Fikir
Giriş Tarihi : 13-08-2024 12:25   Güncelleme : 13-08-2024 15:12

Devrimci Mehmet Doğan

Kardan göz gözü görmediği, soğuktan muhataplarına ulaşamayan kelimelerin havada donduğu bir iklimde bir aradaydık en son.

Devrimci Mehmet Doğan

Ahmet Yesevî’nin yanına varmakken niyetimiz, kışla sınanıyorduk. Yollar uzuyor, soğuk bileniyordu ayaklarımızın altında. Konuşmak için açılan ağızlarımızdan nefeslerimiz salınır salınmaz bir duman kuşatıyordu yüzlerimizi; herkes kendi sisinin mahkûmuydu artık. Ne ufuk ne merhametli bir ateş canlanıyordu gözlerimizin önünde. Bozkırın çocuklarına dönüşecektik her geçen dakikayla.

 

Böylesine uzun ve meşakkatli bir yolculuğa neden çıkmıştık, diye kimse düşünmüyordu çünkü seyahatin çağrısı, geri çevrilmeyecek birinden gelmişti; D. Mehmet Doğan’dan. Onun çağrısıydı hepimizi yıllardır aynı ülkünün etrafına toplayan çünkü. Milletine ve onun inşa ettiği medeniyetine olan sarsılmaz inancı, çevresindeki herkese önünde sonunda sirayet ediyordu. Çünkü davasında samimi, imanında kararlıydı her zaman. Kültürümüzün inşası konusunda tavizsiz tutumuydu işte hepimizi kıyıcı soğuğun ellerine teslim eden. Fakat yine bu tavizsiz tutumuydu yolculuğun sonunda ab-ı hayat hükmündeki sıcak çorbaya bizi kavuşturan.

 

D. Mehmet Doğan’la dünya coğrafyasının neresinde olursak olalım evimizde hissettik kendimizi. Diyarımızın yaşadığımız topraklardan ibaret olmadığını sadece sözleriyle değil, o coğrafyalardaki rehberliğiyle de gösterdi çünkü bize. Büyük bir azimdi bu çevresine halka halka yayılan. Sınırları yumuşatan, silen bir kültür ve inanç hareketi. Belli ki yanında yetiştiği Topçu’nun devinim cevherini miras almıştı Doğan. Nereye adım atsa orada bir canlılık hissedilmeye başlıyor, hayaller daha hakikate dönmeden görünür oluyordu. Çünkü D. Mehmet Doğan demek, bir tarafıyla da tecrübenin bütün kuşakları kapsaması demekti. O “Aziz” dedikçe biz onu aziz bildik.

 

Güzel işler kendiliğinden güzel olmuyor, irade sahibi adamlar meşaleyi yakmadıkça bütün projeler karanlıkta kalıyor. Düşlerin gerçekleşebilmesi kuşatıcı bir bakışla mayalanmalarına bağlı ve yeni Nasrettin Hocalara ihtiyaç var bu yüzden. Doğan’ın gölü mayalamaktan daha zor bir işe kalkıştığını söylesek abartmış olmayız. O yıllardır içine kirli suların karıştığı, neredeyse asli hüviyetini kaybetmeye yüz tutmuş bir denize salladı kaşığını. Dil deniziydi bu ve üzerinde fırtınalar kopuyordu. “Doğan Sözlüğü” bu anlamda bir sözlük olmanın ötesinde Nuh’un gemisidir.

 

Daha ilk yazdıklarında haberleşmenin önemine dikkat çekiyordu Doğan. Dil demek yalnız an içinde haberleşmek değildi. Dili kaybetmek yalnız çağındakilerle değil, geçmişle iletişimini de bütün bütüne kaybetmekti. Bu ise daha büyük bir felaketin başlangıcıydı. Zira düşünme haberleşmeyle başlıyordu. İletişimin kesildiği bu “sarı nokta” düşünce körlüğünün başlangıcıydı. Kuruyan damarları yeniden canlandırmak istiyorsanız kültürel bir enjeksiyona açmalıydınız gözlerinizi. Zira Doğan’a göre, “Kelimelerden örülmüş bir dünyada yaşıyoruz. İnsan diliyle var olabiliyor. Bizden önce yaşayanların sadece bilgileri değil, hissiyatları da bu sayede bize ulaşıyor. Biz de tecrübelerimizi bizden sonrakilere kelimelerle aktarıyoruz. Zaman nehrinde kulaç atan insanoğlu varlığının bu boyutunu kelimelerle örülmüş metinlerden öğreniyor.”

 

Öte yandan Doğan’ın sanat eserlerini haberleşmenin asli unsurları olarak gördüğünü belirtmek durumundayız. Türkiye Yazarlar Birliği’ni değerlendirirken bu pencereden bakılması, yapılan işlerin hayati yönünün fark edilmesini sağlayacaktır. Doğan yalnız yerli düşünceye sahip yazarları aynı çatı altında bir araya getirmekle kalmamış, her yıl sanat ve kültür hasılasının değerlendirilmesiyle büyük bir haberleşmenin ilmek ilmek dokunmasına zemin hazırlamıştır.

adminadmin