DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Hasan KARADEMİR
Hasan KARADEMİR
Giriş Tarihi : 31-10-2025 18:13

Bir Asırlık Çelişki

 

Yakın tarihimizin zeminini çizen kara hatlar, İttihat ve Terakki dönemiyle başlamış, Cumhuriyet yıllarıyla kemikleşmiştir. Bu, doğrudan doğruya "İslâm nefretinin zeminini" oluşturmaktadır. Büyük kanuni döneminden Tanzimat'a uzanan süreçte "din bağlarının ruhunu kaybettiği devir" yaşanmışken, Tanzimat ve Meşrutiyet arası, din bağlarının "kasıtla çözülmeye başlandığı" bir devir olmuştur. Bu çözülme, başlangıçta bir "İslâm şüphesiyle" sinsi bir biçimde ilerlemiş, "küfür dünyasına ivaz verici ahmak bir idare-i maslahatçılıkla"  Meşrutiyet Komitesi'ne kadar ulaşmıştır. Tanzimat, Batı'nın "maymunvâri kopyası hareketi" olmaktan öteye gidememiş, ahmak idare-i maslahatçılık eliyle zulmü idrak seviyesine taşımıştır.

 

Dinin Talanı: İttihatçı Fitnesi ve 31 Mart Mizanseni

​Din mazlumlarının serüveni, bir tuzak ve mizansen olan 31 Mart Vakası ile başlar. Bu olay, İttihatçı zümrenin, din davasını kirletme ve mukaddesatı maskara etme şekavetinin en net vesikasıdır.

 

Evvela Meşrutiyet devri, Ziya Gökalp'ın "İslâmiyet esası üzerine kurmak değil de, İslâmiyetle yer değiştirmekten başka gayesi olmayan posa milliyetçiliği" ile İslâmiyet’in kâh resmî, kâh yarı resmî ellerde "çürütülmeye" başlandığını gösterir. Bu zemin, felaketin Tanzimat ile beslenen mikroplarına ilk tecelli imkânını sunmuştur. İslâmiyet'e karşı düşmanlık bu dönemde tam tezahürünü bulamamış, daima "tutuk ve kekeme bir zemin üzerinde cereyan etmiş ve tam tezahürünü bulmak için Cumhuriyet yıllarını beklemiştir".

 

31 Mart Vakası (Miladi 1909), görünürde din adamlarının zulmü gibi gösterilmiş olsa da, hakikatte din ve din adamlarına karşı kurulmuş sinsi bir tuzaktır. İsyancı asker güruhun sloganı "Şeriat isteriz!"  idi. Ancak bu talebin, Şeriatın "bütün kâinatı kuşatıcı [...] hikmetlerine yabancı olmak bakımından hiç istememeye nispetle daha zararlı" olduğu aşikârdır.

​Bu eylem, Yahudiler, dönmeler ve masonlarca  planlanmış, din inceliklerine en uzak insanlar kışkırtılarak, mukaddes Şeriat kaynağının "toy ve mukallit komitecilere çiğnetilme"sini amaçlamıştır. Bu sahtekârca tertip, Şeriat bağlılarına suçu atarak, onların şahsında bu bağlılığı tepelemek ve akabinde Abdülhamid'i tasfiye etmek planından ibaretti.

​Bu hadisenin ardındaki asıl niyet, "küfrün en zehirli şubesi olan münafıklıkta bir şaheser" vermektir. Düşman, Şeriatı savunanların elini, yine Şeriat sloganıyla lekeleyerek, gelecekteki İslami hareketleri itibarsızlaştırma gibi derin bir manevi tuzağın temelini atmıştır.

 

Sultan II. Abdülhamid'in  masumiyeti, kendi öz sözlerinde mühürlenmiştir: "Benim yüzümden tek damla müslüman kanı akıtılmasına razı değilim!". Bu merhamet, zalimlerin elini serbest bırakmıştır. Abdülhamid'in kararsızlığı veya hareketsizliği, kendi davasına engel, düşmanlarına ise yardımcı olan ruh haleti, yani merhametten kaynaklanmıştır.

