Fikir
Giriş Tarihi : 06-01-2022 10:28   Güncelleme : 06-01-2022 10:28

Melikşah Sezen: Pirüpak lekelidir hz. Meryem’in yanında!

Hz. Meryem validemiz, tüm ruhu kararmış ve cahil bu zevatın karanlık ruh ve cehaletlerinin şiddetinden daha şedîd bir pâklıkla pâktır. O, salihadır, annemizdir, Kur’ân’ın övdüğü, iffet numunesi olarak sunduğudur. Kıyamete kadar da böyle anılacaktır.

Melikşah Sezen: Pirüpak lekelidir hz. Meryem’in yanında!

 

Hz. İsâ aleyhisselâm’ın Cenâb-ı Hakk’ın takdiri ile Hz. Meryem validemizden babasız olarak dünyaya gelmesi, aklını gördüğüne teslim etmiş olanlar ve gördüğünden gayrısını muhal bilenler için daima kabul edilemez bir olgu olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in kudret-i İlâhî’den bir ibret için kullara gösterdiği ve duyurduğu bu hâdise, adı Müslüman fakat zihni tarumar olmuş insanların daima inkâra, inkâr etmek çizgisinde bir te’vile meyyal oldukları âyet-i kerîmelerden olmuştur. Elbette bu olgu olağanüstüdür ve herhangi bir beşerin haberi olsaydı inkârı mümkün ve makul addedilebilirdi. Nitekim Hz. Meryem validemiz dahi melekler kendisine bir evladı olacağını haber verdiğinde “Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği halde nasıl çocuğum olur?” diye sual edivermişti. Fakat bu herhangi bir beşerin haberi değildi. O Allah Teâlâ’nın kelâmı ile tasdik olmuş bir hakikat-i ezelî, bâtılın her zerresinden uzak bir kelâm-ı Sübhanî idi. “İşte öyle, Allah dilediğini yaratır, bir işin olmasını istedi mi ona sadece ‘ol!’ der, o da oluverir.”(1)

 

Hz. Meryem validemiz bu İlâhî cevaba muhatap olduktan sonra artık olmazları olduran Allah’a teslim olmuş, evladını beklemeye koyulmuştur. Fakat o günden bugüne Allah’a yaratma hududu tayin etmeye girişen, aslında kendi aklının Allah ve kudret-i İlâhî tasavvurundaki noksanı faş eden zevat, işbu mucizeyi inkâra, inkâr etmekten çekinen münafık tipler de tahrif maksatlı te’vile, asılsız uydurmalara tevessül ederek sözde bu mucizeye aklî bir imkân oluşturmakta ve fakat diğer taraftan Hz. Meryem’i gayr-i meşru bir ilişki, Cenâb-ı Hakk’ı da kizb ile vasıflamaktan utanmamaktadırlar.

 

Âdeta muhalif yaratmaları ifade eden, insanı acz ile kudret-i İlahî karşısında mahcup eden mucizenin aklîleştirilmesi, “mucize olgusunu inkâr ediyorum” demenin en saf ya da örtülü şeklidir. Oysa bütün unsurlarıyla ihata edilen, anlamaktan, açıklamaktan, tekrar imkânından daima uzak düşülen mucize kabulü yıkılıp, yerine açıklanabilen, anlaşılan, bu sebeple tekrarına yahud benzerine bir imkân kapısı açılan şeyi mucize gibi takdim etmek akıl kârı mıdır?

 

Hz. Meryem validemiz, tabiatta cari olan karı-koca münasebetine hiç bulaşmadan, kendisine bir erkek eli değmemişken, aynen Kur’ân’ın bildirdiği gibi babasız bir evlat dünyaya getirmiş bir salihadır. O öyle bir salihadır ki “pirüpak” onun yanında lekeli kalır. Lakin Pozitivizm, Bilimcilik vb. yani en nihayetinde materyalizmin ağına düşmüş bir zihnin Allah kelâmına bakışı dahi kaçınılmaz olarak bu büyük bela ile malul olacaktır. Bunun ilk örneklerinden birini Milaslı İsmail Hakkı (ö. 1938) adında bir reformistin Hz. İsâ’nın Babası adlı karalamasında görebiliyoruz.(2) Milaslı aslen tıbbiyeli ve seküler eğitim eleğinden geçmiş bir kimse olması hasebiyle, Hz. İsâ (a.s.)’ın babasız dünyaya geldiğine -bu bilgi Kur’ân’da yer alsa ve Müslümanlar bu konuda icmâ etmiş olsa dahi- inanamamıştır. O, eserinde, Hz. İsâ’nın da herkes gibi bir anne ve babadan dünyaya geldiğini -sözde- ispat için türlü faraziye ve safsatalar sunmuştur.

 

Milaslı aklına gelen türlü hezeyanları boca ettiği bu karalamayı neşrettiğinde, pek çok âlimin haklı tenkidinin muhatabı olmuş ve bu safsatalar uzun bir süre kimse tarafından anılmamıştır. Fakat günler ahir zamana, akıllar da ekseriyetle seküler düşünceye seyrettiği için aynı sözde makulleştirme tavrı seneler sonra başka bir eserde karşımıza çıkmıştır.

