Güncel
Giriş Tarihi : 28-07-2021 16:46   Güncelleme : 28-07-2021 16:46

Yabancı Türkologlar Ve İlim Adamlarının “Dil Devrimi” Ni Eleştirmeleri

“Dışarıdan eleştiriler, tepkiler, uyarılar ve çözüm yolları” da diyebileceğimiz bunlardan alıntılarla, “Yabancılar ağlar dilimizin perişan haline” (Neiat Muallimoğlu, Türkçe Bilen Aranıyor, Muallimoğlu Yayınları, İstanbul, 2003, s.16) de denilen bu görüşlerden bir demet sunacağız.

Yabancı Türkologlar Ve İlim Adamlarının “Dil Devrimi” Ni Eleştirmeleri

 “Dil Devrimi” ile gelen  süreçte, ülkemizin sağduyulu ilim adamları, yazarları tarafından dilimizin tahrip edilmesine yönelik eleştirilerin ve tepkilerin yanında,  Batılı ülkelerin akıl, sağduyu ve mantık sahibi ilim adamları tarafından da  dil  işinde  hiçbir kaide ve prensibe dayanmayan,  dilin  normal gelişim seyrine ve tabii yapısının korunmasına darbe vuran, “celladına âşık olmak” kabilinden kötü bir “Batı medeniyeti taklitçiliği” yanında, kuru -sıkı ve hamasi milliyetçilik duygularının da  etkisi altında, bunlar adına mazimizde dil açısından da neyimiz varsa hepsini silip süpürmeyi amaç edinmiş  dil hastalıklarımıza yönelik eleştiriler, tepkiler gelmiştir.  

  PROF.  GEOFFREY L. LEWİS İngiliz Türkolog G.  L. Lewis’in,  1999’da yayınladığı ve Türkçeye 2004 yılında çevrilen “ The Turkısh  Language Reform:  A Catastrophiç  Succes” (Trajik Başarı  - Türk Dil Reformu” isimli kitabında, Dil Devriminin öncüsü Atatürk’ün önce “tecrübe, deneme” kabilinden başvurduğu Türkçeden bütün yabancı kelimelerin atılarak yerlerine Türkçe olanlarının konulmasını ve bu mümkün olmazsa yerlerine  uyduma kelimeler getirmeye  yönelik “uydurmaca  dil” den, daha sonra bunun zararlarını,  görerek bundan vaz geçtiğinden ve o öldükten sonra ise öz Türkçeciliğe yani uydurukça  dile dönüsün  nasıl bir büyük bir hata olduğunu dile getirmekten olarak  kitabında şunlardan bahseder: 

“Atatürk’ün vazgeçtiği uydurukça dile geri dönüldü. Dil Devrimi Osmanlı mirasını harcama halini aldı.”

“Atatürk bütün bu çalışmaların (uydurmaca  dil akımının)  aşırıya kaçtığına karar verdiğinde ve kendi doğal ifade biçimine döndüğünde, onun sahneden çekilmesi için makul bir aralık tanıdılar ve sonra işlerine kaldıkları yerden devam ettiler (Atatürk öldükten sonra arı dilcilerin uydurukça dile  yeniden dönüşleri).  Sözcük (kelime)  uydurmakta bir beğeni geliştirmişler ve bu iş onların birçoğu için bir meslek haline gelmişti.  Dolayısıyla uydurmaya devam ettirmeler  ki,  bunun için bu insanlar çok sert bir şekilde  suçlanmamalıdırlar. Nihayetinde Atatürk’ün  öz Türkçenin ıssız kıyılarından geri çekilişi, onun hiç kimseye dayatmadan  teşebbüs etmediği  kişisel bir  karar üzerine temellenmiştir.  Fakat uydurmaya devam ederken Atatürk’ün  izini takip ettiklerini  iddia etmekte ısrar ettiler ki,  bu onlarını affedilmez bir suçudur…

