Fikir
Giriş Tarihi : 02-03-2023 14:21   Güncelleme : 02-03-2023 14:21

Futbol Kulüpleri ve Siyaset İlişkisi

Vaktiyle TÜBİTAK Ortaöğretim Lise Projeleri Bölge Jürisi’nde görev yaparken Sosyoloji alanında bir proje önümüze gelmişti.

Futbol Kulüpleri ve Siyaset İlişkisi

Projeyi çok beğendik, bölge birincisi seçtik. Sonrasında bölgeden Türkiye geneli yarışmasına giderken artık top bizdeydi. Seçtiğimiz projelere destek oluyor, bilgimizi paylaşıyor, gençlerimize moral destek sağlıyor, onların önünü açmaya çalışıyorduk. Amaç bizden (bölgemizden) geçen projenin Türkiye derecesi yapması, böylece ilimizin öne çıkması, bilim insanı olma yolunda ilk adımlarını atmış olan gençlerimizi bu kararlarından ötürü cesaretlendirmekti. Bölgeden seçerek Ankara’ya gönderdiğimiz proje orada Türkiye derecesi yaparak birinci oldu. (Şimdi burada tarih, okul ve gençlerin isimlerini vermeyeceğim, merak eden arar bulur).

Bahsedeceğim husus bugünlerde gündemi meşgul eden futbol-kulüp-seyirci-taraftar-tezahürat-siyaset ilişkisi ile ilgili. Çünkü yukarıda bahsettiğim TÜBİTAK Projesinin de ana konusu tam da bu ilişkilerdi.

Proje içeriğinde gençlerimiz; X ilinde X spor kulübünün yönetici, kulüp, futbolcu, taraftar, seyirci ve şehir ilişkilerini araştırmışlardı. Araştırmada anket ve mülakatlar yaparak taraftarların görüşlerini almışlar, derneklerini ziyaret etmişler, özellikle lise çağında kendi yaşdaşlarının düşüncelerini öğrenip, bizzat maç günleri statlara giderek onların tribünlerdeki davranışlarını gözlemlemişlerdi. Bizde oluşan kanaate göre; bu proje ile gençlerimiz;  futbolun sadece futbol olmadığı, taraftarın sadece seyirci olmadığı, başkanın da sadece bir kulüp başkanından ibaret olmadığı sonucunu elde ederek çok önemli bir başarıya imza atmışlardı.

Bu araştırmada elde edilen en önemli sonuçlardan biri, belki de en önemlisi “taraftar dernekleri” ile “kulüp yöneticileri” arasındaki organik bağlardı. Bu bağlar öylesine karmaşık ilişkiler içeriyordu ki dışarıdan konuya yabancı olanların bunları fark etmesi neredeyse imkânsız gibiydi. Öğrencilerin tespit ettiği bu ilişkiler ağını göstermesi açısından, yine öğrenciler tarafından aynı araştırma çerçevesinde ortaya konan bir örneği (en basit ve en zararsız olanını) burada sunmak istiyorum:

Söz konusu X şehrinin X takımının filanca tarihte maçı var. Maç öncesi taraftar kulüplerinin başkanlarıyla bir buluşma gerçekleştiriliyor ve kulüp yöneticileri taraftar derneklerinin üyelerine dağıtılmak üzere bedava bilet veriyor. (Taraftar derneklerinin başkanlarının da kendi özel işleri ve işyerleri var, onların da taraftar derneklerinin üyeleri ile ilişkisi var, fakat biz şimdilik bu yazımızda o konulara girmiyoruz). Bedava bilet alan belli sayıdaki taraftar maç günü belli bir düzen içinde bayrakları ve sloganlarıyla statta yerini alıyor. (Bu arada maç deplasmanda ise, bu çekirdek taraftar grupları için yol paraları da bir şekilde karşılanıyor).

