik Hikemiyâtı

​Giriş İşin ehlinin muradı; “Umulur ki, 15. İslâm Asrının yenileyicisi «İslâm’da estetik» plânı başa alsın… Zira güzellik, hesap ve kitap sordurmadan, yakalayıcı, zapt ve fethedicidir.”

Müzik Hikemiyâtı

Estetik; Güzellik hissi ile alakalı, bedii… Güzel olan, güzellik hissi uyandıran... Güzelliği, güzeli inceleyen ve bu mevzudaki görüşleri tahlil eden felsefî yahut hikemî kol... Bediyyat; estetik bilimi, güzel sanatlar!.. Bedî; Allah’ın isimlerinden. Emsalsiz, benzeri olmayan, hayret verici âlemler yaratan… Bütün varlıkları “sanatkârane” bir şekilde, misilsiz yaratan…

Grekçe “aisthesis” kelimesinden gelen “estetik” kavramı, Alexander Baumgarten (1714 -1762) tarafından ilk kez sistematik çapta kullanılmaya başlanmıştır. Baumgarten estetiği “güzel üstüne düşünme sanatı” diye tarif etmiştir. Nihayetinde tefekkür “elde edilmek istenen bir ilim için iki ilmin arasını birleştirme” işi olunca estetikte insanın gördüğü, duyduğu hissettiği herhangi bir şey karşısında “güzel” ve “çirkin” kelimeleri ile karşılanan bir tefekkür – tecrid hâline dönüşür. Baumgarten’in tarifinde bu hâlin izlerini bulmak mümkün; fakat estetik idrakin, sırra bağlı ve değişen şuur süzgeci ile birlikte derinleşen mücerred hissi, “zevken idrak”i, “bütün fikir” cihetinden göremiyoruz. Nihayetinde, İbda Mimarı’ndan öğrendiğimiz veçhile; “Güzel, mevzu olduğu yere nisbetle hep “ölçü”yü istemektedir; ve insan, bütün faaliyetlerinin mânâsıyla Allah’ın sıfatıyla sıfatlanma memuriyeti altında, «Mutlak Ölçüler»e muhtaçtır. O hâlde, «güzel»in ve «güzellik»in mutlak ölçüsü, İslâm’dadır; bu, aynı zamanda ezbere «öz ve biçim» tekerlemesi yapanların anlamaları gereken en önemli ölçüdür!..”(Şiir ve Sanat Hikemiyatı, sh. 41) Bu ölçülere bağlılıktır ki “hikmet”i doğurur.

Hikmet; felsefî düşüncede farklı olarak belli bir sisteme sımsıkı bağlı olduktan sonra aramanın nizamı… Ahlak ve nizamla mutlak irtibatlı ve başıboş arayışa izin vermeyişi ile dikkat çekici… Estetik ve Ahlâk, İktisat ve Ahlâk, Şehir ve Ahlâk vesaire... Bu mana çerçevesinde Hikemiyât, beşerin su gibi “fikir ve aksiyon” ihtiyacını karşıladığı pınar… Şehir güzel olmalı; sokağı, caddesi, evleri, dış boyası hatta iç dekoru ile birer zevk harikası olmalı. Tarlalar, bahçeler, dağların yamaçları, akan nehirler, ırmaklar her yer ve her şey İslâm’ın temizlik ruh ve ahlakından nasiple ince bir mimarî hissiyatına uygun olarak pırıl pırıl görünmeli ve nehirler o parıltı ve berraklıkla akmalı. Başıbozukluktan kaynaklanan ne bir çirkinlik, ne tahripkârlık... Dilde, edebiyatta, siyasette, sanayide, eğitimde, bürokraside, ailede ve hâsılı kelam tek tek bütün fert ve oluşlarda estetik bir zevk, incelik idraki ve güzellik endişesi hâkim olmalı. Hikemiyât, bu çerçevenin mimarı tarafından inşâ ve ibdaı gerçekleştirilmeye gayret edilen, mücerred anlamda “binanın” dışarıdan görünen hâlidir. Bu yüzden İbda Külliyatı ESTETİK İDRAKİN BAŞA ALINDIĞI hikmetler deryasıdır.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu “Hikem; hikmetler… Hikemiyât; hikmetler ve düşüncelerle ilgili” lügat bilgisi ile mânâlandırdığı “Hikemiyat” adlı eserinde “hikmet” bahsini şöyle değerlendirir:

