Fikir
Giriş Tarihi : 02-12-2022 18:16   Güncelleme : 02-12-2022 18:16

Jean baudrillard Simülasyon teorisi

​ Jean Baudrillard çağdaş felsefenin ve Fransız düşüncesinin önde gelen isimlerden biridir.

Jean baudrillard Simülasyon teorisi

 

1929’ da Fransa’ nın bir sanayi şehri olan Reims’ te dünyaya gelmiştir. Jean Baudrillard, kırdan şehre yeni göç etmiş bir ailenin tek çocuğudur. Baudrillard’ ın dedesi çiftçi, babası ise jandarma memurudur. Baudrillard’ ın yetiştiği aile ve çevresi entelektüel açından zengin değildir. O, bu eksikliği gidermek için ortaokul yıllarından itibaren yoğun bir okuma ve çalışma süreci içerisine girdiğini ifade etmiştir. Baudrillard, bütün düşünsel serüveni boyunca, bilimlerin bilimi olarak nitelediği ve çözüm ya da tartışma odaklı değil, imge odaklı olarak gördüğü patafiziğin oyun olarak bilim anlayışını temel almıştır. Baudrillard’ ın patafizik ile kurduğu ilişki onu, kendisine verilen eğitimi sorgulamaya götürmüştür.

Baudrillard, kuramını patafizik ya da radikal, kendisini de kuramsal terörist olarak tanımlamaktadır. Baudrillard, kendisini yakıştırılan postmodernliğin baş rahibi sıfatına şiddetle karşı çıkmış ve postmodernizmin bir kavram bile olmadığını hatta hiçbir şey olmadığını söylemiştir. Oysa kuramcı, patafizikle oyun olarak bilimle tanıştıktan sonra modern bilime, belli disiplinler etrafında örgütlenen modern sosyal bilimler ve insan bilimlerinin sunduğu bilgi gövdelerine büyük bir kuşku ile yaklaşmaya başlamıştır ve kültürün unsurlarına dair yaptığı değerlendirmelerde, sistematik analizlerden ziyade retorik egemen olacaktır. Baudrillard, Paris’ in saygın liselerinden birisi olan IV. Henri Lisesi’ ne, bir yıllık yoğun bir eğitime katılmak ve üniversiteye hazırlanmak üzere transfer olmuştur. Baudrillard, IV. Henri Lisesi’ nden sonra Paris Nanterre Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ ne kaydını yaptırmıştır. Düşünür, üniversite yıllarında da Almanca çalışmaya devam etmiş ve bir süre Sorbonne Üniversitesi’ nde Almanca eğitimi almıştır. Alman edebiyatı ve kısmen de Alman felsefesi ile bu yıllarda çok daha yakın bir temasa geçen Baudrillard, bir türlü anlayamadığı Kant’ ı keşfetmek için Almanca öğrendiğini ifade etse de, Alman düşüncesi ile ilişkisini daha ziyade edebi metinler üzerinden ve dağınık bir biçimde kurmuştur. Baudrillard, bu yıllarda Nietzsche, Schopenhauer ve diğer bazı önemli filozofların metinlerini Almanca orijinallerinden okuduğunu, ancak bu metinlerin felsefi metinler olmadığını, kendisinin de bu metinleri sistematik bir tarzda okumadığını belirtmiştir. 

Baudrillard, taşra liselerinde 10 yıl Almanca öğretmenliği yapmıştır. 1966 yılında Nanterre Üniversitesi’ nde asistanlığa başlamıştır. 1986 yılında doktorasını Sorbonne’ da başarıyla sunan Baudrillard, 1987’ dan 1990’ a değin Dauphine Üniversitesi’ nde çalışmıştır. Nanterre Üniversitesi’ nde sosyoloji öğretme görevine başlayan kuramcının, yazdığı Foucaultu Unutmak kitabı kendisine sorunlar yaratmıştır. Profesörlük ünvanını ancak 1990 yılında alabilmiştir. Çağının tanığı ve insanlığın hakiki bir vicdanı olan, insanlığın durumuna isyan eden, modern dünyanın kodlarını çok iyi çözmüş olarak nitelendirilen Jean Baudrillard çağdaş düşüncenin en önemli düşünürlerinden biri sayılmaktadır. Üretken bir ömür yaşayan kuramcı, 7 Mart 2007’ de Fransa’ da vefat etmiştir. Hayatının sonuna dek Jean Baudrillard, çok sayıda kitaba imza atmıştır.

