Fikir
Giriş Tarihi : 09-12-2020 06:24   Güncelleme : 09-12-2020 06:24

Bin Miligramlık Türkülerin Gücü

Türküler eşliğinde, türkülerin gücüyle yazı yazmanın vecdini yaşadınız mı hiç? Bu dünyaya eyvallah etmemek ve vecdin en katışıksız mânevî gücünü yaşamak için günde bin miligramlık birkaç türkü dinlemek lâzım. Uydurma olmayan, modernlerin ve lümpenlerin elinde asaletini kaybetmeyen her türkü yüreğimize ve dimağımıza güç verir.

Bin Miligramlık Türkülerin Gücü

Yozlaştırılmamış eski türkülerimizi dinlerken ulvî ve insanî olan her eylem, fikir ve duygunun faturası ne olursa olsun ödeme gücünü kendimde bulurum. Türkülerin gücünü kâl ehli fark edemez. Bundandır ki, kıylükâl bir zevk ve vecd içinde olanlar türkülerin gücünü hissedemezler.

 

Türkülerin gücünü ehl-i hâl olan bilir

Hâl ehli olan bilir türkülerin gücünü. Her gönlün kıvamına uygun türkülerimiz vardır şükür. Kimi zaman bir türkünün gücü gönül ve dimağı öylesine sarar ki, eğer hâl vehbî ise insanın cezbesini atom enerjisinden daha ziyade kılar. Yürek gücünü türkülerden sağlayan insanlar, mâveradan hâllere kanatlandıracak hususi türkülerini her daim gönlünde bulundurmalı. 

 

Âcizane benim türkülerim Sivas’ta başlar, Keskin’de biter. Sivas türkülerinin gücü vecdimi en çok harekete geçiren, “hâl” ve meşrebime en ziyade denk düşen türkülerdir. Bunun sebebi, Mevlevî ilahîlerinde olduğu gibi, Sivas türkülerinin na’t, münacaat, mersiye, miraçnâme ve semâhları, tasavvufî hâlleri, zikrin cezbeye dönüşünü ve erenlerin hakikat “yol”larını çokça nağmelendirmesidir. Dahası, Sivas türkülerinin dili, hüzünkâr meşrep ve ruhumu daha fazla kıvrandırmasından ve ardından mâveraya kanatlandırmasındandır. Bu “hâl”, diğer aziz türkülerimizi küçük görmek mânasına gelmez.                                                                                                                                                               

 

Çobanla Cumhurbaşkanının gönlünü türküler birleştirir

Bu ülkede kalp ve fikir birliğini oluşturma yollarından biri de türkülerin gücüdür. Çünkü “türküler millet demektir.” Gümrük kapılarını türkülerle donatalım ki, serhat burçlarından girecek her yabancı kültür önce türkülere toslasın. Köydeki çobandan Ankara’daki cumhurbaşkanına uzanan mânevî bir köprü tesis edilmeli ve köprünün iki tarafından türküler söylenerek yürünmeli, diyorum. Bir zamanlar usta türküdarımız Neşet Ertaş’ın Cumhurbaşkanının köşküne dâvet edildiğini, Cumhurbaşkanın da “Gönül Dağı” türküsünü dinlemek istediğini duyduğumda yıllar önce söylediğim “Köydeki çobandan Ankara’daki Cumhurbaşkanına uzanan yolda türküler söylenmeli” sözümün gerçekleştiğini sanmış ve Türkiye’nin kurtulacağı duygusuna kapılmıştım.

 

Türkü bu kadar güçlü olduğu içindir ki, 1934’de yasaklanmıştır. Aslında yasaklanan ve korkulan milletin türkülerle yaşattığı inançları ve yürek gücüydü. Bir yazarın ifadesiyle “Halkı sevip türküsünü sevmemek” nerede görülmüştür? Merhum Nevzat Kösoğlu yüreğimizi şahlandıran sözlerini türkü ve millet düşmanlarının kalbine ok gibi saplamıştı:

 

“Biz türküleri sokakta mı bulduk sanıyorlar? Kaç bin yıl var ki ölülerimize ağlarken, düğünlerimizde söylerken ve savaşlarımızda nârâ atarken sesimizi terbiye ettik; hançeremizin bütün gücüyle söyleye söyleye bu hâle getirdik. Çin Seddi’nden Viyana’ya, Moskova kapılarından Yemen’e kadar o muazzam coğrafyanın genişliğinden ve derinliğinden nice zenginlikler devşirerek ruhumuzun ahengini kurduk...”

 

“Ölmeden önce bir türkü dinlemek istiyorum”

Türküler, millete aidiyet hissettiren, milletin ve vatanın varlığını kalbimize ve fikrimize düşüren ruhî bir güçtür. Bundandır ki, Cengiz Aytmatov’un “Beyaz Gemi” romanında Mümin dede torununa, türkülerin gücüne inanan bin hanın efsanesini anlatırken, Allah şahittir ki, vecd ile “ah, benim türkülerle güçlenen yüreğim!” demiştim.

