İşte o röportaj;
Nevzat Bey, bize kendinizden bahseder misiniz?
1973 Fatsalıyım. Orta halli bir ailenin yedinci çocuğuyum.
On dört yaşında bir kızım var. Hepsi bu.
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Devrimciyim. Devrime inanıyorum. Ama öyle ideolojik ağır kuramsal karmaşık kaotik süslü püslü cümlelerle anlatılan ve anlaşılan bir devrimcilik değil bu. Kalbi olan vicdanı olan şeylerle anlatılabilen ve anlaşılabilen bir devrimcilik.
Hakan Albayrak’ın “Bir gün var ya, şu Mağripli çocuklar bir gün yakacaklar Paris’i’’ dediği türden.
İlginç bir devrimcilik tarifi. Sadece bizde değil Batı’da da böyle devrimciler var değil mi?
Var elbette. Mesela antiemperyalist aktivist Tim Blunk’un devrimciliği. Yine Hakan’ın çevirdiği, bazı yerlerini kırparak paylaşabileceğin çok romantiktir bir devrimciliktir.
‘Bir taş at. Bir taş daha at. Bir şiir ateşle. Bir yumruk yükselt. Sesini yükselt. Bir çocuk yetiştir. Duvara bir slogan yaz. Şehitleri an. Bir hayal kur. Tarihine sahip çık. Sokaklara sahip çık. Bir slogan at. Bir tohum ek. Bir ateş yak. Bir yara sar. Bir dosta sevgi göster. Hakikati söyle. Gökyüzüne bak. Kendi kalbini çal. Bir fıkra anlat. Bir ümit ışığı gör. Bir dogmaya
meydan oku. Bir damla gözyaşı akıt. Hainlerle hesaplaş. Sevmek için mücadele et. Sevdiğini bir daha söyle. Sınırı aş vs...’ İşte bu dil buna benzer arı duru karmaşıklıktan uzak bir devrimcilik...
“Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter.” diyen, “Ben gerçeğin peşindeyim, kimin söylediği önemli değil. Ben adaletin peşindeyim kim için veya kime karşı olduğu önemli değil.” diyen Malcolm X de büyük devrimcidir.
Peki ya bizde?
Nuri Pakdil’in devrimciliği mesela. “Bize lazım olan soylu bir öfkedir.” diyor Usta.
Öfkeli devrimciliği biraz açar mısınız?
Bakın bizde devrimciliğin piri Ebu Zer’dir. Ve aslında benim devrimciliğim daha çok bir ruh halidir ve evet gerçekte kendimi Müslüman olmak dışında bir tanımla tanımlamadım bu yaşıma kadar. Bundan sonra da başka bir tanıma ihtiyaç duyurmasın Allah. “Ve ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim vardır.” diyor Kur’an.
Devrimciliğinizin arka planını oluşturan eğitim ve kültür iklimini merak ediyorum.
“Elif” adında bir dergi çıkarıyorduk lisede. Malatya’da Sosyoloji okudum. Üniversitede tembel bir öğrenciydim. Çok âşıktım. Beş senede bitirdim okulu annemin hatrı için. Sonsene birikmiş 38 dersi iyi notlarla geçtim. O yıllar çok karışıktı üniversiteler. 28 Şubat’lı yıllardı. Çok kavga olurdu.
“Elif-Ba” öğrettiğiniz bir kafe tecrübeniz varmış?
Öğretmenliğin yanında dostlarla oturalım diye bir kafe açmıştım. Cibran Cafe. Efsane bir yerdi. Camında “Gariplere çorba ikram edilir.” yazardı. Garipler için çorba çıkardı mekânda.
Pakdil Usta’ya da rahmet okumadan olmaz mevzu Kudüs Rahmetli Tarık Abi elinde elektronik gitar, sırtında derviş ceketi, ceketin iç cep kısmına dikilmiş şeyhinin fotoğrafı...
Elvis okurdu, Bob Marley, Cat Stevens, Akkuş’un Gürgenleri, Medine’ye Varamadım, Şol Cennetin Irmakları... Her kesim için bir nefes alma durağıydı Cibran. Diğer adı “Rahatsızlar Evi’’ ydi. Salih Zengin; “Rahatsızlar Evi Cibran” başlıklı bir yazı yazmıştı. Pek keyifliydi. Normal adamlar gelmezdi anlayacağınız bizim mekâna. 28 Şubatlı yıllardı. Kur’an
kursları kapatılmıştı. Saçma sapan işler. Tepki olsun diye dükkânın camına “Elif Ba Öğretilir.” yazmıştım.