Önemli Eserleri:

Simülakrlar ve Simülasyon, Baştan Çıkarma Üzerine, Cool Anılar, Amerika, Siyah Anlar 1-2, Kusursuz Cinayet, Tam Ekran, Nesneler Sistemi, Tüketim Toplumu, Göstergenin Ekonomi Politiğine Eleştirel Bir Bakış, Üretimin Aynası, Simgesel Değişim ve Ölüm, Foucault' yu Unutmak, Beaubourg Olayı, Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu, Passwords, Komünist Partisi ya da Politikanın Sahte Cennetleri, İlahi Sol, Kötülüğün Şeffaflığı-Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme’ dir.

 

Sosyolojiye Katkıları

Günümüz düşün dünyasının en çarpıcı isimlerinden olan Baudrillard, esas olarak, simülasyon, yığınların zihniyeti, öteki, baştan çıkarma gibi konuları kitaplarında ele aldı. Üretimin, rasyonel bir etkinlik olmadığını ileri sürmüş; tüketicinin, reklam gibi yollarla aldatılmasını göz boyayıcı bir oyun ve hem üretimi hem de tüketicinin isteğini tehdit eden bir öğe olarak yorumlamıştır.

Postmodern bir sosyolog olarak nitelenen Jean Baudrillard Simülakrlar ve Simülasyon adlı eseri ile Kapitilazmin tüm boyutları ile gerçekliği ve toplumsal hayatı nasıl kuşattığını ele almaktadır.  Ona göre çağımızın temel hastalığı: gerçeğin üretimi ve yeniden üretimi denilen şeydir.  Bu yüzden maddi üretimin bizzat kendisi hiper gerçek bir şeye dönüşmüştür.

Baudrillard, ekonomi, sanat, bilim, siyaset, medya ve sinema üzerinden özellikle de Amerika’ ya yoğunlaşarak bu alanlarda gerçekliğin nasıl yerinden edildiğini ve simülasyon aracılığı ile gerçeklikten kopuk nasıl sanal bir dünya oluşturulduğunu detayları ile incelemektedir.

Baudrillard, düşünceleri gerçek simülasyona dönüşmüştür.  Buna yol açansa kültür endüstrisinin kendisidir.  Yaşadığımız evren simülasyon evrenidir demiştir.  Gerçekliğin simülakrlar sayesinde dumura uğratılması sonucunda bir kaosa girildiğini belirten Baudrillard, bu durumu Möbiyus şeridi denilen kısır döngülü bir sarmala benzetmiştir.  Bu aşamada artık içten içe patlamalar yaşanacağı ifade edilmiştir. Yakın dönem sosyologları içinde çarpıcı analizleri ile çözümlemeler yapan Baudrillard, simülasyon kuramı ile sosyolojiye önemli katkılar sağlamıştır.

 

Temel Kavramları ve Öne Çıkan Çalışmaları

Hiper Gerçeklik: Gerçeklik çökmüştür ve bugün sadece imgeden, yanılsamadan ya da simülasyondan ibarettir.  Model temsil ettiği varsayılan gerçeklikten daha gerçektir.  Hiper gerçeklik çoktan yeniden üretilmiş olan şeydir, kökeni ya da gerçekliği olmayan bir gerçeğin modelidir.

Hiper Mekan: Modern mekan kavramlarımızın anlamsız olduğuna işaret eden post modern terimdir.  Mekan modern sayıltıların varsaydığı gibi bir şeyi temsil etmez. Yok edilmiştir ve mekansal engeller ortadan kalkmıştır. Her şey coğrafi bir akış içindedir. Mekanda sürekli olarak ve öngörülmeyen biçimlerde hareket etmektedir.

İç Patlama: post-modern bir dünyada görüngülerin içe doğru patlama ve böylece hem kendilerini hem de insanın onlar hakkındaki varsayımlarını imha etme eğilimleri. Böyle bir durumda anlam tamamen ortadan kalkmaktadır.

Simulakrum: Orjinali olmayan bir kopyanın kopyası. Gerçek ile model arasında hiç fark kalmamıştır.

Simülakr: Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünümü ifade eder.

Simüle Etmek: Gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmaktır.

Simülasyon: Bir araç bir makine bir sistem bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme gösterme ya da açıklanma amacıyla bir market ya da bir bilgisayar programı aracılığı ile yapay bir şekilde yeniden üretilmesidir.

