Röportaj
Giriş Tarihi : 24-08-2019 11:07   Güncelleme : 24-08-2019 11:07

Nurcular kendi aralarında neden bölünmüşlerdir? “Zaman Tarikat Zamanı Değil” Ne Demektir?

(Çantacı Necmi namıyla şöhret olmuş Necmettin İlgen’le mülakatımızın III. Bölümü)

Nurcular kendi aralarında neden bölünmüşlerdir? “Zaman Tarikat Zamanı Değil” Ne Demektir?

İlerleyen yaşınıza, farklı sağlık sorunlarınıza rağmen, çağrıldığınız her yere biiznillâh gitmeye çalışıyorsunuz. Ve her yerde îman hakîkatleri olarak vasıflandırdığınız Risâle-i Nurları kendinize has üslup ve örneklerle anlatmaya gayret ediyorsunuz. Bu aşkı, şevki, gayreti ve enerjiyi nereden buluyorsunuz?

Cenab-ı Allah bana o kuvveti veriyor. 84 yaşındayım, her çağrıldığım yere gidiyorum. Çift bastonla gidiyorum, çift bastonla. Çağrıldığım bazı yerlerde merdiven oluyor onları zar-zor çıkıyorum, bazen gençler beni tutup çıkarıyorlar, geçtiğimiz günlerde beşinci katta yer alan bir yere gitmişim, merdiveni görünce "ben buraya çıkmam" dedim. Gençler; "ağabey kolay" diyerek, bir sandalye getirip beni oturttular 2-3 genç tuttu sandalyeden kuş gibi beni beşinci kata çıkardılar. Derslere gitmek, okumak, anlatmak bu da içimden gelen bir şey, eğer çağrıldığım halde gitmezsem kendimde bir suçluluk duygusu hissediyorum. Sanki içimden bir ses bana: "sen nasıl gitmezsin, Allah'ın sana verdiği bu kadar nimetleri nasıl başkalarıyla paylaşmazsın, niye gitmiyorsun? Sen kimsin ki gitmiyorsun? Bu vücut senin mi ki gitmiyorsun? diye seslendiğini hissediyorum. Vicdanımdan gelen bu sese kulak vermediğimde bir suçluluk hissediyorum, namazını kılan birinin kılmadığında vazifesini yapmamaktan gelen sıkıntısı gibi bir sıkıntı bu... Mesela Cuma günü (2 Ağustos 2019) Kars'a gideceğim, biletim hazır, hanım diyor: "20 basamak merdiveni çıkamıyorsun dünyanın her yeni geziyorsun" (üç katlı evinin girişinde kendisi, ikinci katta oğlu ve ailesi üçüncü katta da eşi yaşıyor). Hanıma diyorum: "tamam da bak şimdi; buraya, kapının önüne taksi gelecek bineceğim, beni havaalanına götürecek, orada da yardımcı oluyorlar bindiriyorlar uçağa yani benim Kars'a gitmem yukarı çıkmamdan daha kolay". Çağrıldığım hiç bir yere hayır demiyorum, diyemiyorum. Düğünlere gidiyorum, kimseden beş kuruş almıyorum, aralarda konuşuyoruz, konferanslara gidiyorum, geçenlerde konferans için gittiğim bir üniversite de beni karşılayan gençler: "ağabey biz seni çok seviyoruz, sen para istemiyorsun, başkalarını çağırdığımız zaman para istiyorlar, onu toplayana kadar canımız çıkıyor, mahvoluyoruz. Sen para istemiyorsun çok rahat bir şekilde seni çağırabiliyoruz" dediler. Katiyen beş kuruş istemiyorum, bazen uçak paramı da kendim karşılıyorum, ekseriyetten biletimi alıyorlar nadiren kendim de biletimi alıyorum. Allah'ıma çok şükür para almıyorum ama lezzet alıyorum (bunu derken gözyaşlarına hâkim olamıyor). Ne yapayım muhabbet duyuyorum, yani manevi lezzet alıyorum.

