Röportajda yer alan meselelerin bir kısmı Aylık Baran Dergisi'nin politikasını yansıtmıyor. Fakat tarihçinin temas ettiği noktaları dikkate değer bularak siz okurlarımıza sunuyoruz:
Okullarda okutulan tarih derslerinin gerçekliği hakkında neler söylemek istersiniz? Resmi tarih doğru mu, yeniden yazılmalı mı?
Şimdi okullarda okutulan tarih gerçek bir tarih değil aslında. Yani okullarda tarih adı altında okutulan şey bir propagandadan ibaret. Okullarda bir tarih okutulmuyor. Zaten Türkiye'de tarihi bilen çok fazla kimse de yok. Yani tarihçi diye ortalıkta gezinen Halil İnalcık, İlber Ortaylı gibi kişiler aslında tarihçi değil. Tarafsız değiller, bir tarafı tutuyorlar. Haliyle bunlara tarihçi dememiz mümkün değil. Okullarımızda tarih eğitiminin gerçek anlamda başlaması, tarihin yeniden yazılması gerek.
Mesela şu örneği verebilirim, hep ne söyleniyor: “Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı ve Kurtuluş Savaşı'nı başlattı.” Bir motto olarak bu söyleniyor. Bir kere Mustafa Kemal Samsun'a çıkmadı, gönderildi. Sonra bir Kurtuluş Savaşı'nı başlatmadı. Samsun'da başlayan bir Kurtuluş Savaşı yok. Yani olduysa eğer o zaman o savaş veya savaşların adının söylenmesi lazım. Nerede oldu bu Samsun'da Kurtuluş Savaşı? Havza'da mı oldu? Kavak'ta mı oldu? Nebyan Dağları'nda mı oldu? Nerede? Bunun adının söylemesi lazım. Samsun'da başlayan bir Kurtuluş Savaşı yok. Çünkü Samsun zaten İngiliz işgali altındaydı. Mustafa Kemal gittiğinde oraya İngiliz ordusuna yardım etsin diye gönderildi. Yüzbaşı Hurst vardı İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı. Mustafa Kemal ona yardım etti. Görevi de zaten dağdaki Türk çetelerinin elinden silahlarını almak ve onları düze indirmekti. Mustafa Kemal de bunu yapmıştır ortada bir savaş yok anlayacağınız. Eğer Yunan’a karşı savaşı Kurtuluş Savaşı olarak addedeceksek, 19 Mayıs’tan tam bir buçuk sene sonra Mustafa Kemal'in askerleri Yunan’a kurşun atmaya başladı. Yani Samsun'dan birlikte başlayan hiçbir süreç yok. Önce buradan başlanması gerekiyor. Yani bizim düzeltmemiz gereken şey gündelik söylem. Bunun doğrusunu anlatmamız lazım.
Üzerinden yüz yıla yakın bir zaman geçtiği halde bırakın eğitimin yeniden değişmesini müfredatta bile tam manasıyla neden bir değişim olmuyor?
Tarih yeniden yazılmadığı sürece müfredat değişmez. Diyelim ki 1930'larda yazılan bu tarih doğrudur! Ama aradan geçen zaman içerisinde bir sürü yeni belge, yeni bilgi çıktı ortaya. Şimdi ben cep telefonumu güncellemezsem, 6 ay sonra çalışmaz hale geliyor. Bilgisayarımı güncellemezsem bir sürü şeyi göremez, bilemez, anlayamaz hale geliyor. Şimdi bu tarihin de güncellenmesi lazım. Bu, acil ihtiyaç ama kimse farkında değil.
Yeni bir müfredat yazılmasına karar verilse de muhtemelen yeterli donanımı haiz tarihçilerimiz olmadığı için yine eksik kalacak birçok şey.
Tabii ki. Samsun’da gerçekten ne olduğunu bilmeniz lazım. Amasya'da ne olduğunu bilmeniz lazım. Erzurum'da, Sivas'ta, Ankara'da ne olduğunu bilmeniz lazım. Mesela Erzurum Kongresi yerel bir kongredir. Şark Müdâfaa-i Hukuk cemiyetlerinin yerel bir toplantısından ibarettir. Çünkü 1919 yılında Doğu Anadolu'daki altı vilayetin Ermenistan'a verileceğine dair yazılar çıkıyordu. Başta Erzurum, Trabzon olmak üzere birçok ilde rahatsızlık oluşturmuştu bu durum. Onlar da bir yerel kongre toplamaya karar verdiler. Ve bu yerel kongrenin 10 Temmuz'da toplanacağı duyuruldu. Mustafa Kemal Erzurum Kongresi’ne Kazım Karabekir tarafından gönderildi. Kongre delegesi değildi. Çünkü kongre sivil bir oluşum olarak toplandı. Ve askerler buraya katılamazlardı. Şimdi “şans eseri” 8-9 Temmuz gecesi Mustafa Kemal askerlikten istifa etti. Sivil hale gelince Kazım Karabekir yeniden baskı yaptı kongre yönetimine. Neticede Mustafa Kemal'i de delege olarak kabul ettiler.
Şimdi Erzurum Kongresinde alınan kararlar arasında vatan bir bütün, bölünemez olduğu ifade edilir. Birinci maddenin bu olduğu iddia ediliyor. Oysa böyle bir şey yok. Yani böyle bir madde yok. Vatan neresidir, onun tanımı yok zaten. Vatanın tanımını yapmazsanız vatan bölünemez demenin de manası zaten yoktur. Mustafa Kemal kongrenin ilk günü kovuldu. Çünkü kongreye merasim üniformasıyla geldi, bir asker üniformasıyla. Yanında yaverleri Recep Zühtü ve Cevat Abbas da vardı. Onlar da merasim üniformasıyla geldiler. Bunun üzerine kongre ayağa fırladı. Ve Zeki Kadirbeyoğlu kongrenin önemli katılımcılarından biridir, Mustafa Kemal'e “Bu şekilde katılamazsınız kongreye, dışarı.” dedi. Böylece Mustafa Kemal'i kongreden attılar ilk gün. Mustafa Kemal kongrenin yönlendiricisi ve denetleyicisi değildi. Orada sadece bir kongre katılımcısı.