Ak Parti iktidara gelmişti. Ancak fırtınalı günlerdi. Asker muhtıra vermişti. Parti dik durmuş eyvallah etmemişti. Öbür gün manşetler çok iyiydi. Bütün gazeteleri alıp manşetlerini bizim kafenin camına yapıştırmıştık. O gün çok keyifliydik.
Gelelim AntikAcı’lığınıza…
Sevgili Mustafa Karaosmanoğlu’na meşguliyet olsun diye açtığımız “AntikAcı” dükkânı, Mustafa Abi sıkılınca bize kaldı.
8 yıl öğretmenlikten sonra istifa etmiştim. Bu arada işler ters gitti ve iflas ederek İstanbul’a taşındım. “Beyazların yöresinde nasibim kalmadı.” Çukurcuma’da başımın belası bir AntikAcı dükkânı açtım. Adı üstünde Antik Acı. Sonra işler büyüdü ve daha büyük bir yer kiralayarak film setle rine hem mekân hem ürün kiraladığımız “Plato Platonik” adında bir film platosu kurdum. “Platonik Art” adında bir sanat galerisi, bir de sahaf var tabii “Mustafi Sahaf”. Tabi rahatsızlıklarımız bunlardan ibaret değil. “Def-i Hâcet” isimli müze olmayı bekleyen bir tuvalet sergisi yaptık.
Bildiğiniz tuvalet. Dünyada bir iki örneği var elbet. Şimdi lerde 1948’de Amerika’nın kucağına oturduğumuz Marshall Planı ile ilgili Marshall Yardımı sergisi hazırlığı içindeyiz.
Elbet muhatabını bulursak.
Esas konuya geleyim. Filistin hassasiyetiniz ne zaman başladı?
Bizler Müslümanız son tahlilde. Kudüs duyarlılığıyla yetiştik. Falih Rıfkı’nın “Zeytin Dağı”nı olsun okutmak lazım çocuklara. Arap düşmanlığına düşürmeden. Oralardan nasıl çekildiğimizi anlatmak lazım. Büyük Osmanlı coğrafyasının bakiyesi Kudüs.. İlk kıblemiz Kudüs. Sembol İslâm şehirle rinden biri yani. Mekke kadar, Medine kadar, Bağdat, Şam kadar ve bazılarından daha önemli. Ve hiç olmadığı kadar sahipsiz şu an...
Binlerce insan öldü dile kolay...
Selahattin Eyyubi’yi anmadan olmaz. “Tüm dünya bir misafirhane iken Kudüs benim evimdir.” diyen Edward Said’i anmadan olmaz. Bu onurlu aydının, İsrail tarafına taş atarken çekilmiş fotoğrafı örnek olmalı bazılarına.
Umarım olur… Taş atarken soruyor bazı dostları Edward Said’e: “Neden taş atıyorsun?”. “Çocuğum bir gün bana baba savaşta ne yaptın?” diye sorarsa ona; alçaklığa, haksızlığa taş attım diyeceğim.” diyor. Böyle aydınlara çok ihtiyacımız var.
Cahit Koytak’ın Gazze Risalesi’ni okumak lazım. Bütün olunca... Anneler ve Kudüsler’i okumadan olmaz:
“Tûr Dağı’nı yaşa / Ki bilesin nerde Kudüs / Ben Kudüs’ü
kol saati gibi taşıyorum / Ayarlanmadan Kudüs’e / Boşuna
vakit geçirirsin / Buz tutar / Gözün görmez olur / Gel / Anne
ol / Çünkü anne / Bir çocuktan bir Kudüs yapar / Adam
baba olunca / İçinde bir Kudüs canlanır / Yürü kardeşim /
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin”
Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye ziyarette bulundu. Masumiyet Müzesi’ni de ziyaret etti ve siz çok ses getiren bir protesto yaptınız. Bu eylemi yapmaya nasıl karar verdiniz?
Eylemden bir gün önce emniyet, korumalar trafik memurları vs ön çalışma yaptılar sokakta. Apartman daireleri, dükkânlar... Kapı kapı GBT yapıldı. Koskoca Alman Cumhurbaşkanı Masumiyet Müzesi’ni ziyaret edecek ne de olsa.
Bizim üst kat komşu Rizeli Neriman, 7. kattan yumurta atsa herifin alnına isabet ettirir alimallah. Eşi mübarek bile, hazır olda ablanın karşısında. Neyse bir şey yapmak gerek dedim.
O gün büyük bir Filistin bayrağı asmak istedim dükkâna. Birkaç arkadaşa sordum, çevreye baktım bulamadım.
