Fikir
Giriş Tarihi : 01-11-2020 04:00   Güncelleme : 01-11-2020 06:29

Terme'de Mümbit Bir Ada: Ahmet Sezgin

Ahmet Sezgin’in eğitim ve kültürle ilgili çalışmaları zamanla onun izinden gidip kendini bulanlarca çok daha derinlikli bir çabaya dönüşecektir. Çünkü ‘denize atılan her şişe’ bir gün mutlaka kıyıya yani kaderine ulaşır. Çünkü samimiyet, en büyük keramettir. Mustafa Köneçoğlu yazdı.

Terme'de Mümbit Bir Ada: Ahmet Sezgin

İnsan yaşarken iz bırakan bir varlıktır. Bu nedenle biz insanlar, bizden öncekilerin izlerine basarak yürüdüğümüz gibi bizden önceki izlerin gölgesinde de büyürüz. Yaşarken bıraktığımız izler nasıl/niçin yaşadığımızın göstergesi ve delilidir. Ardımızda bıraktığımız izler, bir anlamda, kimlik kartlarımızdır; kim olduğumuzu ve kimliğimin dokusunu ele verir.

 

İzlerimiz gönül aydınlığı olabildiği gibi karanlık bir girdapta korkunç bir anlatıya da dönüşebilir. Takip edilesi bereketli izlerimiz olabileceği gibi müstekreh bir yolda yitip giden izlere de sahip/talip olabiliriz. Kısaca, yüzümüze kara çalan izler de vardır, yüzümüzde ışıyan izler de… Bu; hayat denen emanete nasıl baktığımızla, ona nasıl sahip çıktığımızla ilgili bir tercihtir. Bazı insanlar diğerleri için yol olur, bazıları yol açar, bazı insanlar ise yol keser. İnsanlar için örneklik teşkil edecek şekilde çığır açanlar, dünyanın faniliğine sonsuzluktan bir çentik atmış olurlar. Bu ebedi çentik, var olmanın muhteşemliğinde parıldayıp durur. Dolayısıyla hem yol açar ve hem de yol olurlar bu ebedilik ilmihalini talep edenler.

 

Terme gibi kültürel anlamda türlü nakisalarla malul bir ilçede, yıllardır çileli bir yolculuğa göğüs geren Ahmet Sezgin, bir kültür adamı ve öğretmen olarak bizi, iz bırakmanın en insani ve öğretisel olanıyla karşı karşıya getiriyor. Yol açıyor ve yol oluyor adeta. Belki de asıl verimleri çok daha sonra neşvünema bulacak bir toprağı sürüyor, emek ve alın teriyle. Taşrada yaşayıp da kültür ve sanatı uğraş alanı olarak seçen herkes bilir ki zordur, bu toprağı bir ömür sürmek. İnanç ve aşk ister; ayrık otlarıyla ve yalnızlıkla mücadele etmek, çelikten bir irade ister. En korkuncu da yalnızlıktır, bir süre sonra en yakınlarındakilerine bile dilin sarahatle dönmez olur. Ne hakkıyla anlayabilirsin olup biteni ve ne de hakkıyla anlaşılabilirsin. Dilsizliğin en meşum ve en ketum uçurumudur bu. Bir meçhul ve muamma olarak kendi içine, kendi sesine dönersin kaybolmamak için. Fakat zamanla alışırsın yalnızlığın bu sağır bu ketum duvarlarına. Hatta bu anlamsız duvarların kovuklarına; aşkla, umutla, kelime çiçekleri ekmeye başlarsın, Ahmet Sezgin’in Terme’de yapmaya çalıştığı gibi.

 

Ahmet Sezgin, varlığını yalnızlık toprağına gömüp nabit olan bir kültür ve sanat adamı, bir öğretmen. Anne ve baba hatrına İstanbul’dan küçük bir ilçeye bir nevi hicret etti ama sıradanlığın iğfal ve imha ediciliğine hiçbir zaman razı olmadı. Kendi entelektüel kozasını çileyle örüp şiirler ve yazılar uçurmaya devam etti. Taşranın kıyıcılığına ve kaygan zeminine teslim olmadı, direndi hep. Kafasında ve kalbinde kelimelerle dolaştı. Ceplerinden taşan kelimeleri dostları ve öğrencileriyle paylaştı. Kelimeler serpti Terme’nin daracık sokaklarına, Karadeniz’in bıçkın delikanlıları yitik bir öyküye dönüşmesin diye. Öyküler derledi, şiirler ve denemeler yazdı; çığır açtı yani, iz bıraktı. “Eğitim ve kültürün kendi medeniyetimizin izini sürmek” olduğunu vurguladı yıllarca. Okumanın, sanat ve kültürün verimli havzasından beslenmeyen bir eğitimin kuru ve kadit kalacağını anlatmaya çalıştı ulaştığı herkese. Sadece anlatmakla kalmadı, meselelerine müdrik bir eğitimcinin sorumluluğuyla anlattıklarını tüm benliğiyle yaşadı da.

 

Anadolu’nun sessiz ve mütevazı atlaslarında bin bir emekle, kültürü yeniden yoğuran, inşa eden ve yaşanılır kılan; kendinden sonrakilere kelimelerden bir yol ve yordam uzatan emektarlardan biri; Ahmet Sezgin. Taşradaki ilklerden. İlklerden olmanın hem acısını hem de kıvancını birlikte yaşıyor. Zira taşrada ilklerden olmak, tereddütlü bir ‘belki’yle yaşamaya da alışmaktır. Bu tereddütlü ‘belki’nin gölgesinde yapıp etmelerimizin sonucundan bir türlü emin olamayız çünkü. Ya tutmazsa sorusundaki boğucu beyhudelik ünlemi bir türlü bırakmaz insanın yakasını. Taşrada kültür adamı olmanın yazgısı sanırım, biraz da bu boğucu tereddüttür. Verimli bir çabaya da dönüşebilir bu tereddüt, ebedi bir suskunluğa da. Ahmet Sezgin bu tereddüdü sürekli ayıklığa çağıran bir şarkıyla aşıyor. Tüketimin, sanallığın, sahteliğin ve avamlığın bir yaşam biçimine dönüşerek insanları alıklaştırdığı bir konjonktürde onunki; kitabın, inancın ve aşkın suladığı topraklarda insandan umut kesilmeyeceğinin buruk şarkısı.       

 

Ne kadar anlaşıldı söyledikleri ne kadar anlaşılır bilemiyorum, fakat aşkına, inancına, kitaplarına şahit birisi olarak söyleyebilirim ki gönülden kopan her eylem, yuvalanacağı kalpler bulmakta hiç de zorlanmayacaktır. Bu, samimiyetin dünyadaki yegâne ödülüdür. Hatta inanıyorum ki Ahmet Sezgin’in eğitim ve kültürle ilgili çalışmaları zamanla onun izinden gidip kendini bulanlarca çok daha derinlikli bir çabaya dönüşecektir. Çünkü ‘denize atılan her şişe’ bir gün mutlaka kıyıya yani kaderine ulaşır. Çünkü samimiyet, en büyük keramettir.

Kaynak: Dünyabizim.com - Mustafa KÖNEÇOĞLU

Recep YAZGANRecep YAZGAN