Kültür
Giriş Tarihi : 07-03-2021 05:15   Güncelleme : 07-03-2021 05:15

Oğuz Atay ve Tutunamayanlar

Tutunamayanlar, alışılmışın dışında bir romandır. Belirli bir olayı sergilemekten çok, intibalar, tedailer, taşlamalar, ayrıntılar ve ruhî çözümlemelerden oluşur. Bu bakımdan, özetlenmesi güçtür. Ancak, romanın konusu, kısaca şöyle açıklanabilir:

Oğuz Atay ve Tutunamayanlar

Selim Işık ve Turgut Özben, öğrencilik yıllarında iki iyi arkadaşken, hayattaki tercihlerinin farklı oluşu, yollarını ayırmıştır. Bir gün genç mühendis Turgut Özben yakın arkadaşı Selim Işık’ın kendini bir tabancayla vurduğunu gazeteden öğrenir ve onunla zamanında yeterince ilgilenmediği için kendisini suçlar. Olayın çok etkisinde kalan Özben, intiharın sebeblerini merak eder. Bu amaçla Selim’i intihara götüren sebebleri bulmak üzere, onun tuttuğu notları, günlükleri, odasını, tanıdıklarını yâni hayatını araştırmaya koyulur. Peşinden gideceği iz, onu İstanbul-Ankara ve hattâ İnebolu arasında mekik dokutacak, geçmişe dair pek çok “eski” dostla yeniden bir araya gelecek ve belki de içine gömdüğü esasta çok eski ama onun için “yeni bir dost” Olric’in ortaya çıkmasına vesile olacaktır. Selim Işık’ın yok edilişine damla damla şahid olurken, Turgut Özben de kendi hayatını sorgulamaktadır.

 

Oğuz Atay, Tutunamayanlar’a, 1968 yılının kışında, sevgilisi Sevin Seydi’nin evi olan Hayriye Caddesi (Numara 9, Daire 2) Beyoğlu adresindeyken, kitabın ana taslağının üstüne el yazısıyla, “kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- yazmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız.” cümlesini yazarak başlayan yazar, bir yıl içinde kitabı tamamlar. Tutunamayanlar kitabını elinize alıp kapağını açtığınızda göreceğiniz ilk ana başlık, “Sevin için” olacaktır.

 

ESERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Oğuz Atay ve eseri hakkında yapılan değerlendirmeleri olumlu ve olumsuz istikamette olanlar şeklinde tasnif edebiliriz. Biz önce olumlu bakanlar için Oğuz Atay ve eserinin mânâ ve değeri nedir, kısaca belli başlı olanlarını dile getirmekle başlayalım:

 

Tutunamayanlar’ın kaleme alınmasıyla birlikte, Tanzimat yıllarından 1970’lere kadar belli bir çizgide ilerleyen ve kendini yenilemeyi hiç düşünmeyen Türk romancılığının kalıbları Atay ile kırılmıştır. Tutunamayanlar ile birlikte kendi çapında “kültürel bir devrim” gerçekleştiren Atay, Batı’da gelişimini sürdüren postmodern-avangard roman anlayışını, Türk roman geleneğine tek nefeste uyarlamaya çalışacak kadar güçlü ve iddialı olmuştur. Tutunamayanlar, döneminde bir romandan beklenen pragmatist tavırdan, yol gösterme anlayışından sıyrılarak, ferdi merkeze almış, teknik açıdan da yeni bir roman formatını savunmuştur.

 

Tutunamayanlar’ın çoğu eleştirmene göre ilk “modern” Türk romanı olarak kabul edilmesinin sebebi, kitabın anlatmaya çalıştığı iç dertleri, “tipler” tarafından değil de sıradan denilen karakterlerin psikolojilerini derinleştirerek yapmasıdır. Dışarıdan baktığımızda, ne Turgut’un ne Selim’in ne Günseli’nin hattâ ne Süleyman Kargı’nın öyle “nevi şahsına münhasır” özellikleri yoktur. Sıradan işleri olan, sıradan hayatlar süren insanlardır. Yaptıkları şeyler, öyle büyük “travmalara” dayanmaz. Tüm ailesi öldürüldüğü için intikam almaya karar veren “klasik” kişiler değillerdir. Veya, babasından şiddet gördükleri için psikopat olmamışlardır. Tıpkı gerçek hayattaki gibi, büyüme süreçlerindeki ufak tefek etkilerle bugüne gelmişlerdir.

