Köşe Yazıları
Giriş Tarihi : 12-12-2020 07:49   Güncelleme : 12-12-2020 07:52

Değerler Matematiği

Çok değil bundan en fazla on beş yirmi yıl önce güzeli görenler gördüklerini tefekkür ederek, içlerine iyice sindirerek, kendilerine katarak hallerinde, lisanlarında, insanlıklarında görünür kılmaya gayret eder, bunun mücadelesini verir ve bu konuda kendileriyle çok çetin savaşlara girerlerdi sanki. En azından benim gördüğüm buydu.

Değerler Matematiği

Günümüzde ise bir güzellik gören onu kaydederek hemen başkalarıyla paylaşmanın, güzelliği gördüğünü aleme göstermenin, güzelliği ilk gören, ilk fark eden olmanın sosyal getirisini toplamanın derdinde ve bunun telaşıyla kıvranıyor.

Çünkü elindeki güzelliği pazara sürüp beğenileri toplayıp egosunu bu konuda tatmin ettikten sonra hiç vakit kaybetmeyip yeni güzellik avına çıkmak ve bunu sürdürebilir hale getirmek icap ediyor. Dolayısıyla güzellik dediğimiz şey hiç kimsenin kişiliğinde yerleşmiyor, uzun boylu konaklamıyor, pürtelaş dolaşıma çıkarılıyor ve güzelliğin bu bitip tükenmek bilmeyen dolaşımından aslında hiç kimse kayda değer bir gerçek kazanç elde edemiyor.

Çünkü sürekli el değiştiriyor, bu değişim sayesinde hiçbir elde kök salamıyor, filizlenemiyor ve yükselemiyor.

Yaşadığımız topluma kalbinizle bakın lütfen;

Sanki çok uzun mesafeler boyunca yürümüş gibi yorgunuz ama ne tuhaf ki bu yorgunluğumuza rağmen geldiğimiz hiçbir yer yok.

Sanki her şeyi çok seviyormuş gibi yapıyoruz ama sevginin yeşertemeyeceği hiçbir güzellik yokken gönül coğrafyamızı bozkırlar kaplamış durumda ve içimizdeki dünya kaskatı, içinde neredeyse hiç sevgi yok.

Sanki her düğümün çözümünü biliyormuş gibi konuşuyoruz ama her eylemimiz ve söylemimizle düğümler daha da çözülemez hale geliyor ve sorunlar yumağı büyüyor.

Her gün yaşadığımız enformasyon sağanağı altında onlarca şey okuyor, yazıyor ve çiziyoruz ama yazılan çizilen onca şeyden, okuduğumuz onca kitaptan, aldığımız onca eğitimden hayatlarımıza yayılan hiçbir bilgelik yok.

Zira başta kendi nefsim herkes ne kadar doğruluk timsali olduğunu ispat etmenin derdinde ama hayatın fotoğrafına bu kadar eğrilik nereden karışıyor kimse bilmiyor!

Yazıp çizdiklerimizden, söylediklerimizden gönül yangınlarımız, iyiliği yeşertme mücadelemiz, hak ve adalet konusundaki uğraşımız, merhameti yayma çabamız, ötekileştirmeden yaşama gayretimiz aynıymış gibi görünse de küçük bir kıvılcım yetiyor aramızda devasa yangınlar çıkarmaya.

Bundan olsa gerek ki yaşamakla sürüklenmek arasındaki fark belirsizleşiyor yavaş yavaş hayatımızda. Biz kendimiz gibi yaşadığımızı zannediyoruz ama bir gezegen dolusu insan aynı şeyi aynı şekilde yaşıyor. Her insanın parmak izleri dahi birbirinden farklı iken bütün gönüller aynı şeyi aynı şekilde yaşamayı istiyor olabilir mi, mümkün mü bu? Elbette değil!

Öyle ya kendimizi yaşıyor olsak, mutlaka bizim hayatımızın bize özgü bir başkalığı, kendine göre bir akışı, hissedişi, yönelişi olurdu. Demek yaşıyoruz ama kendi hayatımızı yaşamıyoruz. Bir vasata, bir ortalama yaşama tarzına, başkalığını yitirmiş bir genel hissedişe sürükleniyoruz sadece. Sadece bir hayat varmış da hepimiz onu yaşamak zorundaymışız gibi, çaresizce götürüp teslim ediyoruz sanki ilgili mercilere kendimizi ve kendiliğimizi.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Recep YAZGANRecep YAZGAN