Fikir
Giriş Tarihi : 22-09-2020 10:47   Güncelleme : 24-09-2020 07:47

Dost Mektuplarının Şifalı Dili

Zihnî ve maddî hayatımız modernizmin işgaline uğramadan önce mektuplaşırdık, dostlar birbirine mektup yazarlardı. Arz-ı hâl, gönül şikâyetleri, hasret giderme mektupları gibi türlü mektuplar vardı. Bundandır ki eskiden mürşidler, dervişler, şairler, edipler ve cümle münevveran birbiriyle mektuplaşırlardı. Manzum ve mensur mektupların edebî değerine doyum olmazdı. Mektuba alan kişiye şifa verirdi.

Dost Mektuplarının Şifalı Dili

Kalpsiz ve ruhsuz, mekanik ve dijital modern hayat mektubu öldürdü. Dolayısıyla dostlar arasında hurufata dökülmüş edebî cümlelerden oluşan mektupların gönül alıcı, inşirah buldurucu muhaberatını da yok etti. Her şey dijital, kalpsiz ve ruhsuz bir görsele dönüştü.                                                                     

Fakîr-i hakir dost mektuplarını pek sever, gönlü şifa bulur. Şu korona günlerinde iki gönül dostundan mektup geldi ve kalbim şifa buldu. Bu mektuplar bir başkasının gönlünde ve dimağında edebî ve lisanî bir heyecan uyandırmayabilir. Fakat fakîr-i hakiri hem lisanen hem de dostluk cihetinden pek duygulandırdı. Dost mektuplarındaki dile meftun olanlar bu mektupların değerini bilirler.                                                                                                                           

İlk mektup, öğretim üyesi Mehmet Yılmaz dostumdan geliyor. Mahkûmların Açık Öğretim imtihanları için gittiği cezaevlerinde yaşadıklarını Fikir ve Gönül Dükkânı diliyle yazmış. Hâl diliyle yâni Dükkân diliyle hasbıhal eden, yârenlik eden bir mektup bu… Fikir ve gönül dostluğuna inananlar ve dost mektuplarında şifa bulanlar tasavvuf menşeli bir dostluk türküsü eşliğinde okusunlar:                                                                                                               

“Selâmün aleyküm Ahmet abi,                                                                                                      

Bu mektubu sana Türkoğlu L Tipi Cezaevinden yazıyorum. Satırlarıma başlamadan önce selam eder hürmet ve hasretle ellerinden öperim. Şu anda beyaz bir tulumun içinde yüzümde maske ile terlemekteyim.                                   

Ateşim kırk derece değildi şükür. Girerken iki kapıda iki kez ateşimi ölçtüler. Ateşim otuz sekiz ve üzerinde çıksaydı içeri almazlardı. Şu pandemi günlerinde kırk derecelik ateşlerde yanmak yerine baştan ayağa kan ter içinde kalmak da yüreği yanında olmanın belirtileri arasında yer almalı değil mi? Nitekim doktorlar, hemşireler, hastabakıcılar, korona servislerinde yüreklerini ellerine alarak çalışmıyorlar mı?                                                                                                      

Bu aralar kırk derecelik ateşlerde yanmaktan ziyade ateşimizi düşürmeliyiz Ahmet abi. İhtiyaç duyacağımız bin miligramlık türkü reçetesi yazdırmak için Dükkân Ocağı’na gitmek de mümkün olmuyor zira. Geceler boyu türküdarsız ve türküsüz yüksek ateş ve dayanılmaz ağrılar içinde nefes alamadan kıvranmak, Dükkân sakinlerine reva olmasa gerek. Salgın döneminde tilmizlerinizi önce hasta edip ateşini yükseltip sonra bin miligramlık türkü reçeteleriyle vurgun yapma imkânı da pek yok. Deniz bitti Ahmet abi. Kara göründü. Çarşıda, sokakta, lokalde yüksek ateş, yangın, yürek yangını ifadelerini kullanmak tehlikeli hale geldi. Ateşi yükselenleri mayın diye toplayarak götürüyorlar. Kent meydanında yüksek ateşi olanlar bulunduğu zaman telefonunuz sizi mayınlı bölge diye uyarıyor artık. Böylece maskenizi ve güneş gözlüklerinizi takarak tanınmadan oradan uzaklaşabiliyorsunuz.                                                                 

