Fikir
Giriş Tarihi : 29-01-2017 10:48   Güncelleme : 29-01-2017 10:48

Tasavvuf ve Tarikatin Güzellikleri

Tasavvuf ve tarikatlarla ilgili olarak bazı şahıslar ağza alınmayacak kadar ağır ithamlarda bulunabilmektedirler. Onların bu derece pervasız konuşmaları ve ruz-i mahşerde bu haksızca ithamlardan dolayı sorumlu olacaklarından dolayı bu yazıyı kaleme almak zorunda kaldım.

Tasavvuf ve Tarikatin Güzellikleri

Tasavvuf ve tarikatı takdir eden ve seven birisi olarak Bediüzzaman’ın Mektubat isimli eserinden yararlanarak bazı önemli meseleleri arz etmek isterim…

Allah dinini son Peygamber Hazreti Muhammed (asm) ile tamamlamıştır. Peygamber Efendimizden (asm) sonra Kuran’ı ve Peygamber yolunu izah eden nice âlimler, muhakkikler, müceddidler ve tasavvuf şeyhleri gibi büyük zatlar gelmiştir. Bu zatlar vazifelerini bihakkın yerine getirerek hakiki âlem olan âlem-i ahirete intikal etmişlerdir.

Bunlardan bir kısım olan tarikat ve tasavvuf şeyhleri de aynı şekilde vazifelerinin hakkını vermiş ve insanlığı hakikate ulaştıran nur ve feyizlerden eserler bırakmışlardır. Tasavvuf ve tarikat dediğimiz bu yolları kısaca tarif etmek gerekirse, şu hususları söyleyebiliriz.

Tasavvufu, ebedî huzura ve mutluluğa ulaşma isteği doğrultusunda nefsi kötü huylardan arındırma, ahlâkî olarak belirli bir olgunluğa eriştirme, kalbi olumsuz düşüncelerden kurtarma, kendini ve nefsini en iyi bir biçimde tanıma olarak ifade edilebilir. Tarikat ise en genel manada tasavvufun sistemleşmiş haline verilen isimdir.

Tasavvuf kelimesinin kaynağı hakkında her ne kadar bu kelimenin Yunanca hikmet mânâsına gelen “sophia”dan geldiği söylense de, İsmail Hakkı İzmirli bunun doğru olmadığını dile getirerek ilk sofi olarak anılan Ebu Haşim’in (öl. 767) zamanında henüz felsefe kitaplarının tercümesinin yapılmadığını, bundan dolayı da bu kelimenin Yunanca’dan geçmiş olamayacağını belirtmektedir.

Tasavvufun çok farklı şekillerde tanımı yapılmaktadır. Bu da mutasavvıfların farklı bakış açılarından kaynaklanmaktadır. Ancak temelde hepsinin birleştiği nokta tasavvufun İslâm’ı yaşamayı hedeflediği görüşüdür. Tasavvuf tanımlarını maddeler halinde sıralamak gerekirse:

  1. Tasavvuf, masivayı terk edip Allah ile beraber olabilmektir. (Cüneyd-i Bağdâdî)
  2. Tasavvuf, kulluk ahlâkına bürünmek, onunla süslenmektir. (Muhyiddin İbni Arabî)
  3. Tasavvuf, şeriatın zahir ve batınını, ahkâm ve adabını bilip yaşamadır. (Seyyid Şerif Cürcani)
  4. Tasavvuf, nefsin kötü isteklerini terk etmektir. (Ebû Hüseyn Nûrî)
  5. Tasavvuf, vakti değerlendirmek ve vaktin kıymetini bilmektir”.(İbni Osman Mekkî)
  6. Bediüzzaman, tasavvufu, “iman hakikatlerini keşfetmeyi ve Cenâb-ı Hakk’ı hakkıyla tanımayı asıl gayesi yapan, Peygamber Efendimiz’in (asm) Mi'racıyla açtığı yolu takip eden, kalbi işletip ruhânî olarak seyr ü süluk etme yöntemini benimseyen, zevkî, hâlî ve bir derece şuhudî olarak iman ve Kur’ân hakikatlerine mazhariyetle insanı geliştiren, olgunlaştıran bir sır” olarak tarif eder. Ona göre tasavvuf; tarikat, velâyet ve seyr ü süluk adıyla anılan şirin, nurânî, neşeli ve ruhânî bir kudsî hakikattir.

Tasavvuf ve tarikatın gayesini anlamak için şu hususları anlamaya çalışmak gerekir. İnsanların bir maddî, bir de manevî tarafı mevcuttur. Tarikatlar insanların maddî taraflarından çok manevi taraflarını inkişaf ettirmeyi hedef almışlardır. Manevî âlemin merkezi de kalp olduğundan dolayı ilk iş olarak kalbi çalıştırıp hareketlendirmeyi ve olgunlaştırmayı asıl gaye yapmışlardır.

Tarikatın en önemli gayesi hiç şüphesiz iman hakikatlerinin kalplerde inkişafını sağlamaktır. Müceddid-i Elfi Sani İmam-ı Rabbani de bütün tarikatların ulaşmak istedikleri son noktanın iman hakikatlerinin inkişaf ettirilmesi olduğunu dile getirmektedir.