 

R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’ân diye adı tefsir ama kendi heva dolu bir metinde Hz. Meryem’in Hz. İsâ’ya hamileliğini makulleştirmek için hiçbir ilmî, tarihî, lügavî delile dayanmaksızın kırk takla atıyor. Ona göre durum şöyledir: “Hz. Meryem gördüğü rüyayı evlenmesi gerektiğine yorumluyor ve marangoz Yusuf ile evlenip ondan gebe kalıyor ve böylece iş olup bitiyor. Evlenme kuralının çiğnendiğini ve bir de çocuğu olduğunu duyan tapınak rahipleri Meryem’in evliliğini tanımıyor ve tapınak kayıtlarına geçirmeyip gayrimeşru ilan ediyorlar. Çünkü o dönemde nikah, nüfus işlemleri tapınakça onanırdı. Böylece aradan zaman geçince, Meryem babasız çocuk doğuran kadınmış gibi oldu. Etrafında mitoloji örüldü ve tarihe, halk anlatılarına böyle geçti ve dilden dile aktarılarak geldi.”(3)

 

Tabiî dinler tarihi, tefsir ve itikâd gibi İslâm ile ilişkili alanlarda hiç kimse çıkıp da birine “ne anlatıyorsun sen birader?” diye sual etmediği yahud “hiç kimsenin bilmediği, tarih kitaplarından mahfuz ve orijinal bu bilginin kaynağını bizimle de paylaşmaz mısın ey üstad-ı azam?” demediği, dolayısıyla din nâmı hesabına konuşmak için işkembe-i kübra hâriç başka bir yetkinliğe ihtiyaç kalmadığından tek bir dipnot, referans, delil sunmadan hevasını, Allah’ın sözüne rağmen bir de tefsir adı altındaki bir karalamaya yazabilmiştir. Gerçi kimden delil istiyoruz? Bu adam değil midir ki aynı eserinde, Hz. Süleyman’ın kuşlardan oluşan ordusunu, aslında insanlardan oluşan fakat arması kuş olduğu için öyle anılan bir ordu olarak ifade ettikten sonra, asırlardır gizli kalan bu hakikati ortaya çıkartan delil olarak Fenerbahçe’nin sarı kanarya olarak da anılmasını gösteren kişi!

 

Şunu açıkça söylemeliyiz ki, hiçbir ilmî kıymeti ve hakikatle ilişkisi olmayan Hz. Meryem’in Hz. Yusuf ile evlendiğini öne süren anlatıyı kabul etmek küfürdür. Çünkü Allah Teâlâ, Âl-i İmrân sûresinde; “Meryem dedi ki: ‘Rabbim! Bana hiçbir beşer eli değmemişken, benim nasıl çocuğum olabilir?’ Yüce Allah da: ‘Emir böyledir; Allah dilediğini yaratır. Bir şeyin olmasını isteyince, ona sadece ‘ol’ der, o da hemen oluverir’ buyurdu.” Meâlindeki âyet ile Hz. Meryem’in “hiçbir beşer ile buluşmadan evlat sahibi olduğunu” ve bu durumun, O’nun bir emri olduğunu muhkem olarak beyân buyurmuştur. Bu, mütevatir olarak sabit olan bir bilginin te’vil yoluyla tahrif ve inkârından başka bir şey değildir. Allah Teâlâ Kur’ân’da Meryem validemize bir beşerin elinin değmediğini açıkça beyan ve tasdik buyuruyor, Eliaçık da bu âyetin bulunduğu Kur’ân’a sözde tefsir yazıp “hayır değmez olur mu, bilakis evlendi” diye saçmalayabiliyor.

 

Bu arsızlığın son halkası, yazılı olarak olmasa da sözlü olarak tedavüle giren ve Hz. Meryem validemizin gayr-i meşru bir ilişki içinde olduğunu ima eden bir mülhidane iftira ile karşımıza çıktı. Cihat Kısa adında soyadı aklı ve ahlâkı hakkında bilgi veren bir ahmağın bir de İlahiyat fakültesinde böylesi alçakça iftiraları dillendirdiğini öğrendik. Anlattığı safsatanın, aptal avlamak için uydurulmuş asılsız bir anlatı olmaktan öte kıymeti olmadığı için muhatabını bulmuş, Kısa bu asılsız anlatıyı bir İlahiyatçı olarak benimsemiş ve talebelerine anlatır olmuş. Bu sözler, Hz. Meryem hakkında söylenenlerin en alçakçası, en rezilidir. Bu sözler apaçık küfürdür. Kur’ân’a ve Allah’a iftiradır.

 

Cihat Kısa

 

Tabiî ülkemizde yine kimse çıkıp da “Ya sen İlahiyat hocası olarak anılıp, buradan ekmek yiyorsun. Kur’ân’ın verdiği habere inanmıyorsan ne diye buranın ekmeğini yiyorsun, onursuz musun?” yahud “Mademki sen koskoca İlahiyat fakültesi dekan yardımcı ve akademisyenisin, bu fevkalade bilimsel derslerde anlattığın şu sözün delilini getir de koy bakalım” demeyeceği için bugün bu kısa Cihat susar yarın başka bir çukur Cihat konuşur. Nasıl olsa bu din sahipsiz ve mazlum.

 

Hz. Meryem validemiz, tüm ruhu kararmış ve cahil bu zevatın karanlık ruh ve cehaletlerinin şiddetinden daha şedîd bir pâklıkla pâktır. O, salihadır, annemizdir, Kur’ân’ın övdüğü, iffet numunesi olarak sunduğudur. Kıyamete kadar da böyle anılacaktır.

Dipnotlar

1-Âl-i İmrân, 3/47.

2-İsmail Hakkı Milaslı, Kur’ân’a Göre Hazreti İsâʼnın Babası, İstanbul: Ankara Matbaası, 1934, s. 4

3-R. İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’ân, s. 128.

Kaynak: Baran Dergisi - Melikşah Sezen

 

 

Recep YAZGANRecep YAZGAN