Dildeki fakirleşmenin boyutları, modern bir Türkçeden   Türkçeye sözlüğü, özellikle de Arap kökenli sözcüklerin  çoğunu içeren ‘m’ ve daha az sayıda olmakla birlikte ‘t’ ve ‘i’   ile başlayan  sayfalara göz atarak anlaşılabilir.  Tek kelimelik karşılıkları olmaları değil de bir tanımla açıklanmış sözcüklere baktığımızda  bulacağımız her kelime reformcular açısında bir başarısızlığı ifade etmektedir…Müddet, mühlet, mehil ve vade  sözcüklerinin hepsi  ‘süre’ sözcüğünün karşısında yenilmiştir…

İngilizceden Türkçeye geçen kelimelerin çoğunun Osmanlıcada  yani erken dönem Cumhuriyet Türkiyesinde  birer karşılığı vardı…Modern Türk insanının seçim imkanı ise neredeyse sadece ‘değişme’ ve ‘başkalaşmak’  arasında sınırlıdır…

     Osmanlı Türkçesinin engin kaynakları  reformcuların tasarrufundaydı.  Bu bereketli kelime hazinesinin tümünde kalıcı kalmak zorunda değillerdi;  istediklerini ayıklayıp seçmekte özgürdüler, fakat onlar; bile bile miraslarını harcamayı seçtiler…”( Geoffrey L. Lewis,  “Trajik Başarı  - Türk Dil Reformu”, Çev. M. F. Uslu, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 94, 185, 186, 197)

Geoffrey, kitabının yayınlanmasının ardından  konferans vermesi için Türkiye’ye davet edildi.  11 Şubat 2002 tarihinde verdiği  konferansında   öz Türkçecilerin   verdikleri zararlardan olarak şunlardan bahsetti:

“700 yıllık dilde ‘etnik temizlik’  büyük bir ‘felaket’ oldu.”

  “Bu akşam Türk  Dil Reformu hakkında konuşacağım… Bu konudaki kitabıma ‘A Catastrophiç  Succes’ (Yıkıcı   Bir Başarı)  adını verdim.  Her ne kadar bu reform konuşma dili üzerinde o kadar büyük bir tesir  yaratmadıysa da  1930’ dan  önce yazılmış her şeyi ve o z amandan beri yazılanları yeni nesiller için  gün geçtikçe daha  anlaşılmaz hale getirdi. Bu reform inkar edilemez bir şekilde  muvaffak olmuştur, etnik temizlik yapma konusunda  muvaffak (başarılı olmak, zafer kazanmak) olmuştur. Türkçe olmayan unsurları temizlemek bakımından  muvaffak olmuştur.  Öyle ki daha evvel yedi yüz  sene yapılanları  son asır içinde tamamen değiştirmiştir.  Bu muvaffakiyetin  niçin bir felaket olarak  isimlendirdiğimi size izah edeceğimi ümit ediyorum.”

Geoffrey, konferansının devamında,  1932’ de Dil Devriminin başlatıldığından bahisle,  öz Türkçecilik adıyla Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin atılıp yerlerine Türkçe karşılıklarının bulunması için  halk dilinde yaşayan kelimelerden tarama çalışmasının başladığını ve bunun “Tarama Dergisi” nde yayınladığından bahisle, yazarların yazılarını yazarken onlara bundan kullanacakları kelimelerin Türkçe karşılıklarının bulunarak kullanılması zorunluğu getirildiği üzerinde durarak  şunları söyledi: “Gazeteciler fıkralarını  Osmanlıca yazıp kelimelerin yenileriyle   değiştirmesi için ‘ikameci’ye veriyorlardı.  İkameci Tarama Dergisini açıp münasip gördüğü kelimeyi eskisinin yerini koyuyordu.  Aynı zamanda diğer bir gazetedeki  ikameci,  aynı Osmanlıca kelimenin yerine  koymak üzere, başka bir yeni kelimeyi seçebiliyordu.

Atatürk bu noktada  reformun bir çıkmaza girdiğini ve Türkçede muadili olmayan, karşılıklarının  Türk  etimolojisinde de yapılma imkanı olmayan umumi kullanımdaki ecnebi menşeli kelimelerin  lisanda bırakılmasına karar verdi. Bundan cesaret  bulun herkesi bir gayrettir aldı.

Lanetlenmiş Arapça ve Farsça kelimeleri atmak için kökler  icat etmek yerine, dürüstçe saf Türkçe  karşılıklar bulmaya çalışanlar,  çok ciddi bir hata yaptılar. Mesela Arapça  ‘maarif’ in  Türkçe muadili yoktu.

