Tütün hangarlarını mimarlık ve tasarım fakültesine dönüştüren süreci anlatıyor.
1 Mihmandarımız, aynı zamanda fakülteyi mümkün kılan üç mimardan biri.
2 Kamera arkasından da bahsediyor. İşçilerden ustalara, hayal ettiklerini gerçekleştirmede onlara güvenen ve destek veren rektörden hayırsever sermayedarlara kadar koca bir ekip…
Dışarıda toprağa, börtü böceğe can veren bir yağmur, uzun gövdeli çam ağaçlarını serinleterek aralıksız yağıyor.
MERDİVENİN KERESTELERİ ESKİ HANGARDAN
Hangardaki yapı malzemelerinden kurtarılabilecek olanlar temizlenerek, kesilip biçilip işlenerek üç yıllık yoğun bir çalışmayla fakülteye varlık kazandırmış. Üzerinde yürüdüğümüz karo mozaik zemin, hangarın da zemini sözgelimi. İç mekânı ikiye bölen asma katın çam ağacından kerestelerle uzanan zemini de öyle. İki katı birbirine açıklıkla bağlayan demir ızgaralara oturtulmuş merdivenlerin keresteleri bile eski hangarın malzemeleri.
İlk binanın asma katında yer alan, sarıya çalan kahverengi plakalarla ayrılmış öğretim üyesi odaları, siyah üzerine beyaz harfler yazılı zarif isimliklerle sıralanmış. Odalar bir U çizerek çay ocağıyla donatılmış seminer salonunda tamamlanıyor. Asma kat üstünde U’nun açıklığını geride bırakarak yürüdüğünüzde L’nin uzun bacağı açık bir koridor olarak uzanıyor. Sağa bakarsanız masa ve sandalyelerle donanmış zemini, açık bir derinlik olarak seyredebilirsiniz. Sola yönelirseniz çam ağaçlarına sokulan ahşap zeminli terasta oturup çay kahve içebilirsiniz. Öğrenci dolapları ve çalışma masalarına L’nin kısa bacağı üzerinde yer verilmiş. Öğrencilerin alın teriyle ıslanmış gibi duran proje paftaları kurusun diye ızgaralı panolara mandallanmış.
YORMAYAN BASAMAK ARALIKLARI
Yukarıdan kuşbakışı gördüklerinize yakınlaşmak isterseniz merdivene yönelmelisiniz. Usta bir halı satıcısının müşterisinin önüne maharetli bir tutuş ve salışla açıverdiği top halılar gibi üst kattan alt kata adımı yormayan basamak aralıklarıyla sizi zemin kata taşıyan merdiven, masa ve sandalyeleriyle geniş bir boşluğa açılıyor. Aynı mekânı uzaktan ve yakından, tepeden ve aşağıdan tecrübe ediyorsunuz böylece. Başınızı yukarı kaldırdığınızda binanın güneş ışığıyla yıkanmasına imkân veren çatı pencerelerini görüyorsunuz. Hangarın endüstriyel hafızasından bir hatıra olarak tavanı boydan boya dolaşan ince su boruları siyah üzerine kırmızı geçişli yangın sensörleriyle olası bir kazaya karşı tavanı bir uçtan diğer uca dolaşıyor. Camlı bir bölmeyle ayrılan masalı sandalyeli açıklığın gerisinde –yukarıdaki öğretim üyesi odalarının altında– dijital kütüphane, bilgisayar odası ve lavabolar yer alıyor.
TAVANA UZANAN DEVASA KÜTÜPHANE
İnşaat malzemelerinin her yere yayıldığı yapım aşamasındaki diğer binaya geçiyoruz. Kullanılan malzemeleri böylece daha yakından görüyoruz. Zemini kaplayan tahta talaşlar, işçilerin matkap ve çekiç sesleri, bir yerden bir yere oda oluşturmak için taşınan kontrplaklar arasında yapılmakta olanda yapılacak olanı gösteriyor mihmandarımız. İnsan iki kalas bir hevestir derler. Kalaslar arasında hayal edileni dinlerken o hevesi duyuyorum sesinde. Bir kare boşluk süs havuzu olarak su sesine yer açacak, küp biçiminde bir boşluk tavana uzanan devasa bir kütüphane olacak. Şu sıvaları tamamlanmış olan bölmeler lisans öğrencilerinin derslikleri olacak…
Sekiz dokuz metrekarelik yan yana sıralanmış küçük odalar dikkatimi çekiyor. Tez aşamasındaki lisansüstü öğrencilerin çalışma odaları olduklarını öğreniyorum. Pek çok üniversitede birden fazla öğretim üyesinin tek bir odayı paylaşmak durumunda kaldığını düşününce lisansüstü öğrencisine oda tahsisi şaşırtıyor benimle birlikte gezenleri de.
İlk binadaki ahşap malzemeleri destekleyen siyah boyalı ince demirler burada beyaza dönüyor, orta yerde bir merdiven bu kez salınarak değil dolanarak üstteki asma kata çıkıyor. Fotoselli lambalar bir yandan tasarruf sağlarken, öte yandan loşluk, aydınlık ve karanlıkla dalgalanan ışık oyunlarını güneşe bırakıyor.
Oradan başka bir fakülteye tahsis edilecek olan hangara geçecektik ki kararan hava, aralıksız yağmur müsaade etmedi. Ayrılmadan evvel son olarak yapım aşamasındaki kampüs camiine uğradık. Göğceli Camii’nden ilhamla tasarlanmış, kompakt bir külliye olarak inşa edilmiş cami, ibadete geleni de gelmeyeni de ağırlayacak mahfillerle teraslarla donatılmış.
