Boş döndü bak ellerime…
Hani kesif kokulu bir dağ ovası köyümüz vardı hatırlar mısın?
Toprak evin karşısında bir tandır ocağı. Bir veranda altındaydı hep yollarına daldığım uzaklık
İple çekiyorumdum zümrüdü anka kuşlarını bekler gibi, umutsu bir ışık.
Aklım saatin hızındaydı... Ve kalbim bulutlarda atıyorken, elim ayağım karmaşık.
En tepede virajı dönen her araba ışığı, kamaştırırken gözlerimi, biraz daha abartıyordu kalbim kafesinde atmayı.
Gözlerim bir bir beliren yıldızlarda hasret dilencisiydi... Hani bazen kavuşmaktır ya bir şarkı bazen ayrılık.
Minicik karınca yüreğinde ararken umutsu bir mutluluk. Ansızın konuverirdi ellerime, aşkı anımsatan renklerden bir kelebek
Süt kokulu yanaklarında hiç tatmadığın anne busesi gibidir. Ve tüm ruhuna yayılan minicik sevinç, diline vurur o an, tüm çocuksu kelimeleri...
Yüreğinin muhatabıyla coşku içinde konuşurken bulursun kendini… Söyler misin benim tatlı, benim şirin süslü kelebeğim…
Hangi şiir küstürdü aşkı? Hangi şarkı nakaratı, ya da, neden, neden vurdular ki sevinçlerinden çocukları?
Tabii ya bilmiyorsun, bilmiyoruz, bir şey varsa bildiğimiz, o da şu devinip duran zamandı hep hasretin koynunda.
Sonra ıraklardan yankırken yanık bir türkü, çeviriyor hüzünler yönünü ve belirirdi o anlarda gerçeksi bir sahne derinlere dalan gözlerimden
Buğulu camlara dalmışken mahsun bir yaşlılıktı, en son düşlerken kendimi bulduğum, pencere önünde bahçeye bakan tahta bir divanda…
İzlerken toprağı suyla yoğuran minik elleri. Hani cevizin kabuğu evlatsa içi torundur dedikleri sevinçlerden...
Ve pencereme yansıyan aydan sanrılı gözlerim belirir birden, Lâkin yaşlı yorgun ve ne kadarda buruşuk. Bir boşluğa kucak açarken yetim bir çocuk.
Tüm bu düşüncelerden sıyrılmak için, ışık hızıyla yeni düşlere çevirirdim yönümü.
Biliyor musun? Ben hep hissediyordum... Yine gözü açık kaldı hasretlerin biliyorum, umut ise kuşlarının yüreğinde.
Sebebi vardır ya hani her bir şeyin… İşte öyle, kar kış kıyametti bazen ölümün adı, mevsimsiz bir ömürde..
Ansızın bir kaza, bazen sorumsuzca bir maganda kurşunu, bir cani de olsa, sebepler hazırdır ya hep dillerde...
Neyse bekliyordum işte, hâlâ soğumuş çay bardağı elimde, parmaklarımdan vucuduma yayılırken havanın bıçaksı keskin soğuğu…
Oysa yanıyordu ruhum kor ateşin közünde, kıvılcımlar her ne kadar sıcağı geçirmesede iliklerime.
Kesif bir is kokusu sinmişti, üzerime, tenime. Hani bir gün bağ evinin viran da altıydı yine, ateş sönmeye yüz tutmuştu, artık hava epeyce demlenirken siyaha.
Yarasalar set çekiyordu cılız yakamoz ışıklarına
Buruşuk ve sert bir gece daha tanık oluyordu, bir hayal vaktinin daha yitimine.
Hadi yat yeter bu kadar düş, devir bedenini bulut döşekli uykulara, görürsün belkide vuslatı, rüyamsı düşlerde…
Ve yine kendi içinde kıvrandı yüreğim, söylenirken vuslatsız hasretlere...
Ve büktü boynunu ömrü gerçeğine, bir cenin halini alırken masumiyet, yine kaldı bir bardak çayda hasret,
Kaldı gözlerim yarin gelmediği yabancı ıraklarda… Yıldızlarda yanılmıştı aslında. Hani kaydıkları anda, tuttuğum dileklerim vardı ya hep.
Kandırılmıştım sanki. ah o çocuksu, o masum, büyümeyen umutlar...
Yani demem o ki, çıkmadı işte yine,
Çıkmadı kanmadı muhabbet aşkın diline..
Kaderim derdi Leyla hep,
Hasreti kederimsin dedi Mecnun’a
Duymadı oysa Mecnun
Sesini Leyla’nın
Yoktu ya nasipte
Bahane lazımdı hasrete
Mecnunun kuma dönmüş yüreği
Küf tutmuştu Leylanın hasretinde de
Bin defa daha hançerlendi, yüreğinden hasret…
Boş döndü yine umut kuşlarım, boş döndü baksana ellerime...
BukreNur YILMAZ