Sizi neden Çantacı Necmi diyorlar, bu nam ve unvan nereden geldi, nasıl üzerinizde kaldı?

(Gülerek söze başlıyor) Öyle ya adama Somuncu Baba demişler, Terzi Baba demişler, Telli Baba demişler, işletmesini şimdi oğluma bıraktığım senelerden beri devam eden bizim bir çantacı dükkânımız var; birisi Diyarbakır'dan İzmir'e geliyor, Nur Cemaatini bulacak ona diyorlar: "Basmane'de Çantacı Necmi var onu buldun mu cemaati bulursun". Erzurum'dan geliyor Çantacı Necmi, Antalya’dan geliyor Çantacı Necmi, Çantacı Necmi... İsmimiz çıkmış 9'a inmez 8'e işte bu böyle...  Çantacıyız bu unvan oradan kaldı. Köfteci Mehmet, Pideci Hasan,  Gemici Mehmet bu böyledir yani bizim ismimizde böyle kaldı. 

Nur Cemaati'nin farklı kolları, meşrep ve tarzları olduğunu biliyoruz. Bunların hikmeti nedir? "Nur Cemaati niye farklı kollara ayrılmış?" diyenlere nasıl cevap verilebilir?

İlk başta kendilerine "yazıcılar" diyen kardeşlerimiz ayrıldı. Yazı; o dönem (1946 yılına kadar elle Osmanlıca olarak yazılan ve çoğaltılan Risale-Nurlar 1946'da Latin harfleri ile önce teksir, 1950'den sonra da matbaalarda basıldı) çok mühim,  üstat zamanında bu eserler hep elle yazılarak çoğaltılmış, üstat yazı yazanları da methediyor. Yazı o günkü şartlarda çok gerekli, Risale-Nurlar’ı Osmanlıca (Arap harfleriyle yazılan Türkçe) olarak aslını muhafaza ederek yazmak hem Kur'an hattının muhafazası sağlanıyordu, hem de iman hakikatleri bu yolla etrafa neşroluyordu. Velhasıl o günkü şartlarda yazı çok lazımdı, sonraki yıllarda eserler matbaalarda basılmaya başlamış olsa da, yazı gene devam ediyor ama eskisi kadar değerini ve önceliğini kaybetmişti fakat üstadın bu hatırasına sadakat gösterip, elle yazmayı önceleyenler ana gövdeden ayrılıp “Yazıcılar” diye bilenen bir cemaati teşekkül ettirdi. Ondan sonra cemaatimizden bir grup arkadaş da çıktı Yeni Asya diye bir gazete çıkardı. Bunlar,  Süleyman Demirel'e takıldılar falan... O dönem cemaatin büyük kısmı "bizim işimiz gazetecilik ya da siyasetçilik değil" diye karşı çıkınca bir kısım arkadaşımız da "Yeni Asya'cılar" adıyla bilinen cemaati teşekkül ettirerek ayrıldı, sonra FETÖ'de o da o dönem bizim içimize girmişti,  o da bir grup kurdu ayrıldı. Bir grup kardeşimiz de bugün şöyle diyor: Bu kitaplar direk okunsun, hiç kimse yorum yapmasın bir grup da bu şekilde ayrıldı. Böyle yani... Biz iman esaslarına ve İslam hükümlerine ihanet etmedikçe, sapıtmadıkça (FETÖ gibi) hepsi ile  yine kalben, ruhen beraberiz hiçbir adavetimiz, dargınlığımız, düşmanlığımız, küskünlüğümüz yok. Hizmetimiz ayrı ayrı olabilir...

Zaman tarikat zamanı değil derken kastedilen nedir, Bediüzzaman tarikatlara karşı mı çıkmaktadır?