​Ulu Hakan’ı tahtından indiren meşhur fetva, Şeyhülislâm Mehmed Ziyaüddin imzasını taşır ve bu fetva, "korku ve menfaat fetvaları vermekten çekinmemiş süfliler arasında en süfli olanıdır". Fetva, Halife'yi şeriat kitaplarını yakmak, hazineyi israf etmek ve tebaayı kanunsuz öldürmek gibi, gerçekle tam zıt ithamlarla suçlamıştır.

​Ancak bu mizansenin açığa çıkması da yine bizzat tertipçilerin içinden gelmiştir. İttihatçı dolaplarına kapılıp sonra her şeyi gören Rıza Tevfik, çektiği vicdan azabını şiirle dile getirerek, "31 Martı tertipleyen ittihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım!" itirafını yapmıştır. Bu itiraf, o komedyanın kimler tarafından ve ne türlü körüklendiğini gösteren, pozitif geometri ispatlarına eş değer bir hüccettir.

 

PUT ADAM'IN SİCİLİ:

​Hakkında methiyeler düzülen ve putlaştırılan şahsın ardındaki hakikat, kökü meçhuliyet, sefahat ve hıyanet üzerine kurulu bir "denî" portresidir. Resmi tarihin gözler önüne sermekten çekindiği bu sefalet, en çarpıcı biçimde kendisini gösterir.

 

​Mustafa Kemal’in antropolojik yapısı, kumral teni, mavimsi gözleri ve bilhassa "Dolikosefal" (arkaya doğru uzun) kafatası yapısı ile Türk ırkından olması uzak bir ihtimal olarak görülür; daha çok Slav ırkına işaret eden karineler mevcuttur. Babası Ali Rıza Efendi'nin fotoğrafı incelendiğinde de onun kafatası tipinin farklı olduğu anlaşılır.

​Asıl hüküm, Mustafa Kemal’in bizzat kendi sözleriyle pekişir. Kendi babası olduğu iddia edilen Ali Rıza Efendi'nin fotoğrafını gördüğünde, "Bu bizim peder değildir"  demesi ve hayatı boyunca babasından bir kere bile bahsetmemesi , babasının kimliğinin "malum değildir" hükmünü kuvvetlendirir. Rivayetler, annesi Zübeyde Hanım'ın metresi olduğu söylenen bir Sırp, Bulgar veya Roman'dan hamile kaldığını öne sürer. Ali Rıza Efendi'nin yaşadığı çöküntü ve erken ölümünün de, evladı olmayan birinin babası olmaya zorlanmasından kaynaklanan manevi ıstıraptan kaynaklandığı belirtilir.

​Bu kökü meçhuliyet ve düşük ruh hali, Mustafa Kemal’in hayatı boyunca sergilediği tutumun manevi yansımasıdır. "Türklerin Atası" (Atatürk) olarak sunulan bir şahsın aslen Türk olup olmadığına dair şüphenin bulunması, inşa ettiği tüm milli davanın temellerini çürütmektedir.

 

MAKAM HIRSI VE SEFAHATİN KARA DEFTERİ: İÇKİ, KADIN VE DENÎLİK

​Mustafa Kemal'in kariyeri, saf askerlikten ziyade, makam hırsı ve sefahat üzerine kuruludur. Daha Harp Akademisi yıllarında (18-19 yaşlarında) içkiye başlamış, bu bağımlılık hayatının sonuna kadar sürmüştür. Henüz Kolağası iken içki meclisinde arkadaşlarına makam dağıtırken, kendisinin "Bir adamı başvekil yapabilecek adam"  olacağını söylemesi, makam hırsının ta baştan beri var olduğunu gösterir.

​Hayatının merkezi, Çankaya'nın dahi "Cinayet, Utanç ve Rezilliğin Merkezi"  olarak anılmasına neden olan ahlaki bir sefalet içindedir. Hatta "fuhuş" ve "hırsızlık"  gibi fiillere ayrı başlıklar açılmıştır. Milletine karşı duyduğu derin nefreti, bir arkadaşına söylediği şu sözde açığa çıkar: "Onlar (Türk milleti) eşlerini, kızlarını ve kız kardeşlerini ben talep etmeden önce bana takdim ediyorlar".