Reformcular kadim Türkçedeki  ‘eğitimek’ fiilinden  isim olarak ‘eğitim’ kelimesini imal ettiler.  Esasen ‘eğitimek’  diye bir kelime yoktu:  Manası (insanları veya hayvanlar beslemek anlamında) olduğu için ‘eğitimek’ fiili yanlış okunmuştu, ama bu bile ‘eğitim’ kelimesinin  ‘maarif’ in yerini almasına  mâni olamadı. 

 ‘Millet’ için  araştırmacılar aralarında  ‘uluş’ ve ‘ulus’ olan  sekiz muhtemel karşılık buldular ve yanlış olanı seçtiler.  ‘Ulus’, hakiki bir Türkçe kelimeydi, fakat millet değil, memleket demekti.  Moğollar bu kelimeyi aldı.  Moğol söyleyişine uydurarak ‘ulus’ haline getirdi ve ‘imparatorluk’   veya ‘halk’ diye  bir mana verdi.  On dördüncü asırda Türkler kelimeyi Moğol söyleyişiyle geri aldı ve on  yedinci asra kadar  kulandılar, bugün tekrar aldılar. .. Birçok yeni kelime Türkçe kök ve  eklerden  doğru bir şekilde  teşkili edilmiştir. Bununla beraber büyük ekseriyeti böyle değildir…

“Reformcular (Dil Devrimcileri)  miraslarını bilerek çöpe attılar.”

Bunlar (uydurmaca  kelime imalı) reformcuların yaptığı tipik bir hatadır. Diğeri ise,  Türkçede karşılığı olmayan, Türkçe ek ve köklerden  yenilerini de  yaratma zahmetine katlanılmayan, Arapça ve Farsçadan  gelmiş olan pek çok kelimeyi  atarak  lisanı fakirleştirmeleridir.  Osmanlı Türkçesinin  inanılmaz büyüklükteki  kaynakları  hizmetlerinde idi.  Bu bereketli kelime hazinesinin  tamamını  kabul etmeleri gerekmiyordu; istediklerini seçmekte serbesttiler, ama onlar bilerek miraslarını çöpe attılar.” (Ahmet Kemal   Yahyaoğlu, Öz Türkçeciliğin İçyüzü Türkçenin Katli, Yakın Plan Yayınları, İstanbul, 2013, s. . 159 – 160)

 Geoffrey, konferansının sonunda Türk dilinde yaşananları “felaket” olarak adlandırarak bunları dört madde halinde şöyle  sıralar:

    “Reformu niçin felaket olarak vasıflandırdığımı dört maddede izah etmeye çalışayım:

1-“Bir aydınlar dili oluşturarak, toplumlarını  iki dilli haline getirdiler.” Reformcular (Dil Devrimi ile gelen Dil devrimi savunucuları, uydurmaca dilciler),  entelektüellerle (aydınlar)  entelektüel olmayanlar (halk)  arasındaki lisan farkını göremediler, yeni bir lisan yarattılar.

      2- “Dillerini aciz bıraktılar, fakirleştirdiler.” Reformcular,  unutulmaya mahkum ettikleri bütün Arapça ve Farsça kelimelere karşılık bulmada aciz kaldılar ve lisanı fakirleştirdiler.  Bu kayıp,  konuşunken ve yazarken, hislerini ifade edecek bir kelime arayıp da, o kelime bir  Etrüsklü kadar ölü olduğu ve yerine yeni bir kelime konulmadığı için, bulmayan her Türk’ü  çaresiz bırakmaktadır.

      3- “Uydurmaca dil bile Öztürkçe değildi.” Yeni imal edilmiş kelimelerin çoğu  öz Türkçe olmaktan çok uzaktır.

     4- “Maziden - geçmişten koparma projesi.” 50 yaş üstündeki Türklerin ekseriyeti  modern  Türk edebiyatının en büyük dönemlerinden biri olan 1920 – 1930  arası kaynaklarından koparılmıştır.  Kitabevlerinde gördüğüm ‘Modern Türkçeye (uydurukça dile)  yapılmış tercümelerin  asıllarının yerini tutması mümkün değildir.