 

Bazı eleştirmenlerin değerlendirmelerine nazaran; kitabın edebiyatımıza yaptığı birinci katkı, belki de edebiyat kalitemizi bir ânda 30 yıl ileriye götürmesidir.

 

Halkın beğenerek okuduğu Tutunamayanlar üzerine düşüncelerini aktaran sıradan bir insan, Tutunamayanlar hakkında şöyle demiştir:

 

– “Bir çoğumuzun içinde yer aldığı, eskilerin küçük burjuva dediği profilin içinde yalnızlaşan insanların ayakta kalma mücadelesidir Tutunamayanlar’ın özü. Nedir 1960’lardaki küçük burjuva? Üniversite bitirmiş, Batının koltuk takımını, sabahlığını, Pazar gecesi sinemaya gitmesini almış, yeni yeni tanıdığı modern dünyaya tam adapte olamamış ancak arkada bıraktığı “arabeske” de ait olamayan şehirli insan. Nedir 2011’lerdeki küçük burjuva? Elinin altında interneti bulunan, istediği ânda İngiltere ligini izleyebilen, İtalyan kahve türlerini bilebilen, 2-3 dil bilen konuşabilen ama dışarıya çıktığında dolmuş kuyruğunda öne geçme hinliği yapan insan. Nitelikler ayrı, tepkiler benzer.” [16]

 

Tutunamayanlar’ı farklı kılan diğer bir özellik ise, kitabın bugüne kadar yazılmış en başarılı otobiyografik-kurgu eserlerden biri olmasıdır. Çoğu yazar için estetik bir “eksi” olarak görülen, yazarın kendi hayatını anlatması, Tutunamayanlar’da sanatın bir gücüne dönüşmüş, inanılmaz derinlikte ve incelikle dizayn edilerek, okuyucuya başarıyla aktarılmıştır. Atay’ın hayatını iyi biliyorsanız, Selim Işık’ın Oğuz Atay, Turgut Özben’in Uğur Ünel, Turgut’un karısı rolündeki Nevin’in Fikriye, Günseli’nin ise Sevin olduğunun farkına vararak, okuduğunuz eserden bir başka tat alırsınız.

 

Buna rağmen, Oğuz Atay’ı herkesin beğenerek okuduğunu söylemek de hata olur. Notos Dergisi, Haziran-Temmuz 2011 sayısında kapsamlı bir Oğuz Atay dosyası hazırladı. 20’den fazla yazar ve eleştirmen, Oğuz Atay’ı, edebiyatını ve kült kitabı “Tutunamayanlar”ı yazdı. Bu yazarlardan biri olan Şavkar Altınel, Oğuz Atay’ın “kendisi” olmadığını düşündüğünü belirtiyor:

 

– “Bana göre ‘Tutunamayanlar’ bir küçük burjuva krizinin, mühendis olmanın, ‘salon salamanje’lerde yaşamanın, ‘bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı’nı yapmanın hikâyesi. Bunda bir sorun yok: Bir Flaubert bu malzemeden büyük bir roman çıkarabilirdi. Ama Atay, Flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de ‘kendisi’ değil.

 

Başkahramanına ‘Özben’ soyadını vermiş, ama içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir ‘benlik’ olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. Daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi… Tezer Özlü’nün benzer krizlerden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okumama rağmen Atay gözüme sığ ve yapay görünüyor.” demiştir. [17]

 

“Tenkid-Eleştiri” sadece olumsuz yorumlar yapmak değildir kuşkusuz. Belki en kötü eserde bile, olumsuz olduğu kadar olumlu yönler; en iyi eserde bile olumsuzluklar olabilir. Bakınız eseri beğenmeyenlerden Yazar Mehmet Şeyda, Tutunamayanlar için ne diyor:

 