​Bu şahsın ikiyüzlülüğü, içki masasındaki bir olayla daha da belirginleşir. Falih Rıfkı’nın aktardığına göre, Vali perdeyi çekmek isterken, Mustafa Kemal, "Halk, bizim burada dansöz oynatacağımızı sanıyorlar. Bu nedenle bizim içki içmekten başka bir şey yapmadığımızı görmeleri için perdenin açık kalmasını emrettim"  demiştir. Bu cüret, ahlaki rezilliği siyasi bir ilke haline getirme, yani ahlakın softaca ve halkça zorlanmasına karşı koyan bir 'Hürriyet' maskesi takma şekavetinden başka bir şey değildir.

 

KORKAKLIK VE İ....

​Mustafa Kemal’in askerî dehası efsanesi, Suriye cephesindeki bir felaketle çöker. 7. Ordu Komutanı iken, Alman General Liman Von Sanders'in raporunu ihmal ederek "delice bir emir"le ani geri çekilme kararı almış , bu geri çekilme, düşmanın saldırısıyla mükemmel bir zamanlamayla örtüşmüş ve neticede yaklaşık 100,000 Türk askerinin Dürzi ve Ermenilerin kurşunlarıyla öldürülüp esir düşmesine yol açmıştır.

​Bu i.... 'in asıl vesikası, İngilizlerin tavrında saklıdır. Mütareke döneminde, Suriye fatihi İngiliz General Allenby bizzat İstanbul hükümetinden, Mustafa Kemal’i Musul petrol bölgesinin güvenliğinden sorumlu olan 6. Ordu Komutanlığı'na tayin etmesini talep etmiştir. Bu, Allenby’nin onu 'güvenilir' gördüğünün ve Suriye’deki felaketin, onunla yapılan gizli bir anlaşmanın sonucu olabileceğinin en büyük kanıtıdır. Samsun yolculuğundaki İngiliz koruması  bu tertibin ilk işaretiyken, Allenby'nin güveni bu tertibin son damgasıdır.

​Bu i...., sadece Batı'ya değil, İslâm kardeşliğine de yönelmiştir. Kazım Karabekir Paşa'nın şaşkınlıkla karşıladığı bir şifrede, Mustafa Kemal'in Bolşeviklerle ittifak kurarak, Kafkas Müslüman devletlerini (Azerbaycan, Dağıstan) Bolşevik istilasına açma ve "Kafkas şeddini arkadan yıkacak tahşidata başlama"  planı ortaya çıkar. Kazım Karabekir'in bu durum karşısında "dona kaldım" demesi , ihanetin dehşetini göstermektedir.

 

İNKILAPLAR PERDESİ ALTINDAKİ MANEVÎ YIKIM

​İnkılaplar, "Türk Milletinin Kökünü Kazıma Girişimi"nden  başka bir anlam taşımaz. Bunlar, Tanzimat'tan miras alınan "maymunvâri taklit" hareketinin zirve noktasıdır.

​I. HİLAFETİN İLGASI VE MAYMUNVÂRİ TAKLİT:

​Hilafetin kaldırılması, Batı’nın en büyük korkusunu gidermiş ve Mustafa Kemal’i Batı nezdinde 'göz kamaştırıcı' bir lider yapmıştır. Medeni Kanun, Latin Alfabesi ve tatil günlerinin değiştirilmesi gibi icraatlar, İslâm medeniyeti ile Batı medeniyetini "cahilce ve sathî bir bakış açısıyla"  kıyaslamanın ürünüdür. Amaç, ruh cevherini fesada uğratmak ve kör taklit yoluyla milleti köklerinden koparmaktır.

​II. FÖTR ŞAPKANIN HÜKMÜ

​Şapka Kanunu, basit bir kıyafet değişikliği değil, İslami kimliğe yöneltilmiş doğrudan bir tecavüzdür. Rıza Nur'un da itiraf ettiği gibi, şapka, zünnar ve haçtan sonra "üçüncü küfür alametidir". Zira bu giysi, Hıristiyanların, Müslümanlara karşı savaşırken taktıkları sembolik bir tecessümdür.