Simülasyon Teorisi: Bu teori, Fransız sosyolog Jean Baudrillard’ ın argümanlarına dayanır. Batı toplumlarının eleştirisine dayanır. Modernliğin yani batı toplumların içinde bulunduğu durumu Baudrillard simülasyon dönemi olarak adlandırır. Baudrillard insanlığın yeni bir döneme girdiğinin modernliğin dönüştüğünü iddia eder. Batı toplumlarının içinde bulunduğu aşamayı modernliğin patladığı olarak değerlendirir. Ona göre sosyal yaşamın her alanında özgürlüğün patladığı aşamadayız. Modernlik sonrası bu aşamada üretimle tüketim arasında ilişki kopmuştur. Simülasyon evresinde video etkileşimli ekran medya internet ve sanal gerçeklik etkilidir. Her yerde mesafeler ortadan kalkmıştır. Cinsiyetler arasında zıt kutuplar arasında gerçekle gerçeğin sureti arasında bir mesafe kalmamıştır. Olmayan şeylerin varmış gibi göründüğü gerçek olanla olmayanın yer değiştirdiği neyin doğru neyin yanlış olduğunun bilinmediği dünyada yaşanmaktadır. Dünya hiçliklerle doludur. Bu durumu yaratan temel mekanizma teknolojik aletler, kitle iletişim araçlarıdır. Her şey taklidine dönüşmüştür. Hakikat kaybolmuştur. Televizyon hakikat haline gelmiştir. Hakikat ile televizyonun yarattığı hakikat birbirine karışmıştır. İnsanlık bir simülasyon durumundadır.

 

Teorinin merkezi problemin gerçekle gerçek dışının yer değiştirdiği üzerinedir. Günümüzde maddi üretimin bizzat kendisi hiper gerçek bir şeye dönüşmüştür. Gerçeğin yerini simülarklar almıştır. Simüle ederken sahip olunamayan şeye sahipmiş gibi yapmaktır. Simülasyon teorisi, teknolojinin ve medyanın aşırı etkinliğinin arkasına gizlenerek, insanları sosyal gerçekliğin buharlaştığına ve gerçekliğin yerine sanal durumun egemen olmaya başladığını açıklamaya çalışır.

 

Tüketim Konusundaki Yaklaşımı

Baudrillard’ ın yazmış olduğu Tüketim Toplumu adlı kitabında Tüketim Kuramı, Kitle İletişim Araçları, Cinsiyet ve Boş Zaman Etkinlikleri, Çağdaş Yabancılaşma üzerine düşüncelerine yer vermiştir.

 

Baudrillard, tüketim toplumu açıklamalarını şöyle yapmıştır: Tüketim toplumu, tüketimin öğrenilmesi toplumu, tüketime toplumsal bir biçimde alıştırma toplumudur, yani yeni üretim güçlerinin ortaya çıkması ve verimlilik taşıyan ekonomik bir sistemin tekelci yeniden yapılanmasıyla orantılı yeni ve özgül bir toplumsallaşma tarzıdır.

 

Tüketim toplumu genellikle kapitalizmle birlikte anılmaktadır. Kapitalizm, tüketimi, temel ihtiyaçları gidermek için hayata geçirilen bir olgu olmaktan çıkarmıştır. Kapitalizmle birlikte yaşamsal ihtiyaçların ötesinde olan yeni tip bir tüketimden, tüketmekten haz duyan yeni tip bir tüketiciden ve yeni tip bir toplumdan bahsedilmeye başlanmıştır. 1980’ li yıllar sonrası dönemdeki tüketim postmodern tüketim olarak adlandırılmakta ve postmodern tüketimde sadece ürünler değil, ürünleri temsil eden görsel sembol ve simgeler de satılıp tüketilmektedir. Tüketim toplumu bireylerin, bir şeyi satın alırken ihtiyaçlarını gidermeyi amaçlamaktan ziyade, satın aldıkları nesneler üzerinden kendilerini ifade etmekte ve toplumda ait oldukları grupların bir göstergesi olarak bu nesnelerden faydalanmaktadırlar. Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu isimli eserinde, günümüzün büyük alışveriş merkezlerinin, topluma yönelik sundukları bolluk sayesinde, insanları tüketime özendirdiğini, vitrinlerdeki konserve yiyeceklerden, hazır giyim eşyalarına değin pek çok çeşidi bir arada bulundurduklarından, kalabalık vitrinleri sayesinde büyülü bir biçimde ağız sulandırıcı olduklarından bahseder. Buradaki durum, ürünlerin sayıca ne kadar çok olduğu değil, bu sahnenin kıtlık duygusundan ne kadar uzakta olduğudur. Vitrini gören ya da alışveriş merkezinin içinde yürüyen birey, adeta rahatlık, huzur ve bolluk dolu bir diyarın içindedir. Hiçbir şeyin bitmesine, birilerine yetmemesine olanak yoktur ve insanlar bu sonsuz bütünden birer parça alarak mutlu olurlar. Tüketimin yeri ilk olarak günlük yaşamdır. Günlük yaşam sadece gün boyunca olup biten olayların ve hareketlerin toplamı, sıradanlığı ve yinelemenin boyutu değil, bir yorumlama sistemidir. Günümüz kent insanının hayatı düşünüldüğünde, insanların vakitlerinin çoğunu özellikle alışveriş merkezlerinde geçirdiği görülmektedir. Kuramcı, tüketim toplumunun bireyleri, mutlu olmak, haz almak için alışveriş merkezlerine gidip alışveriş yapmaya teşvik ettiğinin altını çizmiştir. İnsanların mutlu olduklarını hissedebilmeleri için de, herkesin arasında bir eşitlik olması gerekmektedir.