“ Çok büyük felaket I : 1930’ larda yayınlanan  Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) kitabını bile bugünkü dile tercüme edecek eleman bulunamıyor.”

     1995 senesinde bir gazeteye yazılmış bir okuyucu mektubundan kısaca bahsedeceğim:  ‘Yakup Kadri’nin bir kitabını arıyordum. Hiçbir yerde bulamadım.  Onun kitaplarının yeni baskısını  yapan neşriyatcıya (yayınevine), niçin bu kitabın yeni baskısı olmadığını sordum.  ‘Türkçeye tercüme edecek kimse bulamadıklarını’ söyledi. Bu kitap  1930’ larda  yayınlandı, daha talebe iken onu okumuştum, şimdi Türkçeye  tercüme edilmesi gerekiyor. Yakup Kadri onu   Çince mi yazmıştı acaba?  Daha da garibi, o Türkçeyi  anlayıp yeni süprüntüye (uydurmaca  dili kastediyor) tercüme edecek kimse bulunamıyor.”

“Çok büyük felaket  II: 1960’ larda yayınlanan  1000 Temel Eserin bile 2000’ li yılların başında tercümeleri yapıldı.”

      O  dönemde (1930’ lu yıllar)  yazılmış eserlerin  orijinallerini bulabilmek hepimizin problemidir.  Daha 1960’ larda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından  neşredilen  ‘1000 Temel Eser’ serisinde bile, 1960’ ların  başlarında yani   daha  40 – 50 sene evvel konuşma Türkçesi ile yazılmış eserlerin birçoğu maalesef yeni Türkçeye tercüme edilmiş olarak  halka sunuldu.   Bu şekli ile bu eserlerin  ne kadar ‘temel eser’ oldukları münakaşa edilebilir.  Sadece şiir kitapları  bu katliamdan kurtulabildi.  27 Mayıs  darbesinden sonra yeniden resmi politika haline  getirilmiş tasfiyeciliğe  boyun eğen muhafazakar bir iktidar (Adalet Partisi iktidarı) tarafından  neşredilen bu kitaplar da esasında tasfiyeciliğe hizmet etmiş oldu.  Bu eserlerin orijinallerinin neşredilmesi  Türkçe için çok  büyük bir  hizmet olacaktır.  Gençler için bazı kelimelerin manaları bir lügatçe halinde kitabın sonuna ilave edilebilir…”

“Öz Türkçe kelime bulmakta çaresiz ve  yetersiz  kalanlar  dilin gümrük kapılarını İngilizce veya Fransızcaya  sonuna kadar açtılar. 50 yıllık  enkaz kolay temizlenemez.”

       Eski lisanı seven, her ne kadar,  bazı kelimelerin  geri dönüşünü görerek sevinseler de, Dil Reformunun bittiğini düşünerek kendilerini aldatmamalıdırlar.  Bugün çok az kelime yaratılmaktadır. İngilizce veya Fransızca  biliyorsanız ne diye yeni kelime yaratmak için kendinizi yorarsınız?  Fakat 50 senedir   beyin yıkamanın neticelerini ortadan  kaldırmak o kadar kolay değildir.”(Yahyaoğlu, s. 163 – 166)

                                                                             JEAN DENY

        Fransız  Türkolog Jean Deny,  1921’de   “Gramaire de la  Langue  Turque” ( Türk Dilinin Grameri) adıyla  Türkçenin gramerini (Türkçe Dil Bilgisi)  yazmıştı. Bu kitap Türkçeye çevrilip 1940’ lara kadar  liseler  ve öğretmen okullarında ders kitabı olarak okutuldu.  Atatürk  onu 1936’da toplanan Türk Dili Kurultayına davet etti.

                                                    “Türkler dillerini kendi elleriyle öldürdüler.”

        Deny, Atatürk’ün ölümünden sonra “La Reforma Actuel de la  Langue Turque” (Türk Dilinin Gerçek Reformu) isimli kitabını yazdı.