​Bu kanunun infazı, hukuki abesliğin zirvesidir. İskilipli Atıf Hoca'nın Şapka Kanunu'ndan aylar önce yazdığı, Maarif Vekaleti'nin izniyle basılmış "FRENK MUKALLİTLİĞİ" eseri bahane edilmiş. Kanunların geçmişe yürümezliği (makabline şümulü olmaz) kaidesi çiğnenerek, Hoca Ankara'daki İstiklâl Mahkemesi'ne sevk edilmiştir. Hoca, "zatiyle, imâniyle, din asabiyetiyle, İslâmî şahsiyetiyle suçlu"  olduğu için mahkûm edilmiş, Müddei-yi Umumî'nin talep ettiği 3 yıl hapis yerine idama mahkûm edilmiştir. Daha da iğrenç olanı, Kılıç Ali'nin idam anında merhumun başına zorla şapka geçirip hakaret etmesidir. Bu, "abes şaheseri" bir zulüm örneğidir.

 

​III. HARF İNKILABI VE DİLİN KATLİ

​Latin alfabesinin zorla dayatılması, Türk Milletinin kültürel köklerini kazıma girişimidir. Mustafa Kemal'in bizzat bir medrese ziyaretinde, hocaya "Şimdiye kadar Türk gençlerini cepheye gitmekten alıkoymak ve genç zihinlerini şu karanlık odalarda Arapça öğretmekle meşgul etmek haramdır... Çünkü günümüzde Arapça, ilim ve sanayi dili olmaktan çıkmıştır"  demesi, milletin tarih ve maneviyatla olan bağlarını kasten koparma gayesini gösterir. Bu, milleti, kendi öz ruhunun cevherinden uzaklaştırmak için atılmış en öldürücü adımlardandır.

 

MAZLUMLUK TACININ NURLU TİMSALLERİ

 

Zulüm mekanizması, kitlelere dehşet salmak için toplumun en dindar ve yüksek ahlaklı şahsiyetlerini hedef almıştır. Bu şahsiyetler, din mazlumluğunun nurlu timsalleridir.

 

​I. İSKİLİPLİ ATIF HOCA:

​Atıf Hoca'nın davası, suçun fiilde değil, kişinin varoluşunda aranmasının en acı örneğidir. O, herhangi bir fiiliyle değil, "zatiyle, imâniyle, din asabiyetiyle, İslâmî şahsiyetiyle suçlu" idi. Giresun'da tertip edilen komik bir mizansen (yalan mektup iddiası) ilk mahkemede bozulmuşken, Hoca Ankara’da "Kel Ali" lakaplı Ali Çetinkaya’nın başkanlık ettiği en korkunç İstiklâl Mahkemesi'ne sevk edilmiştir.

 

​Mahkeme sürecinde iddia makamı, hoca için en fazla 3 yıl hapis cezası talep etmişken , heyet onu idama mahkûm etmiştir. Bu, Mahkeme'nin adaletten değil, siyasi tasfiye emrinden hareket ettiğini gösterir. Atıf Hoca'nın idamdan önceki gece rüyasında Hz. Resulullah’ı görerek "Yanıma gelmek dururken ne diye müdafaa karalamakla uğraşıyorsun?" sözünü duyması üzerine müdafaasını yırtması , şehadetinin manevi mührüdür. Darağacında son sözü, "Zalim ve kaatillerle elbette Mahşer gününde hesaplaşacağız!" fısıltısıdır.

 

II. ​BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ:

​Bediüzzaman Said Nursî'ye uygulanan zulüm, "idam veya devamlı hapis gibi bir defaya mahsus bir iş değil, Çin işkencesine benzer bir şey"dir. Bu, ruhunun ve maddesinin "lif lif yolucu ve kopartıcı bir muamele" görmesi, kafasına ağır ağır su damlaları indirilerek çıldırtılan mazlumlar misali manevi bir baskı altında tutulmasıdır. Uzun senelerce süren bu zulüm, sürekli tarassut ve manevi baskı şeklinde tezahür etmiştir; hatta Kaymakam, Said Nursî'nin insanlarla görüşüyor diye camiden men edilmesini emretmiştir. Said Nursî'nin bu zalim döneme karşı direnişi ve tevhid sırrını Kur'ân'ın tefsiri mahiyetindeki Nur Risaleleri ile yayması, zulmün maksadını boşa çıkaran en büyük keramettir.

