Türkiye
Giriş Tarihi : 07-04-2013 10:47   Güncelleme : 07-04-2013 10:47

ORHAN PAMUK’UN ROMANLARINDA DOĞU-BATI SORUNSALI

Türkiye tarihi bir batılılaşma tarihidir, aynı zamanda batılılaşmaya karşı bir direncin de. Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılda batının üstünlüğü karşısında bir takım reformlara girişir.

ORHAN PAMUK’UN ROMANLARINDA DOĞU-BATI SORUNSALI
 Tanzimat dönemi ile başlayan bu batılılaşma serüveni etkisini Türk edebiyatında göstermiş; Serveti Funun, Fecr-i Ati Topluluğu, Milli Edebiyat, Cumhuriyet dönemi edebiyatı ve sonrası çağdaş Türk edebiyatında etkisini sürdürmüş, en özgün örneklerinden birisine Orhan Pamuk’a kadar uzanan bu serüven devam ederek özellikle Türk romanında da etkisini göstermiştir. O yıllarda bir takım alaturka- alafranga tartışması çerçevesinde konuya değinilirken buna koşut olarak geleneksel edebiyattan batı edebiyatına geçişte destekleniyordu.

Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi adlı romanı Tanzimat batılılaşmasının ortaya çıkardığı ilk tipik eserdir. Türk romanının batılılaşmasında önemli bir yeri olan Halit Ziya Uşaklıgil’in edebi olarak ilk Türk romanı sayılan Aşk-ı Memnu batı romanından etkilenerek yazılmış hatta roman kahramanı Bihter Anna Karenina ve Madam Bovary’e çok benzetilmiştir. (Türkçe konuşan ama kendi olamayan birçok ithal kahraman yaratılmıştı o yıllar) Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası başta olmak üzere birçok romanında alafranga züppe tiplerini ele alarak batılılaşmanın yarattığı olumsuz etkilere değinmiş, Yakup Kadri Kiralık Konak Sodom ve Gomore, Yaban ve diğer romanlarında memur ve aydınların batılılaşma karışındaki durumlarını, batılılaşma ile meydana gelen kuşaklar arası çatışma, görüş ayrılıklarına değinmiş, Peyami Sefa birçok romanında doğu-batı çatışmasına eğilmiş, yaşamı boyunca ilgilendiği doğu batı sorununa kültürel anlamda sentezci yaklaşan Halide Edip Adıvar ise milli edebiyat akımında(Sinekli Bakkal, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye vs.) batılılaşma karşıtlarının durumuna temas etmiş, Cumhuriyet döneminden sonra kendini batılı olarak gören Türk toplumunun kültür farklılaşması karşısındaki tutumunu, sıkıntısını değişik konularla ele alan Reşat Nuri Güntekin Yaprak Dökümü başta olmak üzere diğer eserlerinde konu edinmiş, Ahmet Hamdi Tanpınar en önemli romanı olan Huzur da doğu batı sorununa eğilmiş yer yer uzlaşma gayretine girmiş, Oğuz Atay Tutunamayanlar adlı eserinde doğu-batı sorunsalını hem konu itibariyle hem de romanın yazılışı (biçim, estetik, teknik) açısından da ele almıştır.  Kısacası Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan Atilla İlhan’a kadar bu sorunsala değinmeyen yazar yoktur.

Türk romanının temel tematiğin batılılaşma olduğunu söyleyen Berna Moran ‘Bizde roman, Batıdaki gibi feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde doğmamıştır. Burjuva sınıfının yani bireyciliğin ortaya çıktığı bir sürecin anlatışı değildir. Batılılaşma hareketinin taklit bir ürünü olarak doğmuştur’ der.
Yüzü batıya dönük Türk aydınının Serveti Funun akımından bu yana değişik biçimlerde batıyı algılaması onu yermesi hatta onu taklit etmesi inkâr edilemez bir geçektir. Bu serüven içerisinde gelenekleri öğrenmiş fakat ona bağlanmamış bir yazar olarak Orhan Pamuk doğu-batı sorunsalını ilk defa farklı boyutlarda ele almıştır.
 
Kısaca dünya edebiyatında doğu-batı sorunsalı
Doğu-Batı sorunsalı sadece Türk edebiyatında değil dünya edebiyatında da büyük yer bulmuştu. Modern Rus edebiyatın kurucuları olarak anılan Puşkin ve Gogol gibi Rus yazarları batının üstünlüğünü kabul edip Rus dilinde özgün eserler yazmaya başladıklarında etkiledikleri diğer Rus yazarlar arasında Tolstoy, Gorki Dostoyevski, Çehov, Turgenyev gibi yazarlarda bu batı karşısında doğu-batı sorunsalına eserlerinde değinmişlerdi. Bunlar içerisinde Dostoyevski ve Tolstoy en önemlileriydiler. Örneğin Dostoyevski Batıya sevgi nefret ilişkisi ile yaklaşmıştır. Tolstoy da öyle. Eserlerinde sık sık roman kahramanların Fransızca konuşmaları, batı ya öykünmeleri, sürekli Rusya ile Avrupa’yı karşılaştırmaları, seven ve nefret eden kahramanlara rastlarız. Gonçarov Oblomov adlı eserinde Oblomov’u doğulu, bir Alman olan Stoltz’u ise batılı olarak tasvir eder, buna benzer örnekler çoktur.