Maç başlıyor. Bir futbolcu var ki çok güzel oynuyor, sahayı rakiplerine dar ediyor. Fakat o da ne? Bu futbolcu alkış beklerken en küçük yanlışında, basit bir pas hatasında bile yoğun şekilde ıslıklanıyor, yuhalanıyor. Aynı takımda bir futbolcu daha var ki o da sahada adeta ölü gibi, amaçsızca dolaşıyor. Fakat ne hikmetse, bırakın gol olmasını, kale tarafına basit bir şut atsa bile büyük alkış alıyor. Tarafsız bir seyirci için bunlar anlamsız şeyler. Fakat taraftar derneklerinin yoğun ıslıklaması veya yoğun tezahüratları stadı etkilediği için seyircinin geri kalanları da buna uymak zorunda kalıyor.

Peki, aslında olan ne? İyi oynayan futbolcu niçin yuhalanıyor, kötü oynayan futbolcu niçin alkış alıyor? İşte kulüp yönetimi ile taraftar dernekleri başkanlarının yolu burada kesişiyor. İyi oynadığı halde ıslıklanan futbolcu aslında sözleşmesi bitmek üzere olan biri. İyi oynaması onun fiyatını arttırıyor. İyi oynadıkça başka kulüplerin ilgisini çekiyor. Bu durumda bu futbolcunun az parayla kulüpte kalması zorlaşıyor. Bu yüzden de söz konusu futbolcunun sezon sonunda kulüp yönetimi ile oturacağı pazarlık masasındaki gücünün değersizleştirilmesi gerekiyor. Öğrencilerin proje sunumları esnasında anlattıkları bir anekdot çok ilginçti. Maçta iki gol atan bir futbolcuya taraftarlar (ailesinin de izlediği maçta ailesini ve çocuklarını da işin içine katarak) en garız küfürleri ediyor, onun oyun içindeki moralini düşürmek için ellerinden geleni yapıyordu.  Bunun sebebini daha sonra anladıklarını, söz konusu futbolcunun yukarıda bahsedilen “sözleşmesi sona eren” futbolculardan biri olduğunu fark ettiklerini belirtmişlerdi.

O halde kötü oynayan, sahada ölü gibi dolaşan futbolcunun pohpohlanması, alkışlanması neyin nesiydi? İşte o futbolcu da kulübe faydası olmayan, transferde hata olmuş gözüyle bakılan, elden çıkarılması gereken, bu yüzden de gönderilecekler listesine alınan, giderken de kulübe küçük de olsa bir katkısı olsun istenen kişiydi. İyi oynamadığı halde şişirilerek fiyatı arttırılmaya çalışılıyordu.

Kısacası kulüp başkanı ya da kulüp yönetimleri; gerek kendi sahasında, gerek deplasmana götürerek ulaşım masraflarını karşıladığı, bedelsiz bilet temin ettiği taraftarlara, bu taraftar derneklerinin yöneticileri üzerinden verdikleri talimatlarla istediklerini yaptırıyor, İSTEDİKLERİ SLOGANLARI İSTEDİKLERİ İÇERİKTE ATTIRIYORLARDI. Kulüp yöneticileri taraftar derneklerinin başkanlarına, küçük bir işaretle, (belki günümüzde cep telefonundan küçük bir mesajla), İSTEDİKLERİ KİŞİLERİ İSTERSE YUHALATIYOR, İSTERSE GÖKLERE ÇIKARTABİLİYORDU.

Peki, bu ilişki sizce sadece sahadaki futbolcular için miydi? Geçmişte yaşanmış bir olayı lütfen hatırlayın; Fenerbahçe seyircisinin Beşiktaş teknik direktörü Rıza Çalımbay için açtıkları bir pankart vardı. O pankart da böyle bir şey miydi, bence evet. (Lütfen anahtar kelimeleri yazarak Google Görseller’e bakınız). Çünkü orada da rakip takımın antrenörünü değersizleştirme girişimi vardı. Kulüp izni olmadan o boyutta bir pankartı kim ve nasıl stada sokabilirdi ki?

