Merter, bu süreci "altı cepheli bir savaş" olarak nitelendirirken, bireysel ve toplumsal düzeyde bu tehditlere karşı bilinçlenmenin önemine dikkat çekiyor.
Kadim değerlerin yok edilmesi
Merter, ikinci dalga feminizm ve toplumsal cinsiyet teorisi gibi hareketlerin, kadın-erkek rollerini birbirinden uzaklaştırarak fıtratın dengesini bozduğunu savundu. Kadınların erkekleşmesi ve baba otoritesinin kasıtlı olarak zayıflatılması gibi olgulara dikkat çeken Merter, bunun aile kurumunu ve dolayısıyla toplumun temelini hedef aldığını belirtti. Özellikle kadın-erkek ilişkisini tamamlayıcı bir denge üzerinden yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Merter, bu dengenin bozulmasının bireylerde derin doyumsuzluk ve sapkınlık eğilimlerini artırdığına vurgu yaptı.
"Never Again Projesi" ve küresel hedefler
Merter, "Never Again Projesi" adını verdiği yaklaşımı ele alarak, bu küresel çabanın temelinde insanlığı yeniden yapılandırma amacı olduğunu öne sürdü. Bu projenin, geçmişte Yahudilere karşı yapılan soykırımlar ve pogromlardan bir daha yaşanmaması için tasarlandığını belirten Merter, bu amaçla cinsiyet rollerini muğlaklaştıran, bireysel otoriteyi azaltan ve toplumun genel ahlaki çerçevesini yıkan politikaların uygulandığını dile getirdi.
"Medya, akademi ve sosyal medya gibi araçlar bu projenin en önemli silahlarıdır. Özellikle dijital platformlar üzerinden bireylerin hem ahlaki hem de kimliksel anlamda manipüle edildiğini görüyoruz. Bu sadece bireysel özgürlükleri değil, toplumun temel değerlerini hedef alan bir savaş haline geldi," diyen Merter, medya ve teknoloji devlerinin bu projeye hizmet ettiğini iddia etti.
Altı cephede yürütülen bir savaş
Merter, küresel projenin altı temel cephede ilerlediğini belirtiyor. Bunlar arasında eğitimde kadim terbiye sisteminin çökertilmesi, kadınların erkekleştirilmesi, baba otoritesinin yok edilmesi, cinsel sapkınlıkların yaygınlaştırılması, toplumsal cinsiyet kavramıyla kimliklerin muğlaklaştırılması ve ahlaki normların zayıflatılması bulunuyor.
Özellikle medya ve akademinin bu cephelerde kritik bir rol oynadığını vurgulayan Merter, "Bu süreçte psikoloji ve psikiyatri alanları bile kendi değerlerinden uzaklaştırılmış durumda. Manevi kalbin köreltilmesi, depresyon ve kaygı gibi modern çağın sorunlarını derinleştiriyor," dedi.
"Matrix kafesi" ve toplumsal uyanış
Merter, toplumların giderek dijitalleşen bir dünyada "Matrix kafesi"ne hapsedildiğini belirterek, bu süreçten çıkışın ancak bilinçlenme ve manevi değerlere dönüşle mümkün olacağını söyledi. "Günde sekiz saat ekran başında olan bireyler zaten bu kafesin içindeler. Ancak uyanırsak ve mücadele verirsek bu gidişatı tersine çevirebiliriz," diyen Merter, bireylerin ve toplumların bu farkındalıkla hareket etmeleri gerektiğini ifade etti.
"Nefs ilmi" ile yeni bir psikoloji yaklaşımı
Batı merkezli psikoloji anlayışının yeterli olmadığını savunan Merter, insanın manevi kalbini ve yaratılışına dair kadim bilgeliği merkeze alan bir yaklaşım geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. Merter, buna "nefs ilmi" adını veriyor ve bu ilmin, insanlık için daha sağlıklı bir ruhsal gelişim modeli sunabileceğini belirtiyor.
Son olarak Merter, devletler ve bireylerin bu süreçte bilinçli hareket ederek güçlü bir savunma mekanizması geliştirmesi gerektiğini ve bu savaşın manevi değerler korunarak kazanılabileceğini ifade ediyor.