Samsun Haber
Giriş Tarihi : 11-03-2012 17:49   Güncelleme : 11-03-2012 17:49

Schrödinger'in Kedisi’nin izinde..

Eski Türkiye'de kural, sağcı, solcu, Türkçü, İslamcı, liberal ya da cumhuriyetçi, tüm düşüncelerin çoğunluk tarafından kabul edilebilecek şekilde yontularak 'merkez'de toplanmasıydı.

Schrödinger'in Kedisi’nin izinde..
Bayanlar, Baylar, eski Türkiye'de kural, sağcı, solcu, Türkçü, İslamcı, liberal ya da cumhuriyetçi, tüm düşüncelerin çoğunluk tarafından kabul edilebilecek şekilde yontularak 'merkez'de toplanmasıydı.

Liberalizm-sosyal demokrasi, liberalizm- İslamcılık gibi aksi kutuplarda yer alan siyasi düşüncelerin birlikteliklerinin ancak ve ancak tarafların ideolojilerinden taviz vermeleri halinde mümkün olabildiği gerçeği göz ardı edilmişti.
 
Eski Türkiye'nin insanları, anacılığın baskın olduğu bilinçsizlik döneminden çıkamadıkları, 'ön-insan' hüviyetini aşıp bireyselleşemedikleri için, bağımsız düşünme ve soyutlama yetisini kazanamamışlardır. Bu talihsizliğin sonucu olarak, Türkler, 'Neo-Faşizm' dediğimiz, 'Uzlaşma Yönetimi'ne mahkum olmuşlardır. Uzlaşma Yönetiminin belirleyici niteliği ideoloji yokluğudur.
 
Eski Türkiye'nin, ideolojisi yoktu. Eski Türkiye'nin, siyasi ilkeleri, teorileri, idealleri, felsefesi yoktu. Yönü, hedefi, pusulası, öngörüleri olmadığı gibi, liderliğinin entellektüel unsurları da yoktu. Eski Türkiye kültürü, duyguların egemenliği altındaydı. Başat duygu da korkuydu. Evet, korku!
 
Bayanlar, Baylar, toplumlar, felsefi temelleri kadar sağlamdırlar. Siyasi felsefesi olmayan bir ülke, okyanusun ortasında, rüzgarın merhametine sığınmış, rastgele yolalan bir gemi gibidir. Kamaralarına sığınmış yolculardan tek bir ses duyulur: 'Oturun oturduğunuz yerde! Gemiyi sallamayın!' Yolcular birbirlerini hareketsiz kalmaya teşvik ederler çünkü kaptan köşkünün boş olduğundan korkmaktadırlar.
 
Bayanlar, Baylar, sallanmaya gelmeyen bir geminin denize layık olmadığı açıktır. Ancak, bu gerçeğin farkına varabilmek, idrak gerektirir. Bilinç öncesi dönemini yaşayan ön-insanlar, idraktan yoksundurlar. Tıpkı bir çocuk gibi, yakın çevrelerinde bulduklarına tutunurlar. Değişiklik istemez, değişiklikten rahatsız olurlar. Gözlerini kapatırlarsa onları rahatsız eden gerçekliğin ortadan kaybolacağına inanırlar.
 
İdeolojisiz yaşanamayacağının idrakında olanlar, ön-insan dönemini arkada bırakmış, 'us'lanmış birey ve toplumlardır. Buna karşın, eski Türkiye'nin ideolojisinin anti-ideoloji olduğunu söyleyebiliriz. Anti-ideolojinin diğer adı Uzlaşma Yönetimi'dir.
 
Uzlaşma, çoğunluğun kendilerini doğrudan tehdit etmediği için tümüyle reddetmediği, genelde kabul edilebilir siyasi düşünceleri kapsar. Genel kabul edilebilir siyasi düşünceler, asgari müşterekleri içerdikleri için ‘ılımlı siyaset’ denilen, amacı toplumsal asabiyeti yatıştırmak olan, sözel törenle sonuçlanır.
 
Uzlaşma Yönetimi, aklın değil, akla uydurmanın yönetim biçimidir.
 
Uzlaşma Yönetimi, ödün vermeyen düşünceleri 'aşırı uçlar' olarak mahkum eder. 'Aşırılık' kötülükle, fanatizmle eş tutulurken, 'ılımlılık' erdemlerin en yücesi olarak alkışlanır.
 
Eski Türkiye'de kural, sağcı, solcu, Türkçü, İslamcı, liberal ya da cumhuriyetçi, tüm düşüncelerin çoğunluk tarafından kabul edilebilecek şekilde yontularak 'merkez'de toplanmasıydı. Liberalizm-sosyal demokrasi, liberalizm- İslamcılık gibi aksi kutuplarda yer alan siyasi düşüncelerin birlikteliklerinin ancak ve ancak tarafların ideolojilerinden taviz vermeleri halinde mümkün olabildiği gerçeği gözardı edilmişti. Aklın ve ahlakın hüküm sürdüğü yerde, ılımlılık diye bir şeyin olamayacağı düşünülemedi. Oysa, Gezegenimizin uzun sakallı bir adam tarafından yedi günde tasarlandığına inandıkları için, insan tabiatının Tanrı'nın iradesi dışında oluşamayacağını savunanlarla Darwin evrimcileri arasında tek bir uzlaşma olabilirdi: anti-ideolojide uzlaşma! Eski Türkiye, anti-ideolojide uzlaştı.
 