Kongre 23 Temmuz 1919'da toplanabildi. Ondan sonra 6-7 Ağustos'a kadar sürdü. Şimdi Mustafa Kemal Erzurum'da zaten İngiliz istihbaratıyla iş birliği yaptı. Ayrıca kongre toplandığı sırada Erzurum İngiliz işgali altındaydı. İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı Albay Rawlinson aynı zamanda İngiliz istihbaratının da Doğu Anadolu'daki önemli adamlarından biriydi. Kongre kararlarını Albay Rawlinson'a Mustafa Kemal telgrafla göndermiştir. Çünkü kongre bittiği gün Rawlinson, Sarıkamış'taydı. Ona telgrafla Mustafa Kemal göndermiş. Telgrafta da güya Erzurum Kongresi'nin kararları var. Ama kongre kararlarına İngiliz istihbaratını iletme görevi Mustafa Kemal'e düşmüş. Yani zaten Erzurum Kongresi kararlarıyla ilgili anlatıların tamamı yalan. Yani söylenen şeylerin hiçbiri kararlaştırılmadı. Bunlar sonradan uyduruldu. Yani Mustafa Kemal'i kahraman haline getirmek için uydurulmuş şeyler.
Erzurum Kongresi'nde saltanat ve hilafeti korumaya yemin etmedi mi?
Yemin etti. Hatta kongre kararlarının arasında saltanat ve hilafetin korunacağına dair hüküm var. Mustafa Kemal'in gizli bir programı vardı. Ama bu program açıkladığı program değildi. Bu program gizliydi ve kafasının içindeydi.
Sivas Kongresi gerçekten bir kongre miydi, bunun için neler söylersiniz?
Sivas Kongresi aslında bir kongre falan değildir. Ahbap çavuşlar toplantısıdır. Çünkü benim saptayabildiğim 28 delegeyle toplanmıştır. Şimdi Osmanlı İdarî Teşkilatına göre 61 livâ (vilayet) vardı. Şimdi 61 livadan 3'er delegenin gelmesi gerekiyordu. Yani genel bir kongre, vatanın tümünü kapsayan bir kongre toplayacaksanız 183 delegenin gelmesi gerekiyordu. Oysa sadece 28 kişi geldi. Şimdi bir de şöyle bakalım: Mustafa Kemal 10 kişiyi yanında getiriyordu. Kim bunlar? İşte Rauf Orbay, Refet Bele, Mazhar Müfit gibi yanında dolaştırdığı bir on kişilik grup vardı. Demek ki Sivas Kongresi için yapılan bütün çağrılara ve bütün baskılara rağmen sadece 18 kişi gelmiştir. Bu bir kongre değildir. Sivas bir isyandır aslında. Çünkü Heyet-i Temsiliye diye bir yapı kurdu ve Mustafa Kemal orada kendisini Heyet-i Temsiliye reisi ilan etti. Heyet-i Temsiliye bakanlar kurulu demektir. Heyet-i Temsiliye reisi de sadrazam anlamına geliyor. Yani Sivas Kongresi ile birlikte Mustafa Kemal kendisini tamamen Osmanlı Devleti'nin dışına çıkarmıştır. Kısacası Sivas Kongresi isyan hareketedir.
Fakat Sivas Kongresi’nde manda ve himaye fikrinin reddedildiği söyleniyor.
Asla öyle bir şey yok. Amerikan Kongresine “gelin Anadolu'nun mandateri olun” diye mektup gönderdiler. O mektubu elde mevcut. Şimdi Sivas Kongresi işte 11 Eylül 1919'de bitti. Mustafa Kemal orada kendisini sadrazam ilan etti ve önce askerî birlikleri sonra da mülkiye teşkilatını Osmanlı'dan koparmaya girişti. Yani kendi hakimiyet alanını genişletmeye başladı. Önce Konya'ya el attı. Ondan sonra işte Eylül ayının sonunda Bozkır'da çatışma çıktı. Çünkü Mustafa Kemal Kuvayi Milliye diye bir örgüt kurmaya girişti. Paralı askerler grubu bunlar aslında. Tabii bu parayı da halktan toplamak durumunda. Gruplaşmaya da Bozkır'la başladılar. Bozkır halkı Kuvayi Milliyecileri tekme tokat dövdü. Silahlarını ellerinden aldı ve ilçenin dışına attı. Ama bu sırada çatışma çıktı tabii. Konya halkı Mustafa Kemal ve arkadaşlarına “kongreli gavurlar” diyor. “Bir padişah var, halife olarak başımızda. Hükümetimiz de var. Bir şeyimiz eksik değil. Sana ne oluyor da kendini başbakan ilan ediyorsun. Hükümet kuruyorsun. Buna ne gerek var? Osmanlı yapılanmasında olmayan bir teşkilatlanma bu. Üstelik Bozkırlılardan gençleri Kuvayi Milliye teşkilatına katmaya çalışıyorsun. Sana neden askerlik yapsınlar? Yani onlar devlete askerlik yaparlar.” diyorlar. İşte Bozkır'da başlayan çatışma daha sonra Konya'ya kadar yayıldı. Eylül 1919'da başlayan çatışmalar aslında fasılalarla 3 sene sürdü. Ve Mustafa Kemal'in Konya'ya gönderdiği Refet Bele Bozkır'da 780 kişiyi yakaladı. Yani 15 yaşından büyük erkeklerin tamamını astı Bozkır'da. Refet Paşa’nın sadece Konya ve Bozkır'da astıkları 1521 kişidir. Şimdi Sivas Kongresi oldu bitti de ne oldu? İşte ondan sonra bunlar oldu. Halkta karşı bir tepki oluştu. 1921 yılına kadar bu silahlı çatışmalar devam etti. Konya'daki bütün müderrisleri astılar.