Tekrar konuya dönecek olursak; Sosyoloji alanında Türkiye birincisi olan bu projenin çıktıları doğrulandı mı? Evet. 2010 Dünya Kupası elemelerinde Ermenistan’da Türkiye-Ermenistan milli maçı oynanmış ve tribünlerde nahoş olaylar yaşanmıştı. Bu maçın rövanşı için Ermenistan milli takımı Türkiye’ye geldi. Maç Bursa’da yapılacaktı. Dönemin her iki ülke cumhurbaşkanları da (o günkü şartlarda Ermenistan ile nasıl bir dostluk düşünüldüyse) tribünde yerlerini alacak, bu maç aynı zamanda bir barış maçı olacaktı. Fakat Türk seyirciler Ermenistan’daki maçta takımımıza garız küfürler savuran, çirkeflik yapan Ermeni seyirciye bir karşılık vermeyecek miydi? Elbette verecekti. Beklenen olmadı. Niçin? Şimdi o tarihlere gidip gazete kupürlerine bakılacak olursa, şöyle haberler görülecektir; “maç öncesi taraftar dernekleri ile görüşüldü”. Yani, gereken tembihatlar yapıldı, “tık çıkmadı”, “dostluk kazandı!!!”.

Sonuç olarak demem o ki; seyirciler durduk yere statlarda slogan atmaz, atamaz. Bir ön hazırlık olmadan tek başlarına atsalar da sesleri duyulmaz. Bu işlerde mutlaka bir organizasyon vardır. Statlarda bu organizasyonu yapan ve yapacak olanlar taraftar dernekleri (ya da başkaca özel) olarak organize olmuş kişilerdir. Kulüp başkanları ya da kulüp yönetiminin izni olmadan taraftar dernekleri ağızlarını açamazlar. Taraftar derneği başkanlarının benimsemediği hiçbir sloganı da taraftarlar atamaz. O halde statlarda atılan sloganların kulüp başkanları veya kulüp yöneticileri ve onların düşünce veya menfaat çevreleri ile mutlaka bir ilişkisi vardır.

Statlara siyaset girmişse, dostluk ve kardeşliğin olması gereken bu yerlerde insanlar kutuplaştırılıyor, kamplara bölünüyor, siyasi malzeme yaratılıyor, bir kısım insanlarımız ötekileştiriliyorsa bu işin içinde bir iş vardır. Ve işin içinde de kulüp yöneticileri ve taraftar dernekleri ilişkisinin olmaması düşünülemez. Bu ilişkiler mutlaka sorgulanmalı ve olayların perde arkası aydınlatılmalıdır. Bu yüzden nerede, nasıl ve kime karşı olursa olsun söz konusu tribün olaylarını asla basite almayalım. Bu tür provakatif girişimlere arka planı olan ve son derece organize bir iş gözüyle bakalım. Aksi takdirde statlar gibi kapalı alanlarda ortaya çıkacak bir kitlesel hareket, bu hareketten kaynaklanacak bir izdiham nice can kayıplarına yol açabilir. Düşman, yarattığı bu kaos sayesinde TV karşısında elini ovuştururken, bizler olayların arka planını göremez, tekrar sen-ben derdine düşer, acılarımızla baş başa kalırız.

Büyük bir afet yaşadığımız bu günlerde, hazır seçime 1-2 ay kalmışken ve demokrasi adına önümüze sandık konmuşken ülkemizde başka yaraların açılmasına lütfen göz yummayalım, uyanık olalım, büyük bir organizasyon ya da kumpasla karşı karşıya olduğumuzun bilincinde olalım, olaylara “seyirci kalmayalım”.

Prof. Dr. Cevdet YILMAZ - 19 Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi

 

 

 

Recep YAZGANRecep YAZGAN