Yaşadığımız dünyayı dikkatlice bakarsak göreceğimiz; günümüzde ne satın aldığımız, ne yaptığımızdan daha önemli bir hale geldiği için lüks bir amaç değildir. Ülkelere, bölgelere ve ürünlere göre kitlesel üretimin ve tüketimin düzeyi farklılıklar gösterebilecektir. Bu açıdan tüketim, üretimin basitçe edilgen bir yansıması değildir ve üretim ile olan ilişkisi bu zıtlıkların basit bir birlikteliği de değildir. Mutluluğun ideolojik gücü aslında hiç de her bireyin kendisi için mutluluğu gerçekleştirmeye yönelik doğal bir eğiliminden ileri gelmez. Günümüzde insanlara sahte bir mutluluk enjekte edilmektedir. Bu mutluluk tüketimle elde edilen mutluluktur. Tüketim toplumunda tüketim, bireyler tarafından öğrenilmekte ve bu sayede yeni bir toplum biçimi ortaya çıkmaktadır. Tüketime olan istekle birlikte üretim de yeni güçler kazanarak daha verimli hale gelmektedir. Baudrillard’ a göre, postmodernizmde üretimden ziyade tüketim önem kazanmıştır. Kuramcı postmodern dönemi, nesneler dönemi olarak adlandırır. Baudrillard, tüketim toplumunun metalardan ziyade göstergeler üzerine kurulduğunu iddia eder. Nesneler, taşıdıkları sembolik anlamla değer kazanmaktadır. Nesnelerin kullanım değeri değil değişim değeri öne çıkmaktadır. Bu nedenle, postmodern dönemi nesneler dönemi olarak adlandırmakla birlikte meta sunduğu hizmetinden dolayı değil tatmin ettiği duygu ve arzu sebebiyle önemlidir. Nesne göstergeye dönüşmekte, gösterge gösteren gösterilen üçlemesinde gösterilenin ağırlığı artmaktadır. Ek olarak, göstergenin de gerçekle bağı kopmakta, gösterge, kendi yerini alan bir şeye dönüşmektedir.

Baudrillard göstergenin herhangi bir gerçeklikle ilişkisinin olmadığını, kendisinin saf simülasyon olduğunu belirtir. Bu tür göstergeler temsilin baskısından kurtulur ve kodu herhangi bir nesnel gerçekliğe değil kendi, kendi mantığına gönderme yaptığı bir göstergeler oyunu haline gelir. Göstergeye dönüşen nesne, sunduğu ihtiyaç giderme özelliğini terk ederek anlam taşıyıcısı rolüne bürünmekte, gösterge halini almakta, nesneye sahip olan da göstergeyi tüketene dönüşmektedir. Bu yüzden kuramcıya göre göstergeleri tüketen modern toplumu tüketim toplumu olarak ifade etmek yanlış olmamaktadır. Baudrillard, postmodern tüketimde nesnelerin ön planda ve söz konusu nesnelerin son derece kısa ömürlü olduğunu söylemektedir. Arzuya ve anlam ihtiyacını karşılamaya dönük tüketicilik durmaksızın tüketmeyi gerektirmekte, dolayısıyla da, göstergeye dönüşmüş nesnelerin hızla değişimine yol açmaktadır. Ne kadar hızlı ve çok nesne tüketilirse o kadar anlam sahibi olunmaktadır.