       Deny bu  kitabında, İngiliz Türkolog  Lewis’in yazdıkları benzeri, dilimize   uydurmacılık akımı ile gelen dil buhranını anlatır. Kitabında Lewis’in görüşleri benzeri görüşleri sıralayan Deny,  adı geçen buhranının ana yapılanmasından olarak  “ diller tarihinde  bunun emsali ve benzeri  yoktur” görüşlerine yer verdikten sonra,  “Türklerin dillerini kendi elleriyle öldürdükleri” görüşüne yer verir. (İsmail Habip Sevük, Dil Davası, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1949, s.  110)

      Deny’in Fransızca baskılı kitabından aktarmalar yapmaya devam eden Sevük,  onun anlattıklarından öz Türkçecilerin  yeni kelime yapımında “büyük hatalar ve yanlışlıkların içine düştükleri” dile getirmek  için, buna misallerden bazılarından olarak , “Ölü kökler gibi, ölü eklerle de kelimeler yapılamaz”  ifadesini kullanarak,  “ölmüş ekler” dediği “al” ve “sal”  ekleriyle sun’i kelimeler yapımına yönelik olarak “ulusal”, “yoksul”, “kumsal”, “çatal” kelimelerini gösterir.(Sevük, s. 94 – 95)

     .                                                                          H.C HONY

        İngiliz Türkolog H.C. Hony, İngilizce  - Türkçe   lügatın yazarıdır.  Türkçenin içinde yüzdüğü büyük buhranı  1947’ de yayınlanan  “Iras” adlı  eserinde dile getirmiştir. Bu buhranı onun yazdıklarından anlatmaya yönelik olarak,  Prof. Dr. Osman Turan adı geçen  kitabından bu alıntıları   “Türk Dil Buhranına Toplu Bir Bakış” başlıklı yazısında  yapmıştır. Bunlar şunlardır:

                       “Dil, tabii ve yaşayan bir varlıktır. Politikacılar ve Türk Dil Kurumu onu abesiyata dönüştürdü.”

           “Resmi makamlar okul,  ana babalar ve umumiyetle millet  mektep der.  Onun okuduğu kitaplarda öyle kelimeler vardır ki,  bunları konuşma dilinde kimse kullanmaz; ana ve baba da anlamaz (Osmanlı dönemi gibi iki dilli olmak).   Halbuki bu zamana kadar Avrupalılaşmak yolunda başlayan dil ıslahı, kültür ve edebiyat mensupları tarafından  normal bir yolda yapılmıştı (Osmanlının son  döneminde 1840 – 1920 zaman dilinde yaşanan  dilde sadeleştirme hareketi. Atatürk de Nutuk’unu bu 1927’de bu dille yazmıştı).  Dil, tabii ve yaşayan bir varlıktır.  Onun üzerinde yapılacak ameliyatların  küçük çapta olmaları bile, dilin sıhhatini tehlikeye koyar. Bu dahi, şarlatanlar tarafından değil, ehli tarafından yapılır.

      Türkiye’de dil hareketi, hemen hemen tamamıyla politikacılardan müteşekkil ve neşriyatı  abesiyattan (boş şeyler)        ibaret olan Dil Kurumu tarafından yapılmıştır.  Teşekkül tarzı İngilizceye benzeyen  Türkçe’nin maruz kaldığı vaziyeti  anlamak isteyen bir İngiliz’in, yalnız eski Anglo –Sakson  kelimelerini bırakarak diğer bütün yabancı  kelimelerini atmayı ve yerlerine Anglo – Sakson esasına dayanan  yeni uydurmaları koymak garabetine düşmeleri kafidir.” 

 “Arapça kelimeleri atmak pahasına Türkçe fakirleşti. Benzeri İngiltere de olsa idi, garip karşılanır, olmazdı.”

      “Teşekkül tarzı İngilizceye benzeyen Türkçenin maruz kaldığı  vaziyeti  anlamak isteyen bir İngiliz’in yalnız eski Anglo – Sakson kelimelerini bırakarak  diğer bütün yabancı kelimeleri atmaya çalışıp, yerlerine  Anglo – Sakson   esasına dayanan  yeni uydurmaları koyma garabetine düşmesi  kâfidir.  Arapça kelimeleri atmak pahasına Türkçe fakirleşmiştir.”