Telaşlı cümlelerim arasına bir virgül koymalıyım. Bunca bilgiyi demleyecek bir aralık bulmalıyım.
ÇARPILMAYI ANLAYACAK BİR MESAFE
Gruptan ayrılarak bir müddet tek başıma dolaşıyorum kampüsü. Kafamda basit, basit olduğu için deli düşünce yağmurları: Güzellik nedir, üniversite nedir, mimarlık nedir? Bu soruları bana sorduranı anlamaya çalışıyorum. Soruda durup da kendini ele vermeyeni. Çıkamıyorum işin içinden. Daha az ıslanırım umuduyla bir çam ağacının altından seyrediyorum çevremi. Yerde kuruyarak dökülmüş çam yaprakları kahverengi bir örtü yayıyor toprağa. Yukarıda yapraklardan yeşil bir örtü göğe açılan. Uzun ve kalın gövdesine dokunuyorum ağacın. Bir kütüğü ağaç kılan nedir? İncecik çam dikenlerinin bir sıklıkla örülerek yapraklanması olmasa telgraf direkleri gibi kütüklere dönüşecek bu oluşu düşünüyorum. Kalın bir gövde üzerindeki ince işçilik… Gövde yapraklaşırken gövdeden güç alan yapraklar…
Aldığı gücün borcunu gövdeye ağaç adını bağışlayarak ödeyen yapraklar…
Hangarın kalınlığını yapraklandıran işçiliği düşünüyorum ardından. İnce tırabzanlar, ince demir sütunlar, ince masalar, ince sandalyeler, ince kalorifer petekleri, ince borular, ince bölüm geçişleriyle açılan daralan genişleyen boşluklar, bu boşluklarda kendine yer bulan odalar… “Bir dost sözü gibi geniş” pencereler, cam bölmeler… Bölme oluşturan perdeler, hantalı hafif ve geçirgen kılan incelik… Ofis, kütüphane, okul, yaz balkonları, kış yuvaları… birbirini yadırgamadan birinden diğerine yürüme mesafesiyle kimi zaman yan yana kimi zaman iç içe geçişlerle örülmüş.
Şehirler gibi. Günün bizi çağırdığı yerde çiçeklenen şehirlerde işyerleri vardır çalışmak için, yollar vardır yürünmek için, parklar oturup soluklanmaya el verir, çay ocakları ve kafeler, konuşkanlık mekânları. Akreple yelkovanın hızını yavaşlatan, kimi zamansa unutturan mekânları vardır şehrin sonra: ibadethaneler, tiyatro ve sinema salonları, sergi ve konser alanları… Günün çağırdığı yerde bir şehir bekler bizi. Çalışmaya, yürümeye, oturmaya, yemeye, içmeye, eğlenmeye, konuşmaya, susmaya, yorulmaya, soluklanmaya çağıran şehirler…
İnceliğin her bir adımda başka başka biçimlenen boşluklarla örüldüğü bir şehir inşa edilmiş burada: Bir şehir üniversitesinden ziyade bir üniversite şehir. “Kartvizit ve etiketler(l)e sahip olduğun kadarsın” diyen günümüzde ait olmanın hazzı mabetlere, sanat eserlerine bırakılmışken mimarlık fakültesi “Bize katılırsan değerlenirsin” ile “Biz seninle değerliyiz” diyen ince bir aralıkta tutuyor misafirini. Bu inceliğin dile gelmez aralığına mı güzel diyoruz acaba? Nedir güzel? Durdurup dindiren mi? Kımıldatıp harekete geçiren mi? Kişiyi kendine çeken mi, kendine getiren mi, kendini unutturan mı? Aklı başa mı getirir güzellik, aklı baştan mı alır yoksa? Yola getiren midir o, yoldan çıkaran mı? Yolu unutturan mı? Bir dili mi vardır öğrenilmesi gereken konuşması için? Sessizlik ve sakinliğiyle kişiyi konuşturan mıdır acaba? Bir biçim midir, bir renk midir, bir koku mu; bir tını mıdır duyulmayı bekleyen? Her bir cevapta değillenen bir soru mudur güzel?
Başımın üstünde toprağa, börtü böceğe can veren bir yağmur, uzun gövdeli çam ağaçlarını serinleterek aralıksız yağıyor. Ayrılmadan evvel son bir kez daha bakıyorum mimarlık fakültesine.
Güzelin etkisi gövdemde,
Bir müzik duyuyorum bakarken: Tanburi Cemil Bey-Ferahfeza Saz Semaisi.
Bir resim geliyor gözümün önüne: Malik Aksel-suluboya Halay tablosu.
Ve bir de şiir: Salıncak, Edip Cansever.
Bırakıp yanı başına, ayrılıyorum ağır adımlarla.
Başımın üstünde toprağa, börtü böceğe can veren bir yağmur, uzun gövdeli çam ağaçlarını serinleterek aralıksız yağıyor.
1. Sürecin teknik ve bilimsel bir izahı için bkz. Ege Mimarlık. Ayrıca bir belgesel olarak bkz. “Tütün Fabrikası’ndan Mimarlık Fakültesi’ne Dönüşüm!”
2. Halil İbrahim Düzenli, Abdullah Asım Divleli, Emin Selçuk Taşar.
Kaynak: Manifoldpress - Bekir Şakir KONYALI