Bu idamları isyan ve ayaklanma üzerine gerçekleşti diye lanse ediyorlar.
İsyan mı? Şimdi bir şeyi isyan diye tanımlamak için devlete karşı olması lazım. Bu isyan değil ki. Devlet yok ortada. Sivas'ta 28 kişinin toplandığı bir ahbap çavuş toplantısında kendisini sadrazam ilan etmiş bir adam var. Yani şimdi ona karşı çıkmak isyan değil ki. Ona karşı silah çekmek de isyan değil. Sivas Kongresi’nden sonra Mustafa Kemal yavaş yavaş Anadolu'daki hakimiyet alanını genişletmeye girişti. İşe Konya ile başladı. Daha sonra Eskişehir'e, Ankara'ya, İzmit'e kadar yaymaya çalıştı. Zaten İngilizler de ona yardım ettiler. İngilizler Samsun'dan çekildiler, Merzifon’dan çekildiler. Oraları Mustafa Kemal'e alan olarak devrettiler. O yıllar Anadolu'da padişahla Mustafa Kemal arasında hakimiyet mücadelesi başladı. Yani kim yönetecek? Bu sonunda meclisin 23 Nisan 1920'de ilan edilmesine kadar gitmiştir. İstanbul'dan gelen 60 milletvekili, Mustafa Kemal'in toparladığı 30 milletvekiliyle 90 milletvekili güya uydurma bir meclis toplanmıştır. Bu meclis zaten anayasaya aykırıdır. Dolayısıyla zaten payitahtın dışında meclis toplanamaz. Yani Ankara'daki meclis daha baştan itibaren haydut meclisidir. Zaten meclisin ilanından üç gün sonra 26 Nisan’da Mustafa Kemal, Lenin’e bir mektup yazdı. Batum’u Ruslara para karşılığı satmayı teklif etti. Ve ilk taksit olarak 5 milyon altın istedi. 23 Nisan 1920 Meclisin kuruluşudur. Ruslar bu altınları gönderdiler. Yani Batum’u aldılar ondan sonra teşekkür bağlamında altınları göndermeye başladılar. Mustafa Kemal'in ilk sattığı topraktır Batum. Bunun çok büyük önemi var. O önem şu: Mustafa Kemal valilerin ve subayların maaşlarını ödemeye başladı bu parayla. Ve dolayısıyla onları kendi tarafına çekti. Yani Anadolu'nun Mustafa Kemal tarafından ele geçirilmesi bu parayla mümkün oldu. Çünkü iki arada bir derede kalmıştı insanlar. Bazıları padişah tarafını tutuyorlardı. Bazıları Mustafa Kemal'ci olmuştu ama meselenin aslı paradır. Yani maaş üzerinden Anadolu'daki hakimiyetini genişletti Mustafa Kemal.
Mustafa Kemal’in Anadolu'ya geçmesi için Vahdettin Han destek oldu mu?
Hayır. O tamamen yanlış biliniyor. Anadolu'ya geçmesi için Vahdettin destek olmadı. Vahdettin'in verdiği destek şuydu. O sırada Paris Kongresi toplanacak. İngilizlerin fazla üzülmemesi, rahatsız edilmemesi gerekiyor. Dolayısıyla Samsun'daki dağa çıkmış Türk çetelerinin düze indirilmesi, ellerindeki silahların alınması gerekiyordu. Mustafa Kemal bunu yaptı. Yani Mustafa Kemal Anadolu'ya kurtuluş savaşı başlatsın diye gönderilmedi. Zaten ortada bir kurtuluş savaşı yok. Osmanlı hükümeti “barış konferansı toplansın, oturup konuşalım ondan sonra elbette devlet bir miktar küçülecek ama ne kadar küçülecek bir görelim” şeklinde düşünüyordu. Çünkü o sırada Mısır, Sudan, Libya hala Osmanlı toprağıydı. Yani hiçbir antlaşmayla mesela 5 milyon kilometre kare bu üç devletin toprak toplamı Osmanlı'nın elinde 8 milyon kilometre karenin üzerinde toprak var 1919 yılında. Biraz küçülebiliriz belki ama yine de olabilecek en az zararla bu işten çıkalım kararındaydı. İngiliz'i teskin için Mustafa Kemal'i Samsun'a gönderdiler.
Nutuk’u okursak görürüz zaten. Kemal Atatürk zaten Samsun'u anlatırken diyor ki “Bu devleti yıkmak gerekiyor.” Nutuk 1926 yılında yazılmaya başlandı. 1927 yılında da Mustafa Kemal onu CHP kongresinde bir hafta boyunca okudu. Nutuk'ta sadece Osmanlı devletinin ne yapılması gerekiyor onu anlatıyor. “Bu devleti yıkmak gerekiyordu ama bunu saklamak zorundaydık, yani padişahı savunuyormuş gibi görünmek zorundaydık.” diyor.
Peki Mustafa Kemal’in Suriye-Filistin cephelerindeki rolü neydi, neler yaptı?