Yüksek ateş tehlikeli ama, yangın bir realite Ahmet abi. Yangın var! Ormanlarımız gibi ciğerlerimiz de yanıyor. Orman yangınlarına karşı devletimiz, orman bakanlığımız, itfaiye müdürlüklerimiz mücadele veriyor. İnsanların ateşini düşürmek için de devletimiz sağlık ordusu marifetiyle mücadeleye devam ediyor. Ancak yürek yangınlarımızı kim söndürecek? Hasan abinin tarhanalık yoğurtlarını Soğukpınar suyuyla ayran yapıp içsek hararetimiz gene dinmiyor! Ciğerlerimizin bronşlarını kim temizleyecek abi? idam cezası gelse, bazı suç makinalarını sallandırsa yüreğimiz soğur mu? Karadeniz gazını çıkarmaya başlasak; Akdeniz’de de petrol bulsak, ateşimiz düşer mi?Döğme aşına tarhanalık yoğurt katıp yoğursak dünyanın yangını biter mi Ahmet abi? Kayıp çocuklarımızın acısı diner mi açık çay içsek? Tatlı yesek Akdeniz’deki şişme göçmen botları su almaz mı? Celal Oğlan dinlersek sulama kanalında akıntıya kapılan çocuklar geri gelir mi? Video çekip takipçi kasmak için cam şişe içinde torpil patlatırken yaralanan çocukların yarası ey’olur mu söz alarak sırayla konuşursak? Gecelerin uzayıp kısalması ateşimizi hafifletir mi?                   

Arazi meselesi yüzünden kardeşini vurmuş oğlunu ziyaret etmek için cezaevi girişinde retina okutan annenin yürek yangınına hangi ağıt reçete edilir? Cezaevi kapısında stayşin model Toros arabada güneş gelen cama bez gererek gölgesinde görüş saatini beklerken uyuyakalan üç yaşındaki çocuk ve annesinin kalp atışları durdurur mu bu yangını, Ahmet abi?                                                                       

Kendimi büyük amcanın yeğeninin düğününde havaya ateşlediği Kırıkkale tabancadan çıkan ve yere düşmek üzere olan yorgun bir kurşun gibi hissediyorum Ahmet abi. Nereye düşeceğimi bilmiyorum.                                        

Kalın sağlıcakla.

Türkoğlu 1 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu-Ceceli/Kahramanmaraş

******                                                                                                                         

İkinci mektup, vakti zamanında Bir Hocam’ın (Bir hocam iki kişidir) şâkirdi olan Sivaslı muallim bir dost Adnan Çaşkurlu’dan geliyor. Bu mektupta da yıllanmış fakat eskimemiş dostluğun sesi var. Bu mektup ta hâl diliyle yâni Dükkân diliyle yazılmış. Gönül dostluğuna inananlar ve dost mektuplarındaki yârenliğin şifalı tadını bilenler bu mektubu da bir dostluk türküsü eşliğinde okusunlar:

 

DÜKKÂN EHLİ PANDEMİYİ KÜNDELEMİŞ                                                               

Üstadım duydum ki Dükkân ehli her hafta sonu bilfiil Dükkânda sohbet deryasında mest olmaya devam edermiş... Lakin üzüldüm. Eh biraz da kıskançlık var içimde. Yıllardır o rahlenin dibinde olmaktan mahrum kaldık...                                                                                                                     

Üzüntüme gelince ‘Hocamlar’ ve ‘Siz’ değerli büyüklerimiz pandemi bulaşma riski ile karşı karşıya kalmaktasınız. Dükkân ehli de bilakis aynı durumda. Muhabbet yüz yüze olmasa da olmaz mı, üstadım? Belki de Üveysilik daha hızlı yol aldırabilir Dükkân ehline... Üveysiliği de öğrenseler rahlenizden... 

Siz büyüklerimiz ile evlad-ü iyalini riske etmek ve dahi Dükkân müdavimleri ile hane halkını riske etmek vebaldir dersem bana kızar mısınız bilmem?  Ama inanın ki vebaldir...  Bu kardeşinizin eşi sağlık personelidir malûmunuz... İnanın rakamlar medyada duyurulduğu gibi değil... Bunu iktidarı karalamak ya da eleştirmek babından söylemiyorum. Vardır elbet böyüklerimizin bir bildiği.                                                                                                                           

Muhibbilerinizi Üveysi hırkaları ile azad eylemeniz sizin büyüklüğünüze büyüklük katacaktır, ve dahi vicdani anlamda da sizi müsterih kılacaktır. Allah korusun, Dükkânın kedisi dahi virüsten incinse ‘Hocamlar’ ve ‘Sizin’ ne kadar müteessir olacağınızı adım gibi biliyorum. Bir câhil aklı ermez kardeşiniz olarak istirham ediyorum; Dükkân da ‘yüz yüze eğitim’ den vaz geçiniz, bilakis ‘uzaktan eğitim’ yolunu tercih ederek muhabbet ehlini koruma altına alınız. Fısıltı medyasının dilinde. ‘Dükkân ehli pandemiyi kündelemiş, toplantılarına sıdk ile devam edermiş.’ diye bir söylenti vardır. Aman üstadım dikkat bu pandemi meredi künde, paça kazık falan anlamaz, nice erlerin soluğunu keser, kara yere sokarmış. Allah muhafaza etsin. Kıskançlıktan olsa gerek, ilk muhabbet halkasında Dükkânı tatil etmez iseniz, kolluk kuvvetlerine sizleri ispiyonlacağımı da bilesiniz... Selâm ve dua ile üveysimuhibbanınız.

Bir garib Sivas'lı...”                                                                                                                

Recep YAZGANRecep YAZGAN