“Bunlar yabancıdır diye atılan Arapça  kelimelerin yerine ya gülünç kelimeler uydurulmuş ya da  Fransızca kelimeler Türkçeye  sokulmuştur.”

       “Mesela, harp, muharebe ve mücadele gibi üç ayrış mefhuma sadece  bir ’savaş’ kelimesiyle  ifade edilmek istenerek  bu üç kelime atılmış,  diğer taraftan, birçok gülünç kelimeler konulmuş, bir kısım kelimelere zoraki ve yanlış manalar verilmiş;  buna mukabil, ecnebi,  Fransızca kelimeler Türkçeye sokulmuştur.

     Türkçeye mal olmuş Arap ve Acem kelimelerini atarak onların  yerine  ‘rötar’, ‘rekolte’ gibi garplı kelimelerin  alınması, bunlar,  ocaktaki tavanın içinden  kurutulmak isterken  ateşin içine düşmekten  başka bir şey değildir.”

“Türk dili hakikaten büyük bir tehlike içindedir.”

      “Ben bu zengin ve güzel sesli  dil için, hakiki bir tehlikenin mevcut olduğuna kâfi derecede işaret ettiğimi sanıyorum.  Zira şüphesiz ki, Türkçenin güzelliklerinden biri de,  aslında kötü telaffuz edilen Arapça kelimelerin  Türklerin maharetiyle gelişmiş olmasıdır. Bu değiştirme, birbirine az çok tenakuzlu (çelişkili) olan  esas  âmil (etken) gözükmektedir.”

“Türklerin dillerini yüzde yüz değiştirmede üç amaç vardır: Maziden gelen her şeyi söküp atmak, Avrupa’ya yaranmak,  derin düşünceden mahrum kaynaklanan faydasız milliyetçilik.”

      “1-Mazi ile alakayı (ilişkiyi) tamamen kesmek, Osmanlı İmparatorluğundan kalan her şeyi söküp atmak arzusu.

      2-Avrupa milletleri camiası arasında  telakki edilme arzusu.

     3-Muhakemeden (derin düşünceden)  mahrum ve abes (faydasız) milliyetçilik.

“Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisi ve bir kısım yazarları toplumu iki dilli haline getirdiler.”

      “Bugün kötürüm ve uydurma  dil  konuşmada değil, sadece resmi çevrelerde  ve ikinci derecede  gazeteciler tarafından kullanılmaktadır.” 

“Türkiye’de asıl tehlike uydurukça  dilin okullarda okutulmasıdır. Bu İngiltere’de olsa idi yapanlar ölümle cezalandırılırdı.”

      “Fakat bu dil mekteplerde okutulmakta ki,  asıl tehlike buradadır.  Böyle bir teşebbüs İngiltere’de vuku bulsa idi, mutlaka gülünç bir hale sokularak  ölüme mahkum edilirdi.  Türkler ise,  diğer herhangi bir yabancı milletten ziyade İngilizlerin anlayışına  yakın bir homoraya  (benzeri yapılanma ) sahiptir.  O halde İngiltere’de vuku bulsa maruz kalması gereken bir takibata niye maruz kalmadı?”

“Türkiye’de profesörler ve öğretmenler, ülkenin menfaatlerini  kendi menfaatlerine  feda ettiler. Korku cumhuriyeti onları hakikati seçmekten alıkoydu.”

      “Cevabı şudur ki, (yukarıdaki soru… niye “maruz kalmadı” nın cevabı)   Türkiye’de profesör ve öğretmenler, hep devlet memuru olduklarından  ve orada henüz bizim anladığımız manada  bir hürriyet bulunmadığından, “Tek Parti dönemi  1923 – 1945 zaman dilimini kastediyor)  birisi bu  harekete (uydurmaca  dile) muhalefet eder ve gülünç bir duruma sokarsa, mevkiini kaybeder veya hiç olmazsa mürteci (gerici)  olarak anılır.   O halde biz,  Türklerin dili ile ‘hayırlı olsun!’ diyelim.

“Türkiye’de dilin tahrip ve kötürüm edilmesini dünyada yalnızca Rusya destekliyor. Tehlikenin büyüklüğünü anlayan Türk aydınları, büyük bir ıstırap içinde yaşıyorlar.”