Filistin 7. Ordu komutanıdır Mustafa Kemal yani Yıldırım Ordular Grubu kurulurken 7. Ordu komutanlığına getirildi. Yıldırım Ordular Grubunun 3 ordusu var. Cevat Paşa komutasındaki 8. Ordu Küçük Cemal Paşa komutasındaki 4. Ordu ve Mustafa Kemal komutasındaki 7. Ordu. Burada Sina, Filistin ve Suriye cephesinde kritik ordu 7. Ordu’dur. Çünkü Mustafa Kemal, Yıldırım Ordular Grubu komutanı Erich von Falkenhayn'a itiraz ediyor ve “Bu adamı başımızdan alın, biz istemiyoruz, çünkü bu Araplarla beraber yakınlık kuruyor ve bizim ülkemizi sömürge durumuna düşürecek, bundan kurtulmak istiyoruz.” diyor. Hatta Yıldırım Ordular Grubunun komutasının kendisine verilmesini ısrar ediyor. 20 Eylül 1917 tarihli raporu bir de onun zeyli olan 24 Eylül 1917 tarihli raporu var Mustafa Kemal’in. Bunları Enver Paşa'ya yazıyor, Talat Paşa'ya da gönderiyor, hatta 4. Ordu komutanı Suriye genel valisi konumunda bulunan Cemal Paşa'ya da gönderiyor ve diyor ki “Buradaki askeri grupların tamamı benim emrime verilmelidir, yoksa istifa ediyorum.” Enver Paşa kabul etmiyor. Kabul etmeyince istifa ediyor Mustafa Kemal ve Halep'e gidiyor. Yerine Fevzi Çakmak getiriliyor. Sina, Filistin ve Suriye cephesindeki bütün mağlubiyetlerin müsebbibi 7. Ordudur. Şimdi Mustafa Kemal Halep'e gidiyor oradan İstanbul'a devam ediyor. Fevzi Çakmak 7. Ordu komutanı oluyor. İngilizler 1. Gazze ve 2. Gazze savaşlarında Osmanlı ordusu tarafından yenildiler ama 3. Gazze savaşında durum tersine döndü, Birüssebi muharebeleri… İsmet İnönü'nün 3. Kol Ordusu vardı, orada su kaynakları vardı ve İngilizler için çok önemliydi. 3. Gazze savaşı devam ederken bir İngiliz grubu Birüssebi’ye saldırdı ve İsmet Paşa savaş alanından askerleriyle beraber kaçtı ve Birüssebi yani su kuyuları İngilizlerin eline geçti. İsmet Paşa diyorum ama o zaman İsmet İnönü 1884 doğumlu olduğuna göre bu savaşta 1917 yılında olduğuna göre 33 yaşında bir çocuk ama 3. Kolordunun komutanı. Böyle bir garabetin sebebi de zaten şu: Harbiye Nazırı başkumandan Enver Paşa yapıyor bütün atamaları. Yani haliyle alay komutanlıklarına, tümen komutanlıklarına kol ordu ve ordu komutanlıklarına kendisine yakın olan İttihatçı subayları getiriyor.
Birüssebi düşünce, Gazze'deki Refet Paşa 22. Kolordu, onlar da çekildiler ve Gazze'yi İngilizlere bıraktılar. Bu olay da 1917'nin Ekim ayında oldu. 1. Gazze ve 2. Gazze savaşları Mart ve Nisan aylarındadır ama 3. Gazze savaşı Ekim ayındadır. İsmet İnönü'nün 3. kolordusu Kudüs'ün batısına çekildi. Kudüs'te de o sırada Ali Fuat Paşa var ki o da 1882'li. 1917'de 35 yaşında, Kudüs'ü savunmakla görevli 20. kolordu komutanı. Aralık ayı başında Fevzi Çakmak'a bir bildirimde bulundu Ali Fuat Cebesoy. Cebesoy dedi ki “İngilizler geliyor, bu nedenle şehri savunamayabiliriz, onun için çekilelim.” Fevzi Çakmak da kabul etti. Tek kurşun atmadan Kudüs'ten çekildiler. Ali Fuat Paşa Yahudi’dir. Osmanlı ordusundaki Yahudi bir general Müşir Mehmet Ali Paşa'nın torunudur. Bunlar Yahudilere yakınlık duyuyorlar. Fevzi Çakmak'ın da daha sonra Yahudi olduğu ortaya çıkacaktır. Kudüs'ü tek kurşun atmadan İngiliz'e verdiler.
Bu süreçte de “Filistin'i İngilizlere Araplar sattı” diye yalanlar atıldı ve buna tarihçiler de teşne oldu. Ama sizin anlattığınıza göre ne kadar büyük bir vahametin olduğunu görüyoruz.
Tek kurşun atmadan Kudüs'ü şu üç kişi İngilizlere verdi: Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy ve İsmet İnönü. Üstelik İngiliz ordusu o sırada Kudüs'e doğru hareketlenmişti ama Kudüs yakınlarında pek fazla değildi. Kudüs'ü teslim etmek için anahtarını verecek birini aradılar. İngiliz ordusunun aşçıbaşısını buldular. Aşçıbaşı İngiliz ordusuna yiyecek bulabilmek için malzeme toplamaya çıkmış yani Araplardan parayla yiyecek satın alıyor. Onu buldular, adamın eline zorla Kudüs'ün anahtarını tutuşturdular. Böyle matrak bir şekilde Kudüs'ü teslim ettiler. Ama şöyle savunurlar bugün hala onu “Çatışma olsaydı Kudüs'ün kutsal binaları zarar görecekti.” O yüzden teslim etmişler. Peki bizim için kutsaldı da İngiliz, Yahudi için kutsal değil miydi, niye Kudüs'ü bombalasınlar?
