Kültür
Giriş Tarihi : 10-11-2019 10:00   Güncelleme : 10-11-2019 10:10

“Kefernahum”

Türkiye’nin de neredeyse on yıldır aşina olduğu son göç hadisesi olan Suriyeli sığınmacıların yaşadıklarından hareketle tavsiye edebileceğim Kefernahum, Suriye’den Lübnan’a göç eden bir ailenin, özellikle de ailenin Zeyn’in çektiği acı ve zorlukları anlatıyor.

“Kefernahum”

İncil’de geçen bir hikâyeye göre, İsa peygamber ve havarileri Kefernahum’e gider. Şehrin kontrol kapısına gelince, Kefernahum’un seçilmiş bir belde olduğunu ve oradaki ibadethaneleri ziyarette şehre her giriş öncesi para alındığını öğrenirler.

Kapıdakiler, İsa ve havarilerinden de bu parayı ister. Petrus olanları İsa’ya anlatır. İsa şöyle der; “Sen ne düşünüyorsun Simon (Petrus) krallar vergiyi kimlerden alır? Topraklarından mı, yabancılardan mı?”

Petrus, ‘Yabancılardan’ der. Bunun üzerine İsa şöyle der; “Demek yabancı olmayanlar vergiden muaf... Taşkınlık yapmayalım. Denize git ve oltanı suya at, yakaladığın ilk balığın ağzını aç, ağzında para bulacaksın. O parayı al ve hem benim hem kendin için öde!”

İsa ve havarileri hayatlarını parasız-pulsuz sürdürmektedir. Petrus, o parayı Romalı memura verir.

Akabinde, İsa peygamberin yanına birtakım karanlık tipler gelir. Şu tuzak soruyu sorarlar: ‘Biz senin doğruluğu insanların işine geldiği gibi değil, Tanrı’nın buyurduğu şekilde öğrettiğini biliyoruz. Öyleyse Sezar’a vergi ödememiz caiz midir?”

İsa peygamber gelenlerin niyetinin farkındadır. Bir Roma parası ister. Paranın üzerindeki resim ve yazının kim olduğunu sorar. Onlar ‘Sezar’ deyince İsa’da o meşhur sözünü söyler; ‘Öyleyse Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı ise Tanrı’ya...”

Bir başka ifadeyle, İsa peygamber parayı ayakları altına almış, bu mesajıyla “mutlak galip” olduğunu göstermiştir. 

Bu hikâyeyi ilk dönem Rönesans ressamlarından Masaccio sahne sahne çizmiştir. Ortaçağ sanatından Rönesans’a geçiş sürecinde, 1400’ün ilk çeyreğinde yapıldığı bilinen “Mükafat Parası-Vergi Parası” adlı resimler, Santa Maria del Carmine Kilisesi’nde, Brancanci Şapeli’nin Apsis bölümünü süsler.

Ortadoğu’dan Bir Mazlum Çocuğun Hikâyesi...

Kefernahum, Romalıların zulmüne maruz kalan İsa peygamber için lanetlenmiş; Filistin’de, Taberiye denizinin kıyısında bir köyün adı...

Fransızca “kaos” anlamına geliyor.

Dünya tarihine türlü türlü hikâyeler bırakan Ortadoğu topraklarını aslında “merkez doğu” olarak nitelendirmek gerek...

Hem doğunun, hem batının insan ve topluma dair bütün kıymet ölçüleri burada kayıtlı...

Ve peygamberler bu ölçülerin mutlak bildiricileri... İyi, doğru ve güzelin bildiricisi peygamberler olmasaydı; “Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “insanoğlu ağzını bile bulamazdı...”

Bu yazıya bahis mevzuu olan Lübnanlı yönetmen Nadina Labaki’nin yazıp yönettiği Kefernahum (Capharnaüm) filmi ise, bir zulmün hikâyesini, 12 yaşında bir çocuğun yaşadıklarını anlatıyor.