İman hizmetlerini ön plana tutma günümüzde çok daha fazla gerekli hâle gelmiştir. Çünkü günümüzde maddecilik ve materyalizm hastalığı etkisini çokça göstermektedir. İnsanlar bir şeye inanabilmeleri için delil sormakta, görmek istemekteler. Eskiden bilindiği üzere durum çok daha farklı idi. Bir âlim şahsın bir sözüyle insanlar irşad edilebiliyorlardı. İnanmayan sayısı çok daha cüz’î miktarlardaydı. Ancak günümüzde dinsizlik kol gezmektedir. Bu konuda Bediüzzaman şöyle der: “Tahmin ederim ki, şeyh Abdülkadir-i Geylânî (ra) ve Şah-ı Nakşibend (ra) ve İmam-ı Rabbani (ra) gibi zatlar bu zamanda bulunsalardı, bütün gayretlerini hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin (İslâm esaslarının) takviyesine sarf edeceklerdi.”

Bunun sebebini de şu şekilde dile getirmektedir: “Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez, fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır.”

Tasavvufta sünnet-i seniyeye bağlılık büyük önem arz etmektedir. Bediüzzaman; Sünnet-i Seniyyenin tarikatta büyük bir önem arz ettiğini dile getirmiştir. Velâyet yollarının en güzeli, en nuranisi, en zengininin Sünnet-i Seniyyeye ittiba olduğunu, yani işlerinde ve harekâtında ona tabi olmak, onu taklit etmek, ef’alinde ahkâm-ı şer’iyeyi düşünüp rehber kabul etmek gerektiği şeklinde ifade etmiştir.

Bediüzzaman’a göre tarikat ehlinin vartaları ve dikkat etmesi gereken hususları vardır. Sünnetin prensiplerini tam kavrayamadan, tarikat ve tasavvufun içine dalan insanların birçok vartaya düşeceklerini belirtmektedir. Bunların başlıcaları; Velâyeti, Nübüvvete tercih etme, evliyaları Sahabelerden üstün görme, bir kısım tarikat virdlerini ve adaplarını sünnete tercih ederek karşı gelme, ilhamı vahiyle karıştırma, kerâmet, zevk ve nurani halleri hoş görüp onlara âşık olma ve onları ibadete tercih etme, velâyet makamının gölgelerini, numunelerini gerçek makam-ı âlî ile karıştırma, fahri, nazı, insanların teveccühlerini, şükrün ve insanlardan istiğnanın önüne geçirme ve ahirette koparılıp yenilecek velayet meyvelerini dünyada yemek ve istemek şeklinde sıralamıştır.

Bu varta ve tehlikelerden kurtulmanın tek yolunun Kitap ve Sünnetin ölçüleri ile hareket etmekten geçtiğini ve onlar bilinmeden tarikat dairesine girilmemesi lâzım geldiğini de dile getiren Bediüzzaman, yine Telvihat-ı Tis’a risâlesinde tasavvufun faydalarına da değinmiş ve bunları dokuz maddede toplamıştır. Bunlar;

  1. Doğru yoldan sapmamış olan tarikatlar sayesinde iman hakikatlerinin inkişafı,
  2. Kalbi tarikatlar vasıtasıyla işlettirip insanî duyguları yaradılış neticelerine yöneltmek,
  3. Tarikat yollarından birisine dehalet ederek dalâlet ve şüpheleri defetmek,
  4. İmandaki marifetullahı bilmek ve bu yolla Muhabbetullah’ın zevkini tarikat vasıtasıyla idrak etmek,
  5. Şer’î tekliflerdeki hakiki latifeleri tarikattan ve zikr-i İlâhîden gelen bir uyanık kalb sayesinde hissetmek,
  6. Tevekkül makamı, hakikî zevke ulaştıran teslim mertebesi ve rıza derecesini kazanmak,
  7. Tarikat yolunun en mühim esası ve neticesi olan ihlâs sırrıyla gizli şirk, tasannu ve rezâilden kurtulmak,
  8. Kalbî zikir ile ve aklî tefekkür ile kazandığı huzur ve kuvvetli niyet vasıtalarıyla âdetlerini ibadete çevirmek,
  9. Kalbinin derinliklerine yaptığı seyahat ve verdiği ruhî mücadele ile kazandığı manevî terakkî sonucu kâmil insan olmaya gayret göstermek, gibi daha sayılamayacak birçok faydaları mevcuttur.

Bütün hak yolların kaynağının Kur’ân’dır. Kur’ân’da dört esasa dayalı bir tarik keşfettiğini ve bunları hayatına tatbik ettiğini söyleyen Bediüzzaman, “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” tarikını tavsiye etmiştir. Bu yolun evradının ise “sünnet-i seniyyeye uymak, farzları işlemek, kebâiri (büyük günahları) terk etmek ve bilhassa namazı tadil-i erkân ile kılmak ve namazın arkasındaki tesbihatı yapmak”tan ibaret olduğunu anlatmıştır, vesselam…

 

adminadmin