Kudüs’ün İngilizlere çatışmasız olarak teslimi 9-10 Aralık 1917 tarihinde oldu. İngiliz ordusu cephede mevzilendi. Bizim 8. 7. ve 4. Ordular onun kuzeyinde mevzilendiler ve neticede 7. Ordunun zaafı ve savaşmama tavrı yüzünden İngiliz'e teslim edilmiş oldu. 3. Gazze savaşı ve Kudüs Muhaberesi sırasında 7. Ordunun komutanı da Fevzi Çakmak. Mutafa Kemal İstanbul’da o sırada. Fevzi Çakmak 7. Ordunun başından alındı Ağustos ayında ve ardından Mustafa Kemal geçti 7. Ordunun başına. 1917’in Eylül ortasında tam güneyden İngiliz saldırısı bekleniyor. 18 Eylül sabaha karşı Mustafa Kemal 7. Orduya emir verdi ve 7. Orduyu savaş alanından çekti. Sebep İngilizlerle savaşmamakmış. Sonrasında yüzünü Halep'e döndü. 7. Ordu Halep'e doğru kaçmaya başladı. İngiliz askerleri bir gün sonra 19 Eylül'de genel taarruza geçtiler. Önce Mustafa Kemal'in askerleri tarafından boşta bırakılan cephenin ortası Nablus'tan giriş yaptılar sonra sola Akdeniz tarafına döndüler. 8. Ordunun arkasına düştüler ve 8. Orduya kuzeyden saldırdılar, iki günde 8. Orduyu yok ettiler, çoğunu esir ettiler. 8. Ordunun işini bitirince bu sefer 4. Ordu üzerine geçtiler. 4. Ordu küçük Cemal Paşa'nın Şeria nehrinden Amman'ın doğusuna kadar koruyordu. 4. Orduyu ortadan kaldırdılar. Küçük Cemal Paşa durumu çok geç kavradı, yani 7. Ordunun savaş alanından kaçtığını, 8. Ordunun yok edildiğini biraz geç öğrendi. Panik halinde Amman'dan Halep'e doğru harekete geçti. Mustafa Kemal Nablus'u çarpışmamak için İngiliz'e teslim etmiş oldu. Ama kaçış yolu üzerinde Derea'yı sonra Şam'ı, Hama'yı sonra Humus'u çatışma olmadan, İngiliz'e tek kurşun atmadan teslim ederek 5 Ekim’de Halep'e geldi. Otto Liman von Sanders engel olamamıştır Mustafa Kemal'e. Ne kadar “Yüzünü İngiliz'e dön, siper kaz, savaş!” diye emir gönderse de Mustafa Kemal “Benim hareketimden başkası mümkün değildir.” diye, bu emirleri reddetmiştir. 24 Ekim'de Araplara esir düştü çünkü ordusunu Halep'in kuzeyinde konuşlandırmıştı. Halep'in içinde gezerken Şerif Hüseyin milisleri Mustafa Kemal'i yakaladılar. Mustafa Kemal bin altın fidye verdi. Cephane vereceğini de söyledi ondan sonra bıraktılar. Bir gün sonra zaten İngiliz kuvvetleri Halep'e yaklaşmışlardı. Mustafa Kemal Halep'te General Andrew ile buluştu ve Şerif Hüseyin’i dinledi. Halep'i de İngiliz'e yine hiç çarpışmadan teslim etti. Sonra kuzeye doğru 7. Orduyla beraber devam etti Mustafa Kemal. Zaten daha sonra 7. Ordunun yarısını, Konya yöresine, yarısını da Sivas'a götürdü. Yani bugünkü sınırları bile koruyamadı. Adana'yı, Antep'i, Urfa'yı, Maraş'ı İngiliz'in insafına bıraktı.
Bunlar Gazze'nin, Filistin'in, Suriye'nin, Lübnan'ın, Hatay'ın İngiliz'e bırakılmasının askeri cephesi. Bir de buraları terk etmenin mülkiyet devri hikayesi var. Yani şimdi bir savaşta askeri olarak yenildin veya düşman askeri bir şehri işgal etti diye o şehir düşmanın olmaz. Bunlar İstanbul'u da işgal etmişlerdi. İzmir'i de işgal etmişlerdi. Afyon'u, Eskişehir'i de işgal etmişlerdi. Bağdat'ı, Basra'yı, ondan sonra Kahire'yi, Trablusgarp'ı! Ama askeri işgal başka bir şeydir, mülkiyetin devri başka bir şeydir. Eğer siz mülkiyeti devretmezseniz 1648 tarihli Vestfalya Antlaşması’na göre o toprak hala sizin olmaya devam eder. Suriye'yi, Filistin'i, Kudüs'ü bıraktık. Ama Mustafa Kemal parça parça, demin bahsetmiştim, Batum’u Ruslara sattı. 1921'in Mart ayında Moskova Antlaşması'yla bu gerçeklik kazandı ama uluslararası bir konferans tarafından onaylanmadığı için bu bile kesinleşmiş değildi. Mustafa Kemal şöyle yaptı: 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması'yla Suriye, Lübnan ve Hama'yı? Fransızlara verdi. İngilizlerin askerî olarak terk ettiği yerleri 20 Ekim 1921 tarihli antlaşma ile Fransa'ya verdi. Fransızlar Türkiye’ye geldi, oturdular, konuştular ve Mustafa Kemal de buraları Fransa'ya verdi. Çünkü Fransızlarla İngilizler arasında anlaşmazlık çıktı. Şimdi Fransa diyor ki İngiltere'ye, “Her yeri sen aldın, bana bir şey bırakmadın.” Bunun üzerine İngilizler de dediler ki, “Git Mustafa Kemal'e, versin sana şuraları.” Mustafa Kemal de 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması ile istediklerini verdi. O tarihte herhangi bir yetkisi de yok Mustafa Kemal'in. Ankara hükümeti kabul edilmiş, onaylanmış bir devlet değil. Zaten ne Meclis ne hükümet padişah tarafından onaylanmış. Haliyle yetkisi olmadığı halde, o toprakları bedava verdi Fransa'ya.