– “Bir roman; gerekli gereksiz ayrıntılarıyla, kendi bütünlüğünü zedeleyen fazlalıklarla, yinelemelerle, filtreli sigaranın kanseri % 7 oranında azalttığını söylemeden geçemeyen bilgilerle dolu. Yazarının, ayıklama ve seçme gözetmeden, ne biliyorsa içine katmaktan zevk duyduğu sayfalar. Romanın üslup özelliğinde, değişikliklerin, sıçramaların büyük payı olduğunu daha önce belirtmiştik. Nitekim, 736 sayfada, eylem birdenbire düşünceye yer vermekte, hemen biraz aşağıda ise ‘oyun’ biçimine dönüşmektedir. Atay, Tutunamayanlar için herhangi bir kural koymamış, şiirden oyuna varıncaya kadar, her yazı türünü kullanmıştır. Okunuşundan sonra, ‘İnsanın aklına her geleni yazmasından bir roman ortaya çıkabilir mi?’ diye sorulabilir. Oğuz Atay ayıklama nedir tanımıyor, ya da bu, bize böyle geliyor. Düşünceler, hiç bir zaman, kişileri duygulandırmaya yetmemiştir. Bir romanda, sürekli olarak eleştirisel aklın kullanılışı ve ‘humour’un ağır basışı, somut ‘insan gerçeğini’ yok etmeye yeter.” [18]

 

Yine de, Mehmet Şeyda’nın sözkonusu eleştirisinde de dediği üzere 736 sayfalık bu kalın kitabta, yazar sadece tek bir ânı, tek bir saniyeyi, tek bir şeyi anlatmaya çalışıyor muhakkak: Tutunamamayı…

 

Olumlu olumsuz eleştiriler sonrasında birkaç değerlendirme de biz eklemek isteriz. Her kesim insanının okuması ve tavsiye edilmesi gerektiğini düşündüğümüz bir kitabtır bu. Kaldı ki, kitablara sığınmak, koca bir dünyaya sığınmaktır. İnsanların savaşından kurtulmak, ama kitabın acısına, tatlısına, sevgisine, hüznüne şahid olmak, kaskatı insanlar kadar acı verici değildir elbette. İşte sığınabileceğimiz, kocaman bir dünyası olan Tutunamayanlar… Okurken hayattan koptuğumuz ama kitabın etkisiyle belki bir yerlerde Selim Işık vardır diye İstanbul Teknik Üniversitesi’ne gitmemizi sağlayan bir kitab. İnsanın kendisini çaresiz hissettiği ânda tutunabileceği bir kitab. Her seferinde o meşhur virgüllerle bağlanmış 62 sayfa süren cümleye gelindiğinde tıkanıp bırakılacak, her seferinde “bu sefer söz, bitireceğim” dediğiniz ve her seferinde yine bitiremeyip size kendinizi eksik hissettirebilecek bir kitab yine. Kısacası, bir başucu kitabı bizce.

 

Kitablardaki dikkat çekici cümlelerin altını “eğri” çizerim diye çizmeyen ben, Tutunamayanlar’da bu tereddüdü bırakarak altını çizdiğim kısımlardan fragmanlar aktarıp, hissettiklerime ortak olmanızı isterim.

 

ESERDEN FRAGMANLAR

– “Hayattan çıkarı olmayanların hayatı, çıkmaza sürüklenecektir. Sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. Hayattan çıkarı olmamak, hem Tanrı’nın hem de insanların gözünde affedilmez bir suçtur.” [19]

 

– “Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: “Buraya kadar!” dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, “daha önce haber vermiştik” derler. “Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik.”” [20]

 

– “… kafamda kurulu bir makine vardı ve bu makine, durmadan, ara vermeden düşünceler izlenimler sıralıyordu. Bu makinenin idaresi benim elimde olsaydı, yalnız istediğim şeyleri, istediğim sırada düşünebilseydim neler başarmış olacaktım. Kafamda bir sürü süprüntü düşünce olmasaydı, bazen benim bile beğendiğim düşüncelerle dolu olsaydı beynim… Kaybediyorum; düzensizlik ve duruma hâkim olamamak yüzünden kaybediyorum.” [21]

 

Siz de benim gibi,

 

Günleri sevgiyle isteyerek değil de,

 

Takvimden yaprak koparır gibi gerçek

 

Bir sıkıntı ve nefretle yaşadıysanız

 

Ankara güneşi sizin de

 

Uyuşturmuşsa beyninizi, Ata’nın izinde

 

Gitmekten başka bir kavramı olmayan

 

Cumhuriyet çocuğu olarak, yayan

 

Pis pis gezdiyseniz Hergele Meydanı’nda

 

Bu sarı ve tozlu alan iğrendirmiyorsa sizi

 

Bir taşra çocuğu sıfatıyla özlemeyi bilmiyorsanız denizi,

 

Kaybettiniz (benim gibi). [22]

Kaynak: Yadigâr BAYRAKTAR - akademyadergisi.com

Recep YAZGANRecep YAZGAN