-“Aklın vazifesi, teslim olduktan sonra, o vahid etrafında ebedî meçhule doğru hudutsuz bir fikir cehdidir ki, bunun ismi hikmettir.”(Hikemiyat, sh. 54)

Anlaşılan o ki hikmet, bütün olanların esasını bilmektir veya bilme gayreti içerisinde olmaktır. “Bütün Fikrin Gerekliliği” zaruretinden hareketle bir cephesiyle hikmet her şeyi kuşatan bilgidir. Bu çerçevede mevzu edindiğimiz meseleyi, “Müzik” bahsini, “belli bir dünya görüşü ve bağlı olunan nizam” içerisinde tahlile çalıştığımız için rahatlıkla “Hikemiyât” bahsiyle terkib ederek “Müzik Hikemiyâtı” diye mahyalaştırabiliriz. Ancak bu terkibî hâl, ana çatı hüviyetinde olan “İslâm Hikemiyâtı”na sadakati ve yakınlığı nisbetinde değer görür ve görmelidir de. “Müzik Hikemiyatı” kavramı şu incelikten mülhem; “Meselenin şu veya bu şekilde çözülüşüne göre, estetiğin mevzuunun kavranılışı da şu veya bu şekilde değişmekte… «Güzellik felsefesi» olarak yorumlandığı, «Güzellik hikemiyatı» olarak yorumlanabileceği kadar, «sanat felsefesi» olarak yorumlanmakta, «sanat Hikemiyatı» olarak da yorumlanabilecektir…” (Şiir ve Sanat Hikemiyatı, sh. 41)

Tedaisi; Müzik Hikemiyâtı!..

Müzik, Tarif ve Tarih

Tefekkürün bir başka tezahürü olan “müzik” bahsini başıboş hürriyet ve rastgele “zevk-zevksizlik” çukurundan tecrit etmek, onu ancak “ölçü” ye teslim etmekle mümkün olur. Nihayetinde, Mütefekkir’den öğrendiğimiz veçhile; “Doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur.” Bu çerçevede en küçük bir hareketlilik bile bir ilk doğru düşünceye-önermeye dayanır. Ve Allah Resulü’nden; “Allah güzeldir ve güzeli sever.” Hâl böyle olunca “El-Cemil veya El-Bedî” ismine en yakın olanlar ve bu esmanın getirdiği inceliği en iyi kavrayanların Peygamberler olması lâzım gelir. O’na en yakın olan “en güzel”, O’ndan uzaklık ise “çirkinlik”!.. O hâlde “fertte toplu topluluk hakikati” cihetinden müzik ile erişilmesi ümit edilen mânâ ve yine müzik dilinde surete büründürülmek istenen mânâ “MUTLAK GÜZEL” arzu ve iştahıyla meydana gelir.

Bütün insanlığın memuriyeti güzele tâbi olmak, güzelleşmek ve güzelleştirmek. Güzele talip olmayan hiç kimse yok. Küfür ehli bile “çirkin” diye mevzuya talip olmaz, o da yine talip olduğu şeyde bir estetik, bir güzellik(!) görür ve bu yüzden talip olur. Çirkin resme bakmak çirkin olduğu gibi çirkin şeyleri düşünmek ve işitmek de çirkindir. Çirkinlik ruh dünyamızda bir kasvet, sıkıntı ve tecriden çirkinleşme temayülü göstermemizi sağlar.

