Kültür
Giriş Tarihi : 06-10-2019 08:30   Güncelleme : 06-10-2019 08:50

Hz. Peygamber (s.a.s.) Döneminde ilim

Hz. Peygamber (s.a.s.) Döneminde ilim

İlim kavramının değişik dönemlerde farklı manalar yüklendiği ve farklı alanlara hamledildiği ve zaman zaman da anlam kayması yaşadığı görülmüştür. Cahiliye Dönemi’ndeki Araplarda yazılı bir gelenek olmadığı için ilim adına da kayda değer bir disiplinden söz etmek zordur; bu münasebetle Müslümanların ciddi bir ilim tevarüs ettiklerinden söz edilemez. Resulüllah (s.a.s.) döneminde ilimle ifade edilen daha çok dinin tamamıyla ilgili konulardır; şüphesiz dinin merkezinde de Kur’an bulunmaktaydı. Ancak Resulüllah’ın vefatından sonra ilim denildiğinde, Resulüllah’ın sünneti ve sünnetin nakli ile ilgili konular anlaşılmıştır. Çünkü bu dönemde dinin yegâne kaynağı olan Kur’an’ın anlaşılması için Resulüllah’ın (s.a.s.) sünnetine şiddetle ihtiyaç vardı. Söz gelimi Ahmed b. Hanbel, Halife Mutasım tarafından Kur’an’ın mahluk olup olmadığı konusunda imtihana çekildiğinde “Ben sadece ilmi bilen biriyim, bu konuda bir bilgim yok.” (Yakubî, Ahmed b. Yakub b. Cafer, Tarihu’l-Yakubî, Tah: Abdulemir Mehnâ, Şirketu’l-Alemiyyi li’l-Matbuat, 1. Tab, Beyrut, 2010, c. 2, s. 430.) demiştir. İmam Ahmed, “ilmi bilen biriyim” derken yalnızca hadis ile ilgili konuları bilirim demek istemiştir, çünkü herkes onun hayatını Resulüllah’ın sünnetini öğrenmeye adadığına şahit olmuştu.

Taha Suresi’nde “Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce, Kur’an’ı okumakta acele etme.” ihtarı yapıldıktan sonra: “’Rabbim ilmimi arttır.’ de.” (Taha, 20/114.) diye Resulüllah’ın (s.a.s.) daha fazla ilmi talebe davet edilmesi, risalet görevini eksiksiz yerine getirilmesi için ilahi mevhibelerin artırılmasını istemesi içindir ki bu da din ile ilgili bilgilerdir. Allah-u Teâlâ, Resulüllah’tan ilmin arttırılmasını talep etmesinden başka bir şeyin ziyadesini istemesini emir buyurmamıştır. Dolayısıyla Resulüllah zamanında ilim denildiğinde, merkezinde Kur’an’ın olduğu ve çoğunlukla dinin marifetinin anlaşılmasını sağlayan hususlar ve konular akla gelmekteydi. Ümmü Kesir binti Yezid el-Ensariyye, dinî konularda merak ettiği bazı hususları öğrenmek için kız kardeşi ile birlikte Resulüllah’ın yanına girdiklerinde Ümmü Kesir’in “Ya Resulüllah, kız kardeşim sana bir soru sormak istiyor, fakat utanıyor.” demesi üzerine Resulüllah’ın (s.a.s.): “Sorsun, zira ilim talep etmek farzdır.” buyurması (Ebu Nu’aym el-İsfehanî, Ma’rifetu’s-Sahabe, c. 6, s. 3554.) da o dönemde ilim ifadesinin daha çok dinî meselelere hamledildiğini göstermektedir.