Kısacası doğu-batı sorunsalı geniş bir yelpazede dünya edebiyatında Salman Rüşti’den Amin Maalouf’a,  Halil Cibran’dan Cengiz Aytmatov’a kadar geniş yer kaplar.
 
Anlaşılacağı gibi…

Anlaşılacağı gibi Orhan Pamuk konu itibarıyla muazzam bir mirasın üzerine kurmuştur romanlarını. Orhan Pamuk batılılaşmayı sadece bir Türkiye tarihi sorunu değil bir edebiyat hatta bir dünya edebiyatı sorunu olduğunu bilir. Doğu batı sorununu bizler-ötekiler, yüzeysel, taklitçi hatta çok soyut olarak ele alan erken batılılaşma romancılarını aşıp bu kavramı felsefi kültürel tarihsel bir yüzleşmeyle yeni simgeleri, işaretleri, birleşme ve ayrışmaları tespit ederek romandaki değişimini buna bağlı olarak dönüşümünü sağlamıştır.

Osmanlı tarihine uzanan onun kalıntıları üzerine kurulan bir ülkenin yukardan merkezi üstyapısal bir baskıyla,  Arapçadan Latinceye, dindarlıktan laikliğe, şeriattan medeni kanuna, karma bir dil olan Osmanlıcadan öz Türkçeye, geleneksel giyim kuşamdan kılık kıyafet reformlarına, kısacası gelenekselden moderne geçişin sancılı olduğu gibi ve bu sorunların hala devam ettiği bir Türkiye’yi göz önünde bulundurursak Pamuk’un pek soyut yüzeysel olmayan bir kavramı neden bu kadar önemsediğine de bir anlam vereceğiz. Anlaşılacağı gibi batılılaşma çabaları beraberinde bir kimlik sorununu da getirdi. Yukardan aşağıya yöneltilen yenilikler aşağıdan gelen direnmeyle tuhaf bir kimlikte ortaya çıkarmıştır. Bu tuhaflık onun romanlarının neden tuhaf olduğunu, kişilerinin ise tuhaflık içinde aslında hiç var olmadıklarını gösterir bize. Var olan sadece yazarın kendisidir. Kimlik sorunu Pamuk’un eserlerinde (Beyaz Kale, Kara Kitap ve Yeni Hayat) doğu-batı sorunsalı etrafında ben kimim? Ben ben miyim? Gibi felsefi oyunlarla ikilemlerle de konu edinildi.
 
Genel bir bakış…

Orhan Pamuk ideolojik kaygısı olmayan bir yazar. Sanat için sanat yapıyor. James Joyce’deki nesnelleşmiş dil(ama Joyce kendi diline çok daha hakimdi)onda nesnelleşmiş her şeye dönüşüyor. İnsanlardan çok nesneleri, eşyaları şeyleri yazan, parçalanmış bir gerçeklikle, hep bir bölünmüşlük ve bulanıklık içinde yalnız, kederli, esrarengiz, gizli, sır dolu,  hüzün soluyan, nesnelleşmiş kahramanları hep erkektir. Dostoyevski kahramanları gibi (ama Dostoyevski’nin kahramanları daha kanlı canlıdır) bir labirentin içinde, gece karanlığında esrarlı, gizemli yollardan kimliğini, benliğini ararlar, hep doğulu mu batılı mı olduklarını sorarlar bazen gizli bazen açık. Pamuk’ta birey yoktur adeta, isimleri olan ama kendileri olmayan nesneler haline dönüşmüş bireyin etrafında dolaşan, yansımalar, rüyalar, etkileşimler, kavramlar, işaretler ve semboller vardır ve hep üst anlatıcının söylemek istediklerinin aracı olmaktan kurtulamazlar. Soğuktur, buz gibidir romanları. Onun kurmaca dünyasındaki kahramanları hep yalnızdırlar, hiç acıkmaz, çalışmaz, hasta olmaz, kısacası yaşamdan çıkmamışlardır, sorumsuzdurlar, aşkı beceremezler çünkü romanlarında aşk yoktur (Kar’daki aşk denemesi de karlar altında kalmış grotesk diyebileceğimiz karşıt politik görüşlerin çarpışması altında ezilmiş hayal meyal seçilebiliyor. Seçilebiliyor çünkü onda her şey birer kavramdan ibaret),ağır bir karasevda(melankoli) altında toplumdan soyutlanmış bireyler vardır. Bu belirsizlik içinde kıvranan kişiler baştan böyledir. Yazar kişilerinin neden böyle olduğunu yazmaz. Kişilerin geçmiş hayatı yoktur ve geleceği de anlamsızlık içinde parçalanır. Onda ki bir nesnenin tasviri kişiden daha önemlidir.  Yani baştan hayatı kaymış baştan ölmüşlerdir.