Sonra Lozan Antlaşması’na gittik. Şimdi mülkiyetin devri, kesin olarak Lozan'da yapıldı. Yani Lozan'da maddelerden biridir o, bakarsanız görürsünüz. Fransa ile yapılan 20 Ekim 1921 tarihi antlaşmayı teyit eder. Yani Lozan'la birlikte aslında Suriye, Lübnan, Hatay Fransa’nın mülkiyetine geçmiştir. Gene Lozan Antlaşmasıyla Kudüs, Gazze, Filistin, Suudi Arabistan toprakları, Mekke, Medine İngilizlere geçmiştir. Savaşta kaybedilen düşman işgali şeklinde devam eden statü Lozan'la beraber mülkiyetin devrine ve kalıcı işgale dönmüştür. Lozan'la birlikte işgal resmileşmiş oldu.
Pera Palas Oteli'nde İngiliz subaylar neyi kutladı? Pera Pelas'ta neler oldu?
Pera Palas hadisesi şu: Mustafa Kemal son iki aydır zaten “İngilizlerle barış” diyor durmadan. Hatta 15 Ekim'de Halep'te padişaha çektiği bir telgraf var. Yani İngilizlerle barış yapılması gerektiğini söylüyor. Mustafa Kemal Halep'i de İngiliz'e teslim edince Osmanlı hükümeti barış aramaya başladı. Bunun için çeşitli girişimlerde bulundu. Ve en sonunda Büyükada'da esirimiz olarak tutulan General Townshend’i serbest bırakma kararı aldılar. Onu İngiliz donanma komutanına gönderdiler. O sırada Agamemnon zırhlısı, Ege Adaları'ndan birinde Mondros Limanı'nda demirli. Oraya gitti General Townshend, Amiral Calthrop’la konuştu. Bunun üzerine barış görüşmeleri, ateşkes görüşmeleri yapalım dediler. Townshend geri döndü ve aktardı bunu. Bunun üzerine bir heyet oluşturuldu. Osmanlı heyetinin başında Rauf Orbay vardı. Orbay, Mustafa Kemal'in yakın arkadaşıdır aynı zamanda. Ardından bunlar 30 Ekim’de İngilizlerle Mondros Mütakeresi’ni imzaladılar. Birkaç gün sonra Mustafa Kemal Halep'e geri döndü ve General McAndrew'a teslim oldu. Ama Mustafa Kemal'in esareti uzun sürmedi. Birkaç gün sonra McAndrew Mustafa Kemal'i serbest bıraktı. Hatta Adana Tren İstasyonu'na arabayla götürdüler kendisini. 13 Kasım Saat 11’de Haydarpaşa'ya indi. O sırada da zaten İngiliz Fransız donanması Truva Nizamında Haydar Paşa'nın önünden geçiyor ve Dolmabahçe Sarayı'nın önüne doğru ilerliyordu. İki saat Haydarpaşa'nın merdivenlerinde beklemiştir Mustafa Kemal. Mustafa Kemal'le İngiliz ordusu aynı gün, aynı tarihte, aynı saatte İstanbul'a geldiler. İngiliz, Fransız donanmasının geçişi bitince, Mustafa Kemal doğrudan Pera Palas Oteli'ne gitti. O otel tabii İngiliz subayları ile dolu. Bir oda da Mustafa Kemal'e verildi. 101 numaralı odayı tuttu Mustafa Kemal. İngiliz subayları ile aynı yerde kalmaya başladı. Şimdi Enver'i yakalasalar bin parça yapacaklar adamlar. Mustafa Kemal'i hiç yadırgamıyorlar.
13 Kasım 1918 günü İstanbul 2616 askerle işgal ediliyor. Kaç yıl sürüyor ve neler oluyor bu işgal sırasında?
Beş yıl. Yani yerleşebilecekleri bütün binalara yerleştiler. Osmanlı İmparatorluğu'nu nasıl dizayn edecekleri hususunda çalıştılar. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu sıradan bir devlet değil. Koskocaman bir devlet. 8 milyon kilometrekareden fazla toprağı var, kuşatamıyorsun. İşgal etmeye kalksan tümünü işgal edebilecek kadar asker yok. Sadece Anadolu için 500 bin asker gerekiyor, tam işgal için. Onun için peyderpey şehir şehir ayırarak işgal ediyorlar. Osmanlı ordusu da İngilizleri mağlup edemeyeceğine o kadar inanmış ki ses çıkarmıyor yani.
Peki tekrar Lozan’a dönecek olursak; Lozan'da biz neleri verdik, neleri aldık? Lozan bugün resmi tarihin dediği gibi bir zafer mi?
Lozan temel olarak Osmanlı İmparatorluk topraklarını, 5 sırtlan tarafından paylaşılmasıdır. Bunlar İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve haydut Ankara hükümeti. Yunanistan'a bile toprak verdik Lozan'da. Ege adalarına verdik. Ege adaları Yunanistan'ın değildi, Osmanlı mülkiyetindeydi.
Peki neden “zafer” deniliyor?
Ne desinler? “Biz mağlup olduk işte elimizdeki avucumuzdaki her şeyi verdik. Ondan sonra sonunda bizi devlet olarak tanımaya karar verdiler.” Bunu nasıl desinler? Bunu aşırı bir hilafet düşmanlığıyla yaptılar. Zaten bütün basın ellerindeydi. Diktatörlük vardı.
Lozan'da hilafet mevzuu var mıydı?