      “Rusya’dan başka hiçbir yabancı memlekette  beğenilmeyen,  tutmayan ve desteklenmeyen, (Komünist  Rusya’nın, dünya Türkleri arasındaki birliği  sağlayan dili de  bölgelere  göre farklılaştırmak suretiyle   bu birliği bozmak politikası)  dil hareketi karşısında  sırf ilmi ve insani  endişelerle duyulan bu tepkiye  milli menfaat ve hisleri  ilave ettiğimiz zaman, meselenin büyük tehlike arz ettiğini anlayan Türk fikir ve düşünce adamlarının  ne kadar mustarip (sıkıntılı ve üzgün) olmaları ve ne yapmaları gerektiği daha iyi anlaşılır.”

“Aşağılık duygusu yanında her şeylerini Frenklere beğendirmek maksadıyla hareket eden Türkler, hâlâ  gaflet uykusundan uyanamadılar.”

     Aşağılık duygusuyla, her şeyi Frenk’e (kıta kara Avrupası) beğendirmek  ve bu maksatla Türkçeyi de  Fransızcaya benzetmek isteyen bu insanların, Avrupalı ilim çevreleri  karşısında hissiz kalmaları,  gafletten uyanmamaları da  anlaşılır bir şey değildir.”

“Uydurmacıların bir dil hastalığı da (Irkçılık, Türkçülük adına)  Orta Asya kabile diline dönmek hastalığıdır.”

   “Biz de, beşinci asırdaki Hengist ve Horsa’nın kullandığı dile dönersek, bugünkü İngilizcenin hali nice olur? Böyle boş hevese kapılarak, bir millet,  kendi mazisini inkara kalkarsa, hepimiz, toptan kabile hayatına döneriz.”          

                                                              PHİLİP  HOWARD ANDERSON

         Anderson, Oxford Üniversitesinin Türkologlarından olup Deny ve Hony gibi  İngilizce  - Türkçe  sözlük kitabı yazarlarındandır.

          “Özleştirme Türkçeyi fakirleştirdi. Bu boşluğu Batı kaynaklı kelimelerin doldurması önlenemiyor.”

        Anderson,  Londra’da yayınlanan Times gazetesinin  “Edebiyat İlavesi” nde çıkan bir yazısında  dilimizin büyük hastalığı uydurmaca dilin dilimize verdiği zararlarla ilgili olarak şunları yazmıştı: “ Türkçe, yapmacık ve ani bir değişikliğe uğradı.  Bazı Türk aydınları buna  ‘özleştirme’, ‘arıtma’ adını veriyor ve Türkçeyi  ‘yabancı’ kelimelerden  temizlemekle  övünüyorlar.  Halbuki, İngilizce örneğinin de gösterdiği gibi, bir lisanın gücünü zenginliğini onun,  yabancı kelimelerden arındırılmışlığı  değil,  bilakis, onları içine alarak kendisine mal ettiği yabancı köklü kelimeler sağlar.

      Şüphesiz,  her konuşma dili,  yavaş yavaş tekamül ederek, gelişerek değişir.  Ancak,  Türkçeye son elli yılda  uygulanan  asla bir ‘tekamül’ değil, âni ve sun’i  bir değişiklik, bir ‘devrim’ dir.  İngilizce  - Türkçe  Lügat, Türkiye’deki ani değişme  ve yoksullaşmayı   anlatmak için  pek çok gayret sarf ediyor…

     ‘Özleştirme’ adı altında sun’ i ve uydurma olarak  Türkçeyi yoksullaştırma  furyası hâlâ devam ediyor. Bu yüzden, Türkçede  boşluklar kaldığı gibi, İngilizce ve Fransızca  kelimelerin  Türkçeye sızması da hızlandı.  ‘Öztürkçeciler’,  dışarıdan alınmış ve yüzlerce yıldan beri Türkçeleşmiş nice kelimeleri atıp yerlerine, tutmayan uydurma ve Batı kaynaklı kelimelerin geçmesini önleyemiyorlar.” (Muallimoğlu, 311 – 312) 26     7    2021

                                       

 

               

Recep YAZGANRecep YAZGAN