Dram, 2018 Oscar Ödül Töreni’nde Yabancı Dilde En İyi Film dalında aday gösterilmişti.

Bu filmi geçtiğimiz hafta sonu, başarılı ve nitelikli sinema eserleri yayınlayan TRT’nin kültür-sanat kanalı TRT-2’de seyretme fırsatı bulmuştum.

Lübnan yapımı film, “Kefernahum” ailesini dava eden Zeyn adlı çocuğun dramını hukukî ve vicdanî yönden ele alıyor. Yönetmen Labaki, hikâyenin gerçekliğini bir röportajda şu şekilde dile getirmiş;

“7 Mayıs 2008’de hamile olduğumu öğrendim ve aynı gün Beyrut yeniden savaş atmosferine girmişti. Yollar kesilmiş, hava alanları kapatılmış, her yerde yangınlar ve benzer şeyler yaşanıyordu. o dönem, arkadaşım ve ortak senaristim Jihad Hojeily ile çalışıyor ve bir sonraki film projemi tasarlıyorduk. Şehirde bir sokaktan diğerine çatışmalar yaşanıyordu. Yıllarca aynı apartmanı paylaşan, beraber büyüyen, aynı okula giden insanlar bir anda birbirlerine düşman kesilmişlerdi. Ve tek neden, aynı dine mensup olmamalarıydı. Ben de o sırada kendime şunu sordum, benim bir oğlum olsaydı, elinde silahla sokaklarda koşmasını nasıl engelleyecektim? Çocuğumu bu kargaşadan uzak tutup onun ailesini, dinini, yaşadığı evi koruma güdüsünü nasıl engelleyecektim?”

Türkiye’nin de neredeyse on yıldır aşina olduğu son göç hadisesi olan Suriyeli sığınmacıların yaşadıklarından hareketle tavsiye edebileceğim Kefernahum, Suriye’den Lübnan’a göç eden bir ailenin, özellikle de ailenin Zeyn’in çektiği acı ve zorlukları anlatıyor.

Lübnan malûm, farklı inanış ve mezheplerden müteşekkil toplum hayatının görüldüğü, I. Dünya Savaşı sonlarında manda rejiminin hüküm sürdüğü Levanten bir şehir dokusuna sahip... Berbat bir yapılaşma söz konusu... Çöp öbekleriyle içiçe barakalarda, barakalardan farksız banliyölerin apartman odacıklarına sıkışmış, ebeveynleriyle aynı şilteyi paylaşarak yaşayan, daha doğrusu yaşamaya çalışan insanlar... Mazlumlar...

Kefernahum bu zulüm tablosunu fevkalade çarpıcı yansıtıyor.

Hikâye, avukatının yanına oturmuş, kendisine neden mahkemeye geldiğini soran hakime Zeyn’in şu çocuksu ifadeleriyle başlıyor ve en baştan anlatılmaya başlanıyor.

“-Ailemi dava etmek istiyorum.

-Neden?

-Beni dünyaya getirdikleri için...”

Yönetmenin replikler arasına serpiştirdiği birtakım “nihilist” mesajları fazla dikkate almamak kaydıyla, Ortadoğu’da II. Dünya Savaşı sonunda patlak veren İsrail sorununu da merkeze alıcı politik bir okuma yaptığımızda, nasıl bir coğrafyada yaşadığımız daha etkili ifadeye kavuşuyor.

Altın Portakal’da En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık bulunan çocuk oyuncu Zain, (Zeyn) film boyunca gerçek hayatını oynuyor sanki... Başta nakletmeye çalıştığım miladî ilk yıllarda vuku bulduğu ileri sürülen İsa peygambere dair İncil hikâyesini ise, bu toprakların zulüm hikâyelerini pekiştirmek için kaydettim.

Filmi not edin derim...

 Cumali Dalkılıç

Aylık Dergisi 180. Bölüm

adminadmin