Tabii vardı. Osmanlı topraklarının sahibi kim? Padişah değil mi? Şimdi padişah kalır da Osmanlı devam ederse ondan sonra Osmanlı razı olmazsa, mesela Mısır'ın mülkiyetini İngiltere'ye devretmezse ne olacak? Şimdi az önce Filistin meselesini konuşurken Mısır ve Kıbrıs'ı atladık. İngiltere Mısır'ı ve Kıbrıs'ı 1914 senesinin sonuna doğru ilhak etti. Yani daha önce işgal etmiş bile sayılmıyordu Kıbrıs ve Mısır için. Ama dedi ki ilhak ettik, buralar benim toprağım artık dedi. Osmanlı bunu kabul etmedi tabii. Ama Mısır ve Kıbrıs zaten Lozan’da gitti. Mülkiyetini orada devretti Mustafa Kemal. Yani arkadaşları üzerinden o şey yaptı devretti. Şimdi Lozan'da neler gitti? İngiltere'ye petrol bölgeleri gitti. Mesela Kuveyt bizimdi. Ama Basra vilayetini Bağdat'ı İngiltere'ye verince Lozan'da, haliyle hem Basra petrolleri hem Kuveyt petrolleri gitti. Fransa ile sınırımızı bugünkü Suriye sınırı olarak kabul ettiğimizde ne oldu? Onun altındaki bütün topraklar gitti. Zaten Suriye'yi, Lübnan’ı, Hatay'ı Ankara Antlaşması ile verdiler ve bunu Lozan'da teyit ettiler. Oralar Fransa'ya gitti. Peki aşağıdaki Filistin ve Kudüs? Bunlar da İngiltere'ye gitti. Mekke, Medine, Hicaz, Arabistan petrolleri böyle gitti. Sonra Mısır ve Sudan'ı gene Lozan Antlaşması ile devrettik. Bunların maddeleri var. Yani Lozan Antlaşması'nı açar bakarsanız net şekilde görürsünüz. Gene Lozan Antlaşması ile Libya'yı İtalya'ya verdiler. Yani 5 milyon kilometre karelik Libya, Mısır, Sudan toprakları böyle gitti. 8 milyon küsur kilometre kare topraktan 789 bin kilometre kareye indik Lozan'da.
“Lozan zafer mi, hezimet mi” ikilemi yanlıştır. Lozan paylaşmanın adıdır. Anadolu ve Doğu Trakya Türkiye’ye bırakıldı, o kadar. Hatta ona ulaşmak bile zaman aldı. Mesela Çanakkale 1936'ya kadar İngiliz işgali altında kaldı. Edirne’ye 1938 yılında ancak ulaşabildik.
Peki Lozan'da hahambaşının ne işi vardı?
Hahambaşı Haim Naum arabuluculuk yaptı Lozan’da. Rauf Bey, “hilafetin kaldırılmasını Lozan’da Haim Naum kabul ettirdi” diyor. Şimdi Lozan'da aslında Türkiye heyetinin gerçek lideri Haim Naum. Yani çok iyi derece İngilizce biliyor. Dolayısıyla Lozan'da heyetin lideri haline geliyor. İnönü baş müzakereci ama anlamıyor. Yeteri kadar bilgisi yok. Fransızcası tarzanca seviyesinde. Dolayısıyla her şeyi Haim Naum idare etmeye başlıyor. Lord Curzon'la temas kurup, İnönü ile konuşan ve Lord Curzon'a bunları aktaran Haim Naum’dur.
Şubat ayına doğru Lozan’da birinci görüşmeler biterken Lord Curzon bavullarını topladı Londra'ya gitti. Ondan sonra şöyle de bir şey savurdu, “Eğer hilafeti kaldırmazsanız savaş devam edecek. Sizi tanımayacağız. Haydut devleti olarak kalacaksınız.” Bunun üzerine 16 Şubat 1923'te Haim Naum İsmet İnönü'nden bir gün önce İzmir'e geliyor. O sırada İzmir'de İktisat Kongresi toplamaya çalışıyor Mustafa Kemal. Lord Curzon, hilafetin kaldırılmasını şart koşuyor. Hilafetin kaldırılmasını Birinci Meclis kabul etmiyor. Hepsi İttihatçı olmasına rağmen Birinci Meclis ve 1 Kasım 1922'de 308 numaralı kararnamesi ile Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasını da kabul eden Meclis, hilafetin kaldırılmasını kabul etmiyor. Mustafa Kemal kabul ettiremiyor! Onun için sadece o 308 numaralı kanunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması kararlaştırıldı. Hilafet yerinde bırakıldı. Ama şimdi Lord Curzon diyor ki: “Hilafeti kaldıracaksınız. Kaldırmazsanız savaş devam edecek. Biz de sizi tanımayacağız. Haydut devleti olarak kalacaksınız” Büyük tehdit! Çünkü Mustafa Kemal'in en fazla değer verdiği şey uluslararası tanınırlık. Yani meşruiyet istiyor Mustafa Kemal. Zaten o kadar toprağı da onun için verdi. Kendi küçük krallığının teyidini istiyor.
Çanakkale savaşına gelirsek. Bu savaşı gerçekten kazandık mı ve Mustafa Kemal’in bu savaştaki görevi tam olarak neydi?