 

Mümin dedeyi dinleyelim: “Geçmiş zamanların birinde bir han, bir hanı esir almış. ‘İstersen kölem olup uzun zaman yaşarsın, istemezsen en büyük arzunu yerine getirir ve sonra seni öldürürüm’ demiş. Esir olan han, ‘köle olmak istemiyorum, beni öldür daha iyi. Öldürmeden önce vatanımdan herhangi bir çobanı buraya getirtmeni istiyorum’ demiş. Öbürü, ‘ne yapacaksın o çobanı?’ demiş. ‘Ölmeden önce ondan bir türkü dinlemek istiyorum’ demiş.”

 

Efsaneyi dinleyince türkülerin iksirli gücü damarlarına yürüyen toruna kulak verelim şimdide: “Dedem diyor ki, işte böyle, vatanlarının bir türküsü için canlarını feda eden insanlar varmış. Böyle insanları görmeyi ne kadar isterdim. Herhalde onlar büyük şehirlerde yaşıyorlar. Türküyü dinlerken dedem kulağıma fısıldar: İlahi! Ne büyük insanlarmış eski insanlar! Ne türküler yakmışlar, ya Rabbim! Bilmem neden, o anda dedeme çok acıyor, onu öyle seviyorum ki ağlamak geliyor içimden.”

 

Ölmeden önce kendini güçlü kılacak son dua gibi, en temel yürek gücünü bir çobanın söyleyeceği türküde bulan esir hanın duygu ve hâllerini âcizane iyi anlıyorum.

*****

Üsküp’e şiir okumaya giden dost

KSÜ’de öğretim görevlisi olan dostumuz İsmail Göktürk, kimselerin seyahate cesaret edemediği korona salgının kol gezdiği şu kış günlerinde Aziz İstanbul şairi Yahya Kemâl’in ve Akıncı Beyi Paşa Yiğit Bey’in memleketi Üsküp’e gitti ve geldi. Kuzey Makedonya Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı desteğiyle, Makedonya Türk Sivil Teşkilatları Birliği tarafından 2 Aralık 2020 tarihinde Üsküp’ün Türk Çarşısı’nda tertip edilen “5. Uluslararası Yahya Kemâl Beyatlı Türkçe Şiir Şöleni” ne Türkiye’den dâvetli olarak katılan İsmail Göktürk’ün, Üsküp’e dair yazdığı şiirini Türk dünyasından şair ve misafirlerin olduğu bir topluluğa okuduğunu öğrendim. Üsküp’e dair yazdığı şiirini salgından dolayı henüz dinlemedim ve kendisi de şiirini şimdilik aşikâr etmek istemedi. Çünkü bu şiirini korona kısıtlaması kalkınca “paralı” okuyacağını beyan etti.

 

Öğrendiğim sadece Üsküp Şiiri’ni yazıp okuması değil. Yahya Kemâl’in doğduğu evi ziyaret etmiş önce. Ve pür heyecanla, 14. asrın sonları ve 15. asrın başlarında Balkanlarda fetihler gerçekleştiren ve “Üsküp'ün fatihi” unvanına sahip Üsküp Sancağı’nın Beyi Saruhanlı Paşa Yiğit Bey’in adını taşıyan Paşa Yiğit Câmii ve Türbesi’ni ziyaret etmiş. Paşa Yiğit Bey ki Üsküp’de evlenip orada vefat eden ve görevini oğlu İshak Bey’in ve diğer oğullarının aldığı Osmanlı Türk ordusunun emrindeki Akıncı Beylerindendir. Sonra, Paşa Yiğit Bey’in oğlunun adını taşıyan Alaca İshak Bey Câmii, Murat Paşa Câmii ve 15. asrın sonunda İkinci Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde vezirlik yapan Mustafa Paşa tarafından yaptırılan Mustafa Paşa Câmiine Osmanlı Türk ruhuyla girip çıkmış.                                                                                               

Ecdadın yaptırdığı câmilerin verdiği cezbe ile durmayıp, Fatih Sultan Mehmed’in otağını kurduğu yer olan Sultan Murad Bayırı’nı ziyaret etmiş. Türk Çarşısı’ndaki Kurşunlu Han, Sulu Han ve Kapan Han da Üsküplü eski Türk âhilerini yâd etmiş. En heyecan verici diğer ziyareti de Osmanlı şehri Üsküp’ün sembollerinden olan Vardar Nehri üzerine Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı on üç kemerli Taşköprü’de tur atmasıdır. Hâsıl-ı kelâm; böylesine fikirli bir seyahat nasip olmuş o dosta, bize de dinlemesi düşer. ([email protected])

Recep YAZGANRecep YAZGAN