Müzik kelimesinin etimolojik kökeni; Yunanca “mousa” Latince deyişle “musa” kelimesinden gelmektedir. “Muosa” Yunan Mitolojisinde “dokuz ilham perisi”ne verilen ad. “İka” veya ‘ike” takısı ise o kelimeye konuşulan dil anlamını kazandırır. Elenika (Yunanca), Türkika (Türkçe) gibi. Musika ise “perilerin dili”. Ayrıca Azra Erhat Mitoloji Sözlüğü adlı eserinde şu ilginç bilgiyi vermektedir: “Mousa” Yunanca akıl, düşünce, yaratıcılık gücü kavramlarını içeren “men” kökünden gelmektedir. Bu kök Zeus’un Musa’ları üretmek için birleştiği tanrıça Mnemosyne’nin adında da görülür.(...)Musalar böylece insan ve tanrı arası birer varlık olarak düşünülebilir; insanı tanrı, tanrıyı insan yapar Musalar.” (Mitoloji Sözlüğü, sh. 208) Dişil ve tanrısal güç sahibi “Musa”lar. Müziğin gücüne ve tesirine dair tedailer!..

Müzik; Ahenkli ses, seslerin ahengi… Kelimelerle anlatılamayan duygu ve düşünceleri nizamî seslerle anlatma sanatı… Konfüçyüs (M.Ö 551-478) müzik “Yer ile gök arasındaki uyumdur. Müziği yalnız seçkin insanlar bilirler.” derken Pisagor (M.Ö 580-500) tüm cisimlerin ses çıkardığı fikrinden hareketle “müzik (duygu ve düşünceleri) anlatmanın matematikî yoludur.” der. Platon (M.Ö 428-348) müziğin ruha sükûnet veren yönünü işaretledikten sonra, “müzik; evrene ruh, zihne kanat, hayallere uçma gücü, hayata neşe ve tılsım veren ahlaki bir yasadır.” diye tarif eder. İslâm coğrafyasında Aristo ve Platon yolcusu olarak bilinen Farabi (872-950), müzik aletlerini anlattığı Kitabu’l Müsikî adlı bir eser kaleme alır ve müziğe şu tanımı getirir; “musiki ilmi genel olarak elhan (nağme, beste, ezgi) çeşitlerini tanıtan ve elhanı oluşturan şeyleri araştıran, elhanın ne için ve nasıl oluştuğunu aydınlatıp onu etkisinin artmasını ve daha beğenilir hale getiren ilimdir.” Yakın zaman dilimimizden Leo Tolstoy (1828-1910) müzik için “duyguların kısa yolu” tabirini kullanırken meşhur müzisyen Beethoven (1770-1827) “Müzik, ruhsal ve duyusal hayat arasında arabulucudur.” tabirini uygun görür. Ve son olarak J.J. Rousseau’nun (1712-1778) müzik tarifi: “Müzik, sesleri kulağa hoş gelecek şekilde terkib etmektir.”

Mevcut tarifleri dikkate aldığımızda ve yukarıda mütefekkirden iktibasla vurguladığımız “ölçü” esasını başa koyduğumuzda musikînin iki temel esası bulunduğu görülmektedir; ses ve ölçü. “Ölçü vasıtasıyla sese güzellik, çekicilik ve tesir gücü verilmektedir. Tıpkı taşların ustaca dizilmesinden mimari eserlerin, renk ve ışıkların maharetli bir şekilde sıralanışından tabloların, kelimelerin sanatkârane tertip edilişinden edebî eserlerin, meydana gelmesi gibi, seslerin intizam ve insicamlı bir şekilde dizilişinden de müzik eserleri teşekkül eder. Sesler arasında ki orantı ve ahenk ise müziği meydana getirir.” (Süleyman Uludağ, İslâm ve Musikî, sh. 15)

Müziğin tarihine kısaca değinecek olursak...

Tarih sadece yazı ile başlamaz ve yine mevcut arkeolojik kayıtlar ile mutlak yargılara varılmaz, varılamaz. Bu, hem ilmin geleneksel akışına, keşfin sürekliliğine ve gelişimine aykırıdır hem de ilmi-bilimi “dinleştirmek” yahut dogmatikleştirmek olur ki; bu durum bilimin yapısına, varoluş cehdine zıttır.

İlk insan ilk Peygamberdi ve ilk insandan itibaren insanlar, kelimeleri belli bir ahenkte kullanıyordu. “Peygamberler olmasa medeniyetler olmazdı.” hikmetinden mülhem her Peygamberde farklı tezahür eden hikmet, Hazret-i Davud’da demir ustası olarak tezahür etmişken aynı zamanda adıyla anılan “DAVUDÎ SES” hikmetiyle de görünmüştür. Hazret-i Davud (Aleyhisselam) Zebur’u çok güzel ve seri okumanın yanında gür ve güzel sesi ile ilahiler de okur, kurtlar ve kuşlar onu hayranlık içerisinde dinler ve sesi dağlarda yankılanırdı.