Uzlaşma Hükümetleri, aklı ve ahlakı Ülkelerinin gündeminden düşürdüler, geride Türkiye’nin tüm işlerinde söz sahibi, eleştiriye ve muhalefete izin vermeyen, güçlü, merkeziyetçi hükümetler kaldı. Bu hükümetler, üretim kaynaklarının sahipliğini bireylere bırakmakla birlikte denetimini ellerinde tuttular."
 
İlk bakışta siyasi bir istikrarı varmış gibi görünmekle beraber, ekonomik açıdan tam bir bir özgürlükler ve denetimler karmaşası olan karma-ekonomi, Uzlaşma Yönetiminin doğal sonucudur. Özgürlükleri ve denetimleri tanımlayacak ilkeleri, kuralları ya da teorileri olmayan karma-ekonomilerin, ön-koşulu, gereksinimi, olmazsa olmazı, ödündür.
 
Karma ekonomileri, baskı grupları yönetirler. Baskı grupları, özel çıkar sağlamak için ahlak dışı bir iç-savaş sürdürürler. Amaçları hükümet mekanizmasını kısa bir süre için ele geçirerek, hükümeti, kendilerine başkalarının sırtından çıkar sağlayacak yasalar çıkarmaya zorlamaktır. Bireyin haklarını tanımayan, ahlakı ya da yasal ilkeleri de olmayan karma ekonomilerin düzene benzer bir şeyi kurabilmeleri için, kendi elleriyle yarattıkları yağmacı baskı gruplarını zaptırapt altında tutmaları, yasal yağmanın yasa-dışı yağmaya dönüşmesini önlemeleri gerekir. Bu da ödün demektir. Karma-ekonomiler, hayatın her safhasında, maddi, manevi, entellektüel alanlarda, ödün vermek zorundadırlar. Ödün verilmezse, baskı gruplarının elden çıkması, zaten çürük olan sistemi büsbütün çökertecek taleplerde bulunmaları önlenemez. Ödün kültü, karma ekonomilerde yeşerir.
 
Ödün Kültünde, istatistikler doğruların, oylar ilkelerin, sayılar hakların, kamuoyu yoklamaları ahlakın, yerini alır. Pragmatik, günlük beklentiler, ülke çıkarlarının kıstası sayılır. Doğru-yanlış, taraftarlarının sayısı ile saptanır. Yeterli taraftar bulan herhangi bir istek, haklı bir talep olarak kabul görür. Çoğunluk, azınlığın üzerinde hakimiyet kurarken, çeteleri yanına alır. Bütün bunlar, Uzlaşma Yönetimi tarafından ılımlılık perdesi altına saklanır. Karma ekonomi sürecekse, hiç bir şeyin sağlam, kesin ve kat'i kalmasına izin verilemez. Herşey, akıcı, esnek, kararsız ve 'yaklaşık' kalmak zorundadır. Karma- ekonomiler Saçaklı kalmak zorundadır.
 
Karma-ekonomide tek bir ilkenin mevcudiyetinden bahsedebiliriz: hiç kimsenin çıkarının güvende olmaması ilkesi. Bu düzenlemede, bireylerin çıkarı kamuya açık bir müzayedeye çıkarılmış gibidir; kim daha çok verirse onun üzerinde kalır. Yaşayakalmak için birbirleriyle savaşan ekonomik çıkar grupları, kimi zaman haklı kimi zaman haksız saldırılarla, ülkeyi orman kanununlarının yaşandığı bir savanaya döndürürler. Bu karmaşa, Çin'in üretken unsurlarını yüzyıllarca talan eden haydut çetelerinin kaotik yönetimine benzer.
 
Karma-ekonomilerde bireylerin davranışlarını yönlendirecek standartlar yoktur. Herkes, günlük çıkarı doğrultusunda hareket etmeye koşullandırılmıştır. Ödün verilmeyen değerler, erdemler ya da düşünceler, karma ekonomilerin düşmanıdır. Ödün vermeyen bireyler, gruplar ya da eylemler, karma ekonominin düşmanlarıdırlar. Tutarlılık, karma ekonominin düşmanıdır. Karma ekonomilerde, kaypaklar ve dönekler kazanırlar.
Karma ekonomilerde herşey her şey mümkündür, her şey satılıktır - kimin daha iyi baskı koyduğuna, dalavere yaptığına, halka ilişkilerinin gücüne, al-gülüm-ver-gülüm düzenlemesine, kazık atma, yalvarma, rüşvet verme, ihanet etme potansiyeline bakar. Baskı grupları, yasal silahlı kuvvetleri, yasal olarak silahsızlandırılmış bireylere karşı kullanmaktan da çekinmezler.
Güçlü devlet, karma ekonominin ödüne tabi olmayan tek ilkesidir. Güçlü devlet, güçlü çıkar grubunun yanında olan devlettir. Güçlü devlet, yapanın yaptığının yanında kalmasını sağlayan devlettir. Güçlü devlet, özgürlük taleplerini anında boğan devlettir. Neo-faşizm dediğimiz yönetim biçimi budur.

Öte yandan, kapitalizm, Modernist düşüncenin zirvesi sayılan Marksizm taraftarlarının iddia ettikleri gibi ‘devletin hakim sınıfların çıkarlarını kolladığı’ bir sistem değildir. Devletin özel mülkiyeti kolladığı sistem kapitalizm değil, faşizm’dir. Kapitalizm, her türlü korunmayı reddeder. Kapitalizm, özgürlüktür. Ne var ki, çocuklar ve ön-insanlar özgürlükten kaçarlar..
 
adminadmin