Üstadın "şimdi tarikat zamanı değil" demesi yani halkın çoğunluğu tarikata gitmiyor artık, eskidenmiş o. Şimdi karpuz zamanı mı (Ağustos ayındayız) evet, karpuz zamanı. Kışın karpuz yenmez mi yenir ama zamanı değil (gülerek), şimdi karpuz zamanı. O bakımdan herkesin önünde bir karpuz, herkesin evinde bir karpuz. Yani: Tarikat zamanı değil dediği  halk tarikata hazır değil, bizim hizmette alıyor adam kahveden arkadaşını getiriyor. Adam ne İslam'ın şartını biliyor, ne imanın şartını biliyor,  ne abdestin farzını ne de 12 farzı biliyor, hiçbir şeyi bilmiyor adam. Tarikat bunu zaten kabul etmez. Tarikatçı bunu zaten kabul etmez. Neden kabul etmez: tarikata girecek adamın bir altyapısı olması lazım. "Ağabey arkadaşı taş döşüyordu okeyden aldım getirdim, fayans döşüyordu tuttum getirdim." diyor.  Bakın nerelerden bize, Nur Cemaatine adam geliyor. Bize gelen adamlara biz, öyle bir anlatmamız lazım ki yani adam bizi anlayabilsin. Ben bir gün hapishanede mahkûmlara konuşuyorum (ders yapmayı kastederek) onlara papazdan nakil bir hikâye anlattım. Olay şöyle: "adamın birisi 99 kişiyi öldürmüş, fakat vicdanı bir kurtuluş ümidi arıyormuş acaba Allah beni affeder mi diye yollara düşmüş, ona demişler; falan yerde bir papaz var, ona git belki sana yardım eder, soruna cevap verir. Adam gitmiş papazı bulmuş 'sayın papaz efendi: ben 99 kişiyi öldürdüm ama artık tövbe etmek, iyi yola girmek istiyorum, bunun için de istiğfar edeceğim benim için de bir rahle-i necat, bir ümit var mı, bir kurtuluş yolu mümkün mü? ' diye sormuş. Papaz da: 'ulan köftehor 99 kişiyi öldürdün daha ne kurtuluşu arıyorsun' diye cevap vermiş, ha öyle mi deyip silahı çekip onu da öldürmüş 'bari yüz olsun' demiş. Derler ya 'papazı bulmuş'... Fakat adamın vicdanı hala canlı ki gene duramıyor hala bir arayış içinde diyorlar ki  'burası İzmir, Aydın'da bir papaz var git ona belki daha âlim biridir' adam tereddüt etmeden çıkıyor yola o papaza gidiyor. 'Efendim ben yüz kişiyi öldürdüm bana da bir kurtuluş yolu var mıdır, tövbe etmek istiyorum?' diye soruyor. Papaz: 'evladım sen yüz kişi öldürdün sayısı belli, sınırı belli Allah'ın rahmeti ise sonsuz sen tövbe istiğfar et, umulur ki Allah affeder. Başka bir Allah yok ki ben af etmiyorum desin, Canab-ı hak malikel mülk yatasarrefe keyfe yeşa (Mülkün ebedi ve tek sahibi. Mülkinde dilediği gibi tasarruf eden, dilediğini öldüren, dilediğini yaşatan, dilediği gibi var eden, dilediğini yok eden) affeder mi affeder sen yeter ki samimi olarak tövbe istiğfar et. Yalnız bir daha buradan İzmir'e geri gitme artık, Aydın'dan Muğla'ya doğru gidersin senin bu eski arkadaşların seni gene bozarlar onun için sen geriye dönme' bunun üzerine adam papazı dinliyor,  geri dönmüyor. Muğla'ya doğru mesrurane bir şekilde giderken yolda vefat ediyor. Bunun üzerine azap melekleri geliyor adamı cehenneme götürecekler, fakat o sırada rahmet melekleri de geliyor cennete götürecekler melekler arasında bir münakaşa çıkıyor. Melekler arasındaki bu durumu Cenab-ı hak tabiî ki görüyor. Biz buna ne diyoruz: cilve-i rabbaniye Allah (cc): 'ya Cebrail git bunların arasını hallet, bunlar (melekler) işi kavgaya döktüler' (bunları kendine has üslubuyla gülerek anlatıyor.) Cebrail (as) geliyor 'ne oluyor burada' diyor. Melekler adamın durumunu Cebrail'e anlatıyorlar. Cebrail (as): 'şimdi durumuna bakıp ona göre karar vereceğiz. Bu adam bulunduğu mahalden çıkmış başka bir beldeye kurtuluşa ermek için giderken burada vefat etmiş, gideceği beldeye mi yakın, çıktığı beldeye mi yakın bunu hesaplayacağız' demiş. Melekler ölçüyorlar, hesaplıyorlar bakıyorlar ki adamın öldüğü yer, gideceği yere daha yakın, tamam, mikat (sınır) bölgesini geçmiş diyorlar. Hani yol tabelalarında Manisa il sınırı yazıp üzerine kırmızı çizik atılıyor ya onun gibi bakıyorlar ki adam sınır bölgesini geçmiş. Bu durumda Cebrail (as): 'bu affedildi' demiş”. Mahkûmlara bu hikâyeyi böyle anlattım. Mahkûmlardan birisi ayağa kalktı o da katil, "hocam o papaz karo papazı mıydı acaba maça papazı mıydı" şeklinde istihza-i bir üslupla bunu sordu. İskambil kâğıtlarında var ya hani... Ulan baktım adama, tebessüm ederek ona: "ya sen ne mübarek adamsın, seni ekmek arası yaparım" dedim. O da bana: "ben de seni çiğ çiğ yerim hocam" dedi, geldi elimi öptü, boynuma sarıldı. Şimdi ben bu adama "ya bu kadar ciddi bir konuşmada kalkıyorsun ne konuşuyorsun, ortamı sulandırıyorsun" deseydim gücenirdi. Ben öyle deyince ne yaptı, geldi boynuma sarıldı ve elimi öptü. Kur'an-ı Kerimde bir ayet var "ve iza hatabehumül cahilune kalu selama (ve cahiller kendilerine laf attığında Selam derler geçerler). Böyle...  Durumunu bileceksin, adamına göre konuşacaksın, yerine göre laf edeceksin,  söylediğim söz tesir mi edecek, yan tesir mi edecek bunları düşüneceksin yani...