Tüketim olgusunu sistematize eden nesneler belirli bir anlama sahip olabilmek için mantıksal bir bağlama ihtiyaç duyarlar. Bu bağlamlar ise çoğu zaman tek bir nesne düzeyinde birbirine karışmakta ve her mantıksal bağlamında değişik anlamlar ve farklı yöntemlerin varlığını zorunlu kılmaktadır. Baudrillard’ ın dediği gibi tüketimin yeri gündelik yaşamdır ve barındığı en güvenli yer de bireylerin bitmek bilmeyen istekleri, arzularıdır. Tüketim nesneleri her anlamıyla insanların etrafını kuşatmış durumda, bu nedenle ne ondan kaçabilir ne de onu yok sayabilirler. Nesneler sayılarıyla, yinelenmeleriyle, üretimden kaynaklanan aşırı bolluğuyla ve medyanın ön ayak olduğu moda oyunuyla kendilerindeki basit işlev sınırını geçen yalnızca toplumsal statüyü temsil etmektedirler. Bu bakımdan tercihlerimiz rastgele belirlenmemekle birlikte toplumsal olarak denetlenmekte ve içerisinde bulunduğu toplumsal yapıyı yansıtmaktadır. Bu noktada temel bir tez olarak, tüketimin toplumsal yani kültürel bir olgu olduğu söylenebilmektedir.

Baudrillard’ a göre tüketim toplumu diğer anlamda tüketimin öğrenilmesi ve bireyleri tüketime toplumsal bir biçimde yönlendirme toplumudur. Tüketim için söylenen her söylem tüketiciyi insan neslinin genel ideal ve kesin cisimleşmesi olan evrensel insan haline, tüketimi de politik ve toplumsal özgürleşmenin başarısızlığının yerine insani özgürleşmenin öncülleri haline getirmeye çalışmaktadır. Günümüzde biz insanlar küresel bir tüketim toplumunun içinde yaşamaktayız ve tüketim davranışı kalıplarının, aile ve iş hayatımız de dâhil yaşamımızın her yönünü etkilememesinin imkanı yoktur. Hepimiz daha fazla tüketme baskısı altında kalmış ve bu yolda kendimiz tüketim ve emek piyasalarında metalara dönüştürmektedir. İnsanlar tüketerek ve tüketmek için çalışmakla varlık bulmaktadır. Bir makine gibi nesne peşinde koşan insan metalaşırken madde mananın temel taşıyıcısı olmuş, nesnelerin kompozisyonu da anlamın organizasyonu haline gelmiştir. Ürün bolluğu ve çeşitliliği ise anlamın çoğullaşmasına yol açmıştır. Tüketim toplumunda Baudrillard’ ın deyimiyle olasılaştırma mantığı egemen olmuş, her şeyin her şeyle yan yana gelebilmesine sebep teşkil etmiştir. Yaşama ve sisteme belirsizlik hakimdir. Kimin kiminle çatıştığı ya da ittifak kurduğu muğlaktır. Sistem kitleleri özgürleştirirken bir yandan güdümleme ile tam bir nesne gibi davranmasını ister, diğer yandan bizden özne olmamızı, sisteme katılmamızı, oy vermemizi ve oyun oynamamızı istemektedir. Sistem kitleleri adeta çocuk gibi görmekte, çocukların büyüklerin evreninde yaşadıkları hem nesne hem de özne olma çelişkisini onlara yaşatmaktadır. Kitleler, tercih yanılsaması yaşayarak her şeyi kendisinin seçtiğini, özgür iradesiyle hayatını ve tüketimini belirlediğini sanmaktadır. Nesne bolluğunda anlamlarını kendisinin organize ettiğini düşünmektedir. Kendisini dünyanın merkezinde ve değerli görmektedir. Oysa sistem, başta kitle iletişim araçlarıyla, reklamlarla, modayla toplumun beğenilerini etkilerken diğer yandan da kitlelere hazır ürün şablonları sunmakta, sistem içinde üretilmiş nesneleri ve bu nesnelere yüklenen anlamları tüketmeye yöneltmektedir. Sistem, toplumu tüketim yoluyla dizayn etmekte, farklılık hayali sunarken aynılaştırmaktadır. Göstergeleşmiş nesneye dayalı bir dünya yaratırken toplumu da kitleselleştirerek köleleştirmektedir.

Kitleler ise bu duruma ve baskıya, sisteme tam anlamıyla uyarak, sistemin mesajlarını bir ayna gibi geri ileterek direnmektedir. Medya her zaman, anlamı yok eden ya da anlama saldıran ve büyülenmek isteyen, gösteri isteyen kitlelerin yanında ya da kendilerinden kitleleri güdümleyebilme amacıyla yararlanan iktidarın yanındadır. Baudrillard, McLuhan’ ın araç mesajdır sözüyle özetlediği, tüm içerik ve mesajların iletişim araçları tarafından buharlaştırıldığı fikrini geliştirmiştir. Ona göre bu süreçte iletişim aracının kendisi de buharlaşıp yok olmaktadır. Böylece hem içerik ve anlam, hem de aracın kendisinin sonu gelecektir.

Kaynak: Aybüke KAPLAN – Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilimdalı

 

Recep YAZGANRecep YAZGAN