Ümitsiz bir vaziyette dükkâna dönerken sırt çantasında Türk bayrağı gördüğüm iki gence rastladım. Belli ki bir Filistin eyleminden dönüyorlardı. “Merhaba!” deyip bir Filistin bayrağına ihtiyacım olduğunu söyledim ve yanlarında olup olmadığını sordum. Hiç tanımadığım o iki gençten hanım olanı “Var abi.” dedi. Ücretini ödemek koşulu ile bana verip veremeyeceklerini sordum. “Estağfirullah abi, paranın lafı mı olur?” diyerek tam istediğim ebatta Filistin bayrağını çantalarından çıkarıp bana verdiler. Onları alınlarından öpüyorum. En önemli aksesuar tamamdı.
Dükkânda Nazi dönemi, gamalı haçlı bir Alman Otomobil Kulübü tabela vardı. Bir tuvalin arkasına Almanca “Sayın Federal Başkan Gazze’deki katliamı durdurun!” yazdık. Ve vitrine yerleştirdik. Hepsi bu.
Almanları sevmiyor musunuz?
Hayır, öyle değil. Benim bırak almanı Yahudi dostlarım var. David mesela. Bir seferad Yahudisi. Bir Türk milliyetçisinden daha milliyetçi. Clara srail’de yaşayan Türkiyeli bir hanımefendi. Ne zaman Türkiye’ye gelse bana uğrar. Arada İsrail’den telefon eder hâl hatır sorar bana. Başımı derde koyacak. (Gülüyor) Daha enteresanı Amerikalı Yahudi bir sevgilim vardı Emelen. Rahmetli, sevgili Roni Marguliez de dostumdu. Ben Siyonistleri sevmem…
Almanya en büyük destekçilerinden biri İsrail’in. İsrail’in katliamlarına maddi manevi destek olduğu için uluslararası mahkemelerde yargılanıyor. Daha birkaç gün önce BM’de Filistin devletinin üye olarak tanınması yönünde yapılan oylamayı veto etti Amerika. Eşek yükü para basıyor Amerika, İsrail’e destek için. Amerika’yı anlarım. İngiltere destekliyor İsrail’i, onu da anlarım. İsrail onların evladı...
Be Almanya sen nasıl bir ezik ülkesin ki Nazi geçmişinden gelen utancının bedelini ve diyetini, bu lanet çağın Hitler’i gibi davranan Netenyahu’ya sahip çıkarak katliamları ve soykırımı görmezden gelerek ödüyorsun!
Alman Cumhurbaşkanı’nın Masumiyet Müzesi’ni ziyaret etmek istemesi ayrı bir paradoks. Steinmeier gerçek bir masumiyet müzesi görmek istiyorsa Gazze’yi ziyaret etmelidir...
Orhan Pamuk’la bir ahbaplığınız var sanıyorum.
Orhan Pamuk komşum. İyi bir okuru sayılırım. Haza romancı. Hepsi bu...
Peki, eylem öncesinde hiç çekinceniz oldu mu?
Ölümden korksak trene binmezdik miydi? (Gülüyoruz)
Protestonuzun bu kadar ses getireceğini düşünmüş müydünüz? Çok fazla insana ulaşması size neler hissettirdi?
Hoşuma gitmedi değil. Bu kadar ses getireceğini düşünmek filan, ben böyle hesaplar bilmem. Yapmam gerekeni yaptım. Ayağıma top gelmişti ve ben gelişine vurdum. Nahif bir eylemdi.. Küfür yok, slogan yok, itme, kakma, kargaşa yok. Erdoğan’ın vaktiyle Davos’ta, Şimon Peres’e “One Minute” dediği anı hatırlıyorum.
Sadece “Bir Dakika” dedi Bay Başkan. Peres’i kürekle dövse bu kadar etkili olmazdı. Sadece “One Minute”.
Peres konuşurken top geliyor ayağına ve gelişine çakıyor Başkan. Klas hareket… Melih Cevdet Anday’ın Utku Varlık’a bir tavsiyesini dinlemiştim. “Eğer derdini sözle anlatamıyorsan döveceksin.”
Sayın Erdoğan yıllarca 67 sınırları dedi, haritalar gösterdi,vicdan dedi, dalet dedi, özgürlük dedi... Anlamıyor adamlar. Her fırsatta, her uluslararası toplantıda, kahve buluşmalarında “Dünya beşten büyüktür.” dedi, “İsrail terörist devlettir.” dedi ama anlamıyor adamlar..