Gelecek haftalarda;

  • İslam âlemindeki geri kalmışlık nedendir? Nerede bir savaş varsa orası Müslüman memleketi, nerede bir sefalet varsa bakıyorsun İslam memleketi, işte Yemen, işte Suriye, işte Afganistan ve daha… Neden bu dünya inanmayana terakki yeri olsun da Müslümanlara tedenni yeri olsun?
  • İslâm'da reform, İslâm'ın güncellenmesi, çağa uydurulması gibi konulara Risâle-i Nur'un bakışı nedir?
  • Irkçılığa ve milliyetçilik konusuna Bediüzzaman'ın bakışı nedir?
  • İslâm Âlemi'nde ve Müslümanlar arasındaki ayrılıkların, fitne ve savaşların bitmesi neye bağlıdır? Bunlara karşı Bediüzzaman'ın çözüm teklifi neler olmuştur?
  • Hükumetin "kadın-erkek eşitliği, kadın açılımı, pozitif ayrımcılık politikalarını, kadınların sosyal hayatta aktif olmasını, eviyle, eşiyle ve çocuklarının terbiyesiyle ilgilenmekten çok dış işlerde çalışmasını teşvik etmesini, kadının bir şikâyeti üzerine erkeğin evden uzaklaştırılmasını bir Risâle-i Nur talebesi olarak nasıl karşılıyorsunuz?
  • Bediüzzaman'ın Mustafa Kemal'e bakışı nasıl olmuştur?

Bu soruların ve daha fazlasının cevabını röportajlarımızda okuyabilirsiniz…

Röportaj: Bilal Dursun Yılmaz

adminadmin