İlk müzikler bu yüzden tapınaklarda ve dinî merasimlerde yapıldı. İnsanlığın yazılı tarihe göre bilinen ilk dönemlerinde Anadolu’da kurulan uygarlıklardan olan Hitit, Frigya ve Lidya gibi uygarlıklar müziği dinî merasimlerde kullanan medeniyetlerdendi. Hatta Mezopotamya uygarlıklarından olan Sümerler, Akad, Ur, Babil ve Asur gibi medeniyetlerde, din adamlarından önemli bir kesimi bilfiil müzik mesleğini icra ediyor ve tapınaklarda çeşitli çalgılar kullanarak ilahiler söylüyorlardı. Aynı dönemde Babiller flüt ve obua türü müzik aletlerini yaygın olarak kullanıyorlardı.

Mısır’da ise dinî, saray ve halk müziği ayrımları söz konusu idi. Zamanla ordu müziği ve kadınların dans ettiği “dans müzikleri” de eklenmeye başlandı.

Hint’te, tabiatla iç içeliğin getirdiği incelik ve sükûnet hâli olduğu gibi müziğe de aksetmiştir. M.Ö. 4000’lere kadar giden Hint müziği kökenini Hinduizm’in kutsal kitaplarında, “Vedalar”da bulur. Bu kitaplar içinde bulunan Müzik kitabına yahut Müzik bilgisi içeren kitaba Samaveda deniliyordu ve bu kitaba göre müzik Brahma (mitolojik tanrı) ve Sarasvati’nin (mitolojik tanrı)  icadıydı. Hintliler ilk olarak “vina” adlı yedi telli ve iki kabağın birleştirilmesinden meydana gelen bir çalgı kullanmışlardır.

Çin’de ise müziğin kalpten doğduğuna ve alemin bir remzi olduğuna inanılıyordu. Hatta gayesinin yer ile gör arasındaki uyumu göstermek olması gerektiği söylenmiş, yönetim ve nizamın temeli sayılmıştır. Öyle ki İmparator Vu-di döneminde (M.Ö140-87) “İmparatorluk Müzik Dairesi” kurulmuştur. Çin Müziği, çalgı açısından dönemin en geniş çalgı listesine sahiptir.

Diğer taraftan tabiattaki sesler, tabiatın kendi ritminde duyulan sesler (kuş, su, taşlar, rüzgâr, yağmur ve çeşitli hayvanlar) musiki bir nizam tedai ettiriyordu. Bunun neticesi olarak tabiattaki sesler taklit edilerek ve yine tabiattaki bazı varlıklar müzik aleti hâline getirilerek “ritmik veya ahenkli sesler” çıkarılmaya başlandı.

Müzik, Dil ve Tefekkür

Dil, düşünülenin gerçekleşmesinin ilk şartı… Genel anlamda (insanlar arasında) iletişimi sağlayan araç… Kendi içinde doğurgan, üretken, tekâmüle açık ve gelişen bir yapıya sahip olan dil, farklı kavim ve kliklerde farklı ses ve suretlerde görünebilmektedir. Aynı eşya ve hadiseyi ifade edişte farklı ses ve kelimeler kullanılarak iletişim sağlayan dil, bu çerçevede bir milli, kültürel ve bölgesel bir hava taşır. Dilin tarifi genel olarak bu iken, alt gruplarda yahut bu tarife bağlı tâli duruşlarda ise farklı dil tezahürleri ortaya çıkar ki bunlardan en önemlileri “konuşma dili, yazı dili, müzik dili, işaret dili” dir. İşaret dili, âlemşümul bir özellik taşırken, müzik dilinde bu durum kısmen kaybolmakta ve yazı dilinde ise hepten yitmektedir. Ancak yine inanış biçimleri ile beraber kültürel farklılar “milli müzik” diyebileceğimiz bir idrak, anlayış, zevk birikimi oluşturmuştur. Şöyle ki; bir Fransız’ın zevk aldığı müzikten bir Türk almayabilir yahut bir Arab’ın müzik anlayışı bir Çinli’ye garip gelebilir. Bu tamamen inanç ve kültür farklılığından ile gelmekte olup vaka olarak normaldir.