Yukarıdaki ifadelerimizden Resulüllah döneminde ilmin, yalnızca dinî konulardan ibaret olduğunu iddia ettiğimiz anlaşılmamalıdır. Zira sahabeden Ebu Zer’in (r.a.): “Resulüllah (s.a.s.) bize, bir kuşun iki kanadıyla uçmasının ancak ilimle olduğunu, miras bırakmıştır.” (İbn Hibban, Sahih, İlim, (H. No: 65), c. 1, s. 267.) buyurması, dinî ilimlerin dışında, tabiatın sırrının anlaşılması, insanlığın saadeti ve mutluluğu için gerekli diğer ilimlerin de bu minvalde ele alındığı ortaya koymaktadır. O hâlde Resulüllah döneminde ilim, daha çok dinî konuları ihtiva etmekle birlikte, diğer ilmi disiplinlere de teşmil edilmiştir. Nitekim “Bizim çocukların üzerinde hakkımız olduğu gibi onların da bizim üzerimizde hakları var mıdır?” diye soran sahabeye, Resulüllah’ın, “Evet, çocuğun anne ve babası üzerindeki hakkı, ona okuyup yazma (kitabet), yüzme ve atıcılığı öğretmesidir.” (Beyhakî, Sünenü’l-Kübra, Sebk, 1 (H. No: 19742), c. 10, s. 26.) şeklindeki cevabı, ilim yelpazesinin genişliğini ifade etmektedir. Keza Resulüllah’ın, “Hikmetli söz müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa, almaya en çok onun hakkı vardır.” (Tirmizi, İlim, 19.) buyurması, evrensel bir ilim anlayışının ve dinî konuların dışındaki ilimlerin kazanılmasına bir çağrıdır. Resulüllah’ın getirdiği bu anlayış sayesinde, ilmin önündeki dinî, ırki, cinsî ve coğrafi bütün sınırlar kaldırılmıştır. Bundan dolayı Bedir esirlerinden okuryazar olanların, müşrik olmalarına rağmen yazıyı Müslümanlara öğretmeleri fidye bedeli olarak kabul edilmiştir. (Hâkim, Müstedrek, c.2, s.152.) İlim ifadesinin her türlü bilgiyi ihtiva eden disiplinlere hamledilmesinden dolayıdır ki Resulüllah’tan (s.a.s.) sonra Müslümanlar kendilerine lazım olan her çeşit fennî rahatlıkla diğer din, ırk ve coğrafyaya sahip milletlerden almışlardır.

Kur’an’da doğrudan ve dolaylı olarak ilme atıf yapan ayetlerin neredeyse tamamının, Müslümanların ilmi elde etmek için uygun şartlara sahip olmadıkları ve bunun eğitimini yapmak için fırsat ve imkânların bulunmadığı bir dönemde yani Mekke’de nazil olması, inananların zihin yapısını ilmi bir anlayış üzerine bina etmeye matuftur. Resulüllah (s.a.s.), “İlim talep etmek her Müslümana farzdır.” (İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvinî, Sünen, Tah: Muhammed Fuad Abdulbaki, Daru’l-Fikr, Beyrut, Ts., Mukaddime, 17.) buyurarak bu mesajı desteklemiş ve ilmi, hayatın mihverine yerleştirmiştir.

Elbette ilmin elde edilebilmesi için lazım olan yegâne araç yazıdır. Resulüllah’ın (s.a.s.), Araplarda öteden beri süregelen şifahi (sözlü) kültür aktarım geleneğinin yanında, bilgiyi yazıyla buluşturması, ilmin olabildiğince süratli yayılmasını sağladığı gibi kalıcı olmasını da beraberinde getirmiştir. Resulüllah (s.a.s.) buna işaret etmek üzere: “İlmi, yazıyla kaydediniz.”
(Hâkim, Müstedrek, c.1, s.188.)

Resulüllah (s.a.s.), bizzat kendisinin öğretmenlik yaptığı Suffa’da kalanlara da ders verirdi. Suffa’da kalanlara, genellikle okuma ve yazma, Kur’an ilimleri, akait ve kıraat gibi konular öğretilirdi. İsfehani de Suffa ehlinin sürekli meşguliyetinin Kur’an’ı anlamaya çalışmak ve onu tamamen öğrenmeye yönelik olduğunu kaydetmektedir. (Ebu Naim el-İsfehani, Hilyetu’l-Evliya, c.1, s.342.) Resulüllah’ın (s.a.s.) bu özel gayretleri sayesinde, kendisine nübüvvet geldiğinde çok az sayıda olan okuma yazma bilenlerin oranı İslam’dan sonra o kadar yükselmiştir ki bir müddet sonra Medine’de okuma yazma bilenlerin sayısını tespit etmekte zorlanmaktayız. Bu inanç ve gayretle ilme sarılan Müslümanlar, insanı hayrete düşürecek bir ilerleme katetmişlerdir. Öyle ki hicri birinci yüzyılın sonlarına doğru, İslam dünyasında okuma yazma bilenlerin sayısı bütün dünyadaki okuma yazma bilenlerin sayısından daha çoktu. (Fuat Sezgin, Bilim Tarihi Sohbetleri, Soh: Sefer Turan, Timaş Yay., 5. Bsk., İstanbul,
2013, s. 120.)