Dünyanın tamamına yakını “Evet” dese daimi beş üyeden biri “Hayır” dese o iş olmuyor. Akıl, mantık, bilim, matematik, demokrasi, insan hakları... Boş yani. Hepsi birer “Kutsal İnek” bu kavramların.
Eylemin öncesinde ve sonrasında en büyük motivasyonunuz ne oldu? Küresel İsrail karşıtlığı hareketinin ismi bilinenlerinden oldunuz, fikirlerinizi dinlemek isteriz.
İsrail’in Gazze’ye saldırılarında binlerce masum sivil öldürüldü. Daha yeni toplu mezarlar çıkmaya başladı.
Elleri arkadan bağlı diri diri poşetlere konmuş çocuk cesetleri... Bizim Gazze konusundaki hassasiyetimiz daha önce de bahsettiğim gibi, yeni değil. 2000’li yılların başında yine İsrail Gazze’ye saldırmış ve büyük bir yıkım olmuştu. Türkiye’de büyük yardım organizasyonları düzenleniyordu. Samsun’daydım, müflis zamanlarımdı.
Yardım için verebileceğim tek şey bir Vosvos arabaydı. Organizasyonu yapan arkadaşlara: “En çok bağışı yapan kişi ya da kuruma bunu hediye edin.” demiştim. Daha sonra o arabayı bana hediye ettiler. Bir süre sonra vosvosum hacze gitti. Geriye bana sadece anahtarı kaldı.
On dört yaşında bir kızınız vardı. Sosyal medyada ismi hakkında konuşuldu. Adı ve adının hikâyesi nedir?
Refah kentinde evi buldozerlerle yıkılmak istenen bir Filistinlinin evi yıkılmasın diye buldozerin önüne yiğitçe dikilen Amerikalı aktivist Rachel Corrie’nin adı yaşasın diye adını Rachel koydum kızımın. Hayatta başıma gelen en güzel şey kızım. Umarım ismine layık olur.
Bu süreçte sizi üzen bazı şeyler de oldu…
Mesele Nevzat Onmuş meselesi değil. Mesele şahsım değil. Herkes elinden gelenin daha fazlasını yapmalı bugün. Beni bu süreçte en çok üzen şey; eylemimin sanki bir istihbarat operasyonuymuş gibi algılanması için, bilinçli bilinçsiz özel çaba harcayan arkadaşların Mit Müsteşarı İbrahim Kalın ile olan fotoğraflarımızı paylaşmış olmaları.
Şu anki görevi öncesi bizim platoyu ziyareti esnasında çekilmiş fotoğraflardı. İbrahim Bey iyi bir entelektüeldir, bilir herkes. Fotoğraf çekmeyi sever. Bizim stüdyoda fotoğraflar çekmişti. Hasan Kaçan yeni projesi için oradaydı. Cevat Olçok da. Bizim plato kamuya açık, herkese hizmet veren popüler bir iş yeridir. Soner Yalçın da gelir, Funda Arar da, Kıvanç Tatlıtuğ da, Ali Sürmeli de, Haluk Bilginer de, dostum Sunay Akın da.
Biz devlet dersinden sınıfta kalmış adamlarız. Devlet bizi döver biz eyvallah etmeyiz.
Son olarak, bu konuşmanın nasıl bitmesini istersiniz?
“Çocukların öldürüldüğü yerde kimse masum olamaz.” diyor Turgut Uyar. Şiirsiz, aşksız, kalpsiz bir dünyada yaşıyoruz ne yazık ki...
Şiir okusun arkadaşlar ve âşık olsunlar... Hepsi bu...
Hocam, dostum Osman Konuk’un “Yarışma” şiiriyle
bitirelim uygun görürseniz...
Sonra yetişkin oldum, ciddi oldum, aday oldum
Acemi berberlerden korktum, normal oldum
Her nasılsına karşı korkudan iyi oldum
Bir de baktım yerler kapılmış ayakta kaldım
Sonra ayakkabılarımı çıkardım pıstılar
Ellerimi yıkadım, kuşkulandılar
Geç kalıyordum
Sular soğuyor, yollar bozuluyordu
Nerdeyse ötekiler kazanıyordu; koştum
Adım başı merhaba, adım başı hoşçakal
Arkamda yalancı peygamberler, önümde acemi berberler
Sırtım kaşınıyor sırtımı bulamıyorum
Bir koku yaklaşıyor: kadın
Bir kahraman yaklaşıyor: garson
Bir doktor yaklaşıyor: hasta
Nereme dokunsam eksik de.
Daha sonra o arabayı bana tekrar hediye ettiler.
Yarışma sonuçları: Herkes birinci…
Kaynak: Cins Dergisi