Dil, iletişim ve anlaşma derken hayvanların kendi aralarında kullandığı dile de değinmek icap eder. İnsanlar dili çevrelerinden öğrenir, hayvanlar ise kalıtım yoluyla. İstisnaî birkaç hayvan hariç bütün hayvanlar kendi benzerlerinin seslerinden başka ses çıkarmazlar ve bu seslerin miktarı ise sınırlı sayıdadır. Belli bir ahenk ve estetik üzere sesler çıkarıldığından, onlar açısından “çirkin ses” yoktur ve “çirkin ses”ten bahsedilemez. Çünkü “zevken idrak” bahsi insanîdir. Hayvanların seslerini zevke göre tertip eden insandır, hayvanlar değil. Bir öküzün yahut bir eşeğin çıkardığı sesin eşekler yahut öküzler arasında iletişim dışında bir anlamı yoktur. Orada “çirkin” veya “güzel” tertibi insana, insan idrak ve anlayışına aittir.

Müzikle yakından alakalı bir kavram, aynı zamanda İbda diyalektiğinin olmazsa olmazlarından; Zevken İdrak.

İdrak; anlama yeteneği, anlayış, akıl erdirme, erişme, ulaşma, ruh, algı. Zevken idrak; akli olanın, olan biteni anlama dışında vazifeli olmadığı kalbî ve ruhî olanın ise iyi-kötü, güzel çirkin, var-yok sezebildiği, hissedebildiği, şuuruna, farkına varabildiği hâl. Sezerek keşfedebilme, açığa çıkarabilme. Kalbî seziş, hissediş, fark ediş. Sufî deyişle; gönlün idrakî. Mütefekkir diyor; “«Güzel» bir değer ölçüsüdür ve ruha nisbet işi.. Bu hakikatin güzel sanat âletinde görünüşü ise, esere aşılanan güzellik sıfatının zevken idrake muhatap oluşudur; güzellik sıfatını aşılayan faillerin ilmi gözüyle estetik, psikolojinin ve dolayısıyla sosyolojinin bir dalı olmuş olur… Güzeli aramaya ve güzeli bulup onun ne olduğunu bildirmeye çalıştığı vakit de, metafiziğin bir bahsi!..” (Şiir ve Sanat Hikemiyatı, sh. 55)

Bu sebeble müzik, gözle görülmeyen ancak etkileri olumlu yahut olumsuz en yüksek perdede derinden hissedilen bir duyuştur. Elbette burada sufi bir tecrübe “içe doğru oluş-dışa doğru beliriş” şeklinde sancılanan bir şey vardır. Ancak gözden kaçırılan şey, öyle ya da böyle en sıradan insanın bile bu etkileşimin dışında kalmayacağı, kalamayacağı gerçeğidir. Yeter ki işitsin ve kendi dünya görüşüne yahut mizacına uygun bir melodi de, nota akışında karar kılsın. Kelimeler, kültürel yaşam, çevre ilişkileri, kırgınlıklar ve sevinçler. İnsan hayatı bu sayılanların neredeyse tamamı ile ömrünü sürdürür ve bitirir.

Bu pencereden baktığımızda müzik, bir dil, kültürel bir değer ve etkileşim aracıdır. Bunun içindir ki; neredeyse mevcut bütün dünya görüşleri müziğin bu güçlü duruşundan istifade etmekte ve kitleleri etkilemede en önemli telkin vasıtası olarak kullanmaktadırlar. Hatta daha ötesi, teknolojik ve ilmî çalışmaları derinleştirerek “SES” üzerinden yeni teknoloji sahaları açmaya gayret etmektedirler. Dost veya düşman bütün kutuplarca makbul görülen bu akademik çalışmalarda insanımız “zenginin malı züğürdün çenesini yorar” hesabı bir adım ileri gitmemektedir, gidememektedir. Bunda elbette dünya görüşü farkı ve etkisi vardır. Şöyle ki; “Bir dünya görüşü, dili belirler ve geliştirir. Bu dünya görüşü ile yoğrulan dilin kendini şekillendirmesi gerekir ki, düşüncenin her şekline kolayca girebilsin ve milletin dünya görüşünü temsil eden her düşünceyi dile getirebilsin” (S.Mirzabeyoğlu, Dil ve Anlayış, sh. 90)