Çanakkale Savaşı bizce bilinmiyor. Bir kere Çanakkale Savaşı kazanılmadı. Çanakkale Savaşı'nın nihai şeyini söyleyeyim size. Çanakkale Kara Savaşları berabere bitmiştir. Yani Çanakkale Kara Savaşları'nda Gelibolu'da 4 ay sürdü kanlı çarpışmalar. Bunların işte 10'u 15'i büyük çarpışma. İşte 40-50'si de küçük çarpışmalar. Ve berabere bitti. Şimdi biz İngilizleri denize dökemeyeceğimizi anladık. İngilizler de tepeleri aşıp Osmanlı kıyı topçusunu yok edemeyeceklerini anladılar. Çünkü İngiliz Fransız donanmasını durduran Osmanlı kıyı topçusu. Yani tabyalar. Tabyalarda 105 tanesi, 35 inçlik mermi atabilen top var. Yani devasa Alman topları var. Bunları yok etmeden boğazı geçemeyeceğini anladı İngilizler, Churchill. Bunun üzerine karaya çıkartma yapıp batıdan ve kuzeyden tabyalara ulaşma kararını verdiler. Çanakkale Kara Savaşları özetle budur. Şimdi son tüfek ateşi Çanakkale Savaşları'nda 30 Ağustos 1915 gibi bitti, bir daha da tüfek patlamadı. Biz İngilizleri denize dökemeyeceğimizi anladık. Onlar da tepeleri aşıp Osmanlı kıyı topçusunu yok edemeyeceklerini anladılar. Beklemeye geçti her iki taraf da. İngilizler Anafartalar'ın kıyısında, Arıburnu'nun kıyısında, Gelibolu'nun burnunda, Seddü’l Bahir'de beklemeye geçtiler. Bu bekleme 20 Aralık 1915'e kadar devam etti. İngiliz Savaş Bakanı Çanakkale'ye geldi durumu inceledi. Dedi ki “Burada beklemenin bir manası yok. Biz bu işi yapamayacağız. Onun için çekilelim.” 20 Aralık'ta Anafartalar ve Arıburnu cephesini boşalttılar. 10 Ocak'ta da Seddü’l Bahir'den ayrıldılar. Yani Çanakkale'de İngiliz'i denize döken veya perişan eden yok. Dediğim gibi berabere bitti.
19 Mayıs'ta Arıburnu cephesine 40 bin askerle, 4 tümen askerle Osmanlı saldırıyor. Karşılarında da 13 bin Anzak var siperlerde. Ama öyle beceriksizce düzenlenmiş bir saldırı ki. Çocuklar tümeni mesela, ikinci tümen, hemen hemen tamamen yok oluyor. Yani 3500 çocuk asker şehit oluyor. Bir o kadarı da yaralanıyor. Ortada ikinci tümen diye bir şey kalmıyor. Yani böyle veçheleri de var Çanakkale Savaşı'nın.
Kıyafet ve şapka mevzuuna gelecek olursak, “Anadolu gavur şapkası giymek istemiyor, Rizeliler direnişe geçti.” diye bir paylaşımınız vardı. Yani ciddi manada Anadolu'da bu şapka baskısı var mıydı?
Elbette vardı. Şapkayı kim giyiyor? Ermeni giyiyor, Rum giyiyor. Hükümet birdenbire Müslüman ahaliye şapka giydirmeye kalkıyor. Ne yani biz Rum mu olacağız, Ermeni mi olacağız? Şimdi dini bakış açısıyla halk kendisine hakaret edilmiş sayıyor bunu. Şapka giymeden sokağa çıkarsan eğer üç aya kadar hapis cezası var. Ama şapka giymeyeceğim diye sokağa çıkıp gösteri yaparsan isyan sebebiyle idam ediliyorsun. Birçok yerde gösteri oluyor ve gösterilere liderlik edenler yakalanıp idam ediliyor. İskilipli Atıf Hoca şapka takmayarak güya insanları tahrik etti denilerek idam edildi.
Şapka kanunu sebebiyle kaç kişi asıldı?
Şapka kanununa olan isyanlar çok fazla sürmedi. Benim belirlediğim 75-80 civarında insan asıldı. Ama hapse mahkûm edilen çok daha fazla sayıda insan oldu. Tabii sokakta dövülen, sövülen, karakolda dayak yiyen epey insan oldu. Halk teslim oldu.
Son olarak 5816 sayılı kanunla son yıllarda yüzlerce kişi haksız yere tutuklandı. Bu kanun adeta can simidi gibi oldu bu işi sürdürenlere. Bu hususta neler söylemek istersiniz hocam?
5816 bir sansür kanunudur. Şimdi İngiltere'de geçmişte kraliçe veya kral veya lordlar hakkında bir şey yazarsan, onların hoşuna gitmeyen bir şey adamın eli kesiliyordu. Şimdi hangi elinle yazdın diye soruyorlardı. Sağ eliyle yazmışsa sağ eli kesiliyordu. Sol ile yazmışsa sol eli kesiliyordu. Şimdi tabi burada bu şekilde sürdü. Diktatörlüğü devam etseydi, CHP diktatörlüğü, 5816'ya gerek yoktu. Çünkü hemen ipe çekiyorlardı zaten. Şimdi bu biraz hukukileşme, biraz modern hayata, batı sistemine uyum sağlama sebebiyle 5816 çıktı. Ama burada da gene tehdit büyük. “Seni hapsederiz” diyor. Ama 5816'nın en önemli şeylerinden biri işsiz bırakmak. Yani şimdi bir akademisyen mesela... Diyelim 5816'ya giren bir şey yaptı. Sadece hapsetmiyorlar. Akademiden kovuluyor. İşsiz oluyor. Kemalist cemaatin de dışına atılıyor. Yani mesela pasaportu varsa iptal ediliyor. Silah taşıma ruhsatı varsa alınıyor elinden. En önemli birisi bir daha işe giremiyorsun 5816'tan dolayı. 5816'dan yargılama başladığı an mahkûm olmasan bile fark etmiyor memursan derhal atılıyorsun.
Son olarak Enver Paşa ve Mustafa Kemal ile alakalı kitap yazdığınızı söylemiştiniz. Bu kitaplar basıldı mı, akıbeti ne oldu?
Hayır basılmadı. Hiçbir yayınevi basmıyor. Herkes korkuyor. Ben bu kitabın legal bir biçimde basılmasını ve legal bir biçimde dağıtıma girmesini istiyorum. Yani şimdi basalım, el altından dağıtalım falan gibi yaklaşımları doğru bulmuyorum.
Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Aylık Baran Dergisi 22. Sayı Aralık 2023