 

​III. ESSEYYİD ABDÜLHAKÎM ARVASÎ

​Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, zahirde idam veya işkence görmemiş olsa da, mazlumiyeti daha derin bir noktadan kaynaklanır. O, seksen yıllık ömrünün son 40 senesini, "İslâmiyete edilen zulümleri ciğerinin her lifinde ayrı ayrı hissederek" yaşadığı için en büyük mazlum kabul edilir.

​O, Üstad Necip Fazıl'ın kendi mürşidi ve devrinin en büyük velilik makamı olan "Kutb-ül-İrşad"dır. Onun kemalinin sırrı, "keramet saklamaktaki harika" ve Batılın telaş ve didinme usulüne karşı sergilediği "muhteşem bir heybet ve temkin"dir. Abdülhakîm Efendi'nin "Allah sırrını emmine verir; bilen söylemez, söyleyen de bilmez!"  sözü, gerçek velinin nefsanîyetten uzak, ilahi iradeye teslimiyetini gösterir. Onun varlığı ve manevi duruşu, sahte veli taslaklarının ve siyasi hırs peşinde koşanların aksine, zulme karşı en yüksek derecede mahzuniyet göstermenin ta kendisidir.

 

Zulmün mekanizması, birbirine düşman etme taktiği üzerine kuruludur. Kur'ân Kursları (Süleymancılar) ile İmam-Hatip ve Enstitü öğrencileri arasındaki acı ve kanlı bıçaklı dalaşma, "Nemrud'un askerlerini eğlendirmek için, ellerindeki esirlerin iki kampa ayrılıp birbirini boğazlamaya kalkması kadar hazin" bir manzaradır.

​Kur'ân Kurslarına yöneltilen "şeriat devleti kurmaya çalışmak" veya "Rabıta prensipi yüzünden şirk ve küfre düşmüş olmak" gibi ithamlar, aslında onların İslami şahsiyetinin gücüne karşı yapılan hınç dolu gammazlıklardır. Hakikatte, rejimin gözünde her iki topluluk da "musluğu kapatılması lâzım, fakat bir kere açıldıktan sonra kapatılması imkânsız"  iki sevimsiz softa ocağıdır.

​Bu ihtilafın kaynağı, dış tesire tâbi ve din karakterine mahrum, küçücük bir "klik"tir. Bu klik, Kur’ân Kurslarından tüten şeriat tamamlığı ve tasavvuf zevki havasından boğulmuş; bu hava galip gelirse kendilerine hiçbir vücut hikmeti kalmayacağını anlamıştır. Bu ortak zulüm zemini, aradaki nefsanî ihtilafı derhal tasfiye etmeyi ve "farz kuvvetinde bir borçla" (birleşme)  kenetlenmeyi zaruri kılar.

 

Tarihi, kuru sıkı pohpohlamadan arındırdığımızda, önümüzde iki zıt kutup belirir: Bir yanda makam, sefahat ve hıyanet üzerine kurulu bir "Put Adam," diğer yanda Allah'a ve Resulüne bağlılıktan dolayı zulüm gören "din mazlumları."

 

Bu tablo, resmi methiyelerin yalan binalarını yıkar ve hakikatin kılıcını çeker. Zulme karşı en büyük cevap, ideolojik, nefsi ve hizipçi ihtilafları bir kenara bırakarak yekvücut olmaktır. Bu borcun yerine getirilmesi, Komünist Manifesto'nun son cümlesindeki hikmetin, İslam dünyasına tatbik edilmesidir: "Öz yurdunda proleter hayatı süren İslâm bağlıları; birleşiniz!".

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
NAMAZ VAKİTLERİ
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
BURÇ YORUMLARI
  • KOÇ
    Koç Burcu
  • BOĞA
    Boğa Burcu
  • İKİZLER
    İkizler Burcu
  • YENGEÇ
    Yengeç Burcu
  • ASLAN
    Aslan Burcu
  • BAŞAK
    Başak Burcu
  • TERAZİ
    Terazi Burcu
  • AKREP
    Akrep Burcu
  • YAY
    Yay Burcu
  • OĞLAK
    Oğlak Burcu
  • KOVA
    Kova Burcu
  • BALIK
    Balık Burcu
ANKET OYLAMA TÜMÜ
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA
  • eşya depolama
  • Turkey Hair Transplant Packages Eşya depolama