Batıcı veya başkaca yabancı bir dünya görüşü ile hareket ederek milli bir duruş sergilenemeyeceği gibi, Batı vb. düşünme tarzının, kültür kodlarının izini taşıyan Batı müziğini öğrenmek, öğretmekle de yeni ve milli bir müzik anlayışı gerçekleştirilemez. Bu kafayla sadece Batı müziği daha fazla yaşatılır ve yine eleştiri bile getirilse, Batı müziğinin zenginleşmesi sağlanır. Bir neticeye bağlayacak olursak, kendi müzik dilimizi ancak kendi kültür kodlarımıza, yaşam tarzımıza ve dünya görüşümüze uygun bir rejimde kurabilir ve geliştirebiliriz. Nihaî olarak; her kültür aynı zamanda bir (doğru veya yanlış, eksik veya çok) ahlâkî durum arz eder. Ancak şurası kesindir ki, ahlâk için doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur. Dolayısıyla ahlâkın olmadığı yerde güzelden bahsetmek abesle iştigal etmektir. O halde ‘Müzik Hikemiyatı”nın ana unsurları “iyi/ahlâk”, “güzel/estetik” ve “doğru/ölçü”dür. Bu üç ana unsurun olmadığı yerde “Müzik Hikemiyatı” söz konusu değil... İyi, doğru ve güzelin ne olduğuna dair peşin fikre gelince; “Doğruyu mu istiyorsun?.. Allah ile Resûlü’nün bildirdiği!.. Güzeli mi istiyorsun?.. Allah ile Resûlü’nün gösterdiği!.. İyiyi mi istiyorsun?.. Allah ile Resûlü’nün öğrettiği!” (S.Mirzabeyoğlu, Hakikati Ferdiye, sh. 37)

Müzik, Ham Yobaz ve Kaba Softa

Fikir ve aksiyon dünyasının en mühim düşmanı yobazdır. Yobazın envaî çeşidi vardır. Fakat en önemlileri “küfür ve din yobazları”dır. Her ikisi de kendi davasının samimiyetsiz bağlısı ve körleticisidir. Mücerred fikir kaçkını yobaz, manasına vakıf olmadığı fikrin yahut şeyin cakasını atmayı pek sever ve sıkıştığı yerde ise anlamadığı o şeyi papağan gibi tekrarlayarak savunuyormuş gibi yapma keskinliğini gösterir. Meseleyi müzik ile alâkandırarak söyleyecek olursak; “Müzik haramdır.” der; fakat bunun “niçin”ini, “nasıl”ını açıklamaya pek yanaşmaz. Kendi nefsinin süfli arzusunu din, kendi nefsine ters ve anlayış kıtlığından kaynaklanan ahmaklığını da ölçü kabul eden bu tipler, güya “dindar”mış görünürler; oysa hakikatte bunlar birer “din yobazı”dırlar. Bu minval üzere Üstad’ın yobaz tarifini de görebildiğimiz şu tesbiti oldukça mühimdir: “Sakın yobazı, bir davaya, onun en mahrem çilelerini çektikten sonra kıl ve nokta feda etmeksizin emirlere sımsıkı bağlanan ulvi adam sanmayınız! Yobaz, her sahada, asla anlayamadığı ve iç yüzünü göremediği tecelliler karşısında papağan gibi hep aynı aksülamelleri gösterip Nuh diyen, fakat Peygamber demeyen; ve insanda en büyük ilahi nimet, ruh ve fikri, bekçi sopası, tulumbacı narası ve yurya çığlığıyla boğmaya kalkışan, böylece inanışları kör ve havasız nefsaniyetine indiren insan kılıklı insan tersidir.”

Ercan ÇİFTÇİ - Aylık Dergisi 144. Sayı,

adminadmin