Beyaz Kale’den Kar’a kadar ki romanlarında olduğu gibi.

Onun başkenti edebiyatın da başkenti olduğu gibi İstanbul’dur. İstanbul roman kişilerinden çok daha önemlidir. Hatta İstanbul’un kendisi yaşar ama roman kişileri bunu bile beceremezler. Bilgi yüklü bir hesaplaşmayla masal anlatıcılığını seven yazarken hep batıyı düşünerek yazan, evrensel konulara değindiğinde örneğin ölüm, evlilik, aşk vs. bunları yazarken zorlanan, hep aristokrat ve zenginleri yazan, yaşamsal deneyimlerden çok bilgi ve teoriye dayanan çok yönlü romanlar yazan bir yazar.
 
Romanları üzerine mini minyatürler…

Cevdet Bey ve Oğullarını 19. yüzyıl klasik roman anlayışına bağlı kalarak yazmış, romanın birçok yerinde modern edebiyata da başvurmuştur. Romanını Thomas Mann’ın o dev eseri Budenbrook ailesinin ışığında yazar. Üç kuşak bir ailenin anlatıldığı romanda batılılaşan bir Türkiye’nin değişen toplumu ve değişen bireyleri anlatılır. Batılılaşmanın etkisiyle değişen alışkanlıklar, değişen eşyalar, değişen gelenekler, yeni yapılan apartmanlar, radyo dinletileri, pazar gezileri, değişen bir ülkenin yüzü ondaki estetiğidir. Daha henüz bu romanında doğu-batı sorununa farklı yani felsefi, tarihsel yaklaşmamıştır henüz iç içe geçmiş bir kültür çatışmasının izleri, işaretleri, sembolleri, simgeleri yoktur. Bunu ilk defa Beyaz Kale romanında yapacaktır.

Modernist bir roman olan Sessiz Ev yazarın odaklandığı doğu-batı sorunsalının nasıl bir seyir izleyeceğinin de ilk ipuçlarını gösterir. Deneysel(avangart) roman yazacağının da ilk belirtileri bu romanda görülür. Beş ayrı anlatıcının bakış açısıyla yazılan roman Cevdet Bey ve Oğullar’ından farklı monologlarla, psikolojik tasvirlerle, bilinç akımı gibi anlatım teknikleri ile yazılır. Babaannenin bu sessiz evi bir nevi doğuyu temsil eder, bitip tükenmeyen bir ansiklopedi yazan dedenin doğu ile batı arasındaki uçurumu kapatma gayreti ise bir nevi batılılaşma gayretinin göstergesidir. Biri tarihçi, biri devrimci ve biri de zengin olmak isteyen bu üç torunun istekleri ise bu sorunsalın etrafında 1980 Türkiye’sinin sancılı ve zor dönemine rastlar.

Pamuk bu ilk iki romanında erken batılılaşma edebiyatının izini sürer. Fakat buna artık böyle yaklaşmayacağını Beyaz Kale romanında gösterir.

İçinde sembolik anlatımlar barındıran postmodern tarihsel bir novel (kısa roman) olan Beyaz Kale köle – efendi, Osmanlı-batı, ikizler, benlik gibi konuları işlerken doğu mistisizmini postmodern anlatımla harmanlamıştır. Türk edebiyatının ilk defa postmodernizme geçişi de bu eserle gerçekleşir. Doğu-batı sorunsalının kavramsal olarak anlatımında Yusuf Atılgan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay üslup konusunda ve ilk postmodernist izlerini taşımaları bakımında Orhan Pamuk’a en yakın olan yazarlardır veya tersi. Pamuk’un tarihsel romana bakışı bir dönemin tarihini anlatma açısından değil romanı zengin tutmak daha renkli ve canlı tutmak amacıyla tarihi bir araç olarak kullanması açısından farklıdır. Beyaz Kale doğu batı sorunsalına çok farklı yaklaşmak açısından postkolonyal bir masal denemesidir.

Katı bir deneyselliğin ürünü olan Kara Kitap ilk tipik bir Orhan Pamuk romanıdır. Çok katı ve radikal bir dönemeçtir bu Türk romanında.  Þeyh Galip’ten esinlenme Galip, tasavvuftan esinlenme kayıp Rüya’sını ararken, Mevlana Celalettin’den esinlenme arkadaşı Celal’in köşe yazıları bu arayışta doğu batı sorunsalının genişletilmesi için bir araç olarak kullanılır, ayrı ayrı pencere açmasına yardımcı olur. Bu arayışların sonunda Galip roman sonunda Celal’e dönüşür, kimliğini kaybeder. Bir arayış, kendini bulma romanıdır da aynı zamanda. Paulo Coelho’nun Simyacı’sı, Antonio Tabucchi’nin Hind Gece Müziği, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ında olduğu gibi ararken kendini bulmak teması, tasavvufta da sıkça işlenmiş bir konudur. 1001 gece masalları, Mesnevi, Tasavvuf felsefesi, divan edebiyatı, Þeyh Galib, İbn