Resulüllah (s.a.s.) döneminde ilimden yalnızca erkekler istifade etmezlerdi; kadınlar da istedikleri zaman ilim öğrenmek üzere bir eğitim ve öğretim merkezi olan Mescid-i Nebevi’ye gelirlerdi. Nitekim Mescid-i Nebevi’de erkeklere tahsis edilmiş ve yatılı da kalınabilen Suffe’de gerçekleştirilen öğretimin yanında, kadınların da gündüz devam ettikleri Suffetu’n-Nisa (Kadınlar Suffası) da mevcuttur. Kadınların ilme rağbeti o kadar dikkate şayan bir durum göstermiştir ki Resulüllah (s.a.s.), o gün için mescidin mevcut olan üç kapısından birini kadınlara tahsis etmek için niyetini izhar etmiştir. (Resulüllah (s.a.v.), Mexid’in üç kapısından birini işaret ederek: "Keşke şu kapıyı kadınlara ayırsaydık" buyurmuştur. Bkz: Ebu Davud, Salat, 17, 54.) Resulüllah’ın bu arzusu, Hz. Ömer’in hilafeti döneminde gerçekleşmiştir. (Ebu Davud, Salat, 17.) Bunun yanında kadınların: “Ya Resulüllah, senin sözlerini hep erkekler alıp gidiyorlar. Bize de bir gün ayır ki o gün sana gelelim; sen de Allah’ın sana öğrettiği şeylerden bize öğretirsin.” şeklindeki talepleri üzerine, Resulüllah (s.a.s.), onlara da öğretim için ayrı bir gün ayırmıştır. (Müslim, Birr, 47.) Böylece arzu eden kadınlar, Resulüllah’a gelip ilim tahsil etmekte serbesttiler.

İlim tahsil etmede kadın ve erkekler arasında bir ayırımın yapılmadığını göstermek üzere Resulüllah (s.a.s.), mescitte eğitim ve öğretimde bulunurken bazen erkekler ile kadınların saflarının arasında durur, (Taberanî, el-Mu’cemu’l-Kebir, c. 24, s. 16.) bazen de doğrudan kadınların arasında ayakta durarak hitabetini sürdürürdü. (Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 17.) Fakat çoğu zaman erkekler arasında ayakta durarak öğretimde bulunurdu.
(Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 31.)

Müslümanlar arasında yaygınlaşan bazı ilimlerin temeli Resulüllah döneminde atılmıştır. Gerek Kur’an’ın ve gerekse Resulüllah’ın doğrudan veya dolaylı işaret buyurdukları bazı konular, çok geçmeden müstakil ilimler halinde ele alınmaya başlanmıştır.

Başta Müslümanların günlük hayatını tanzim ve insanların birbirleriyle ilişkilerini bir düzene bağlamak üzere hukuk (fıkıh) ilmi olmak üzere, Kur’an’ın güzel okunmasını sağlamak için kıraat ve anlaşılmasının kolaylaştırmak için de edebiyata önem verilmiş, Resulüllah’ın sözlerini nakletmek üzere hadis ilimleri ihdas edilmiştir. Öteden beri Araplar arasında nakledilen Eyyamu’l-Arap ve kıssalar, tarih ilminin arka planını oluşturmuştur. Resulüllah’ın hutbesinde kıssalara yer vermesi, bazı kimselerin naklettikleri kıssalara atıf yapılması, (Müslim, Fiten, 24.) Müslümanlarda tarih bilincinin oluşmasına ve de bunun bir ilim olarak tahsil edilmesine vesile olmuştur. Keza başta Kur’an olmak üzere dinî metinlerin yazılması, yazı ilminin gelişmesine; feraizin anlaşılması ve paylaşımı için matematik ilmine; Kur’an’ın sık sık tabiat olayları ve gökyüzüne dikkat çekmesi astronomi ilmine, kıblenin her zaman Müslümanlara ibadet için lazım olması ve kıble yönünün bilinmesinin şart olması coğrafya ilmine ilgiyi
artırmıştır.

Resulüllah (s.a.s.), ilmi, inananların düşüncelerinin ve hayatlarının merkezine yerleştirmeye çalışmıştır, bunu ortaya koymak üzere ilim meclislerini, Müslümanların müştak oldukları cennet bahçelerine benzetmiştir. (Taberanî, el-Mu’cemu’l-Kebir, c.11, s.78.) Bu nebevi teşbihin yer ettiği gönüller, cennet bahçelerinin meyvelerini dünyada dermek için fırsat buldukları her anda ilim meclislerinden istifade etmek istemişler ve bu istekleri sayesinde dünya tarihinde göz kamaştıran İslam medeniyetini inşa etmeyi başarmışlardır.

Prof. Dr. Şakir Gözütok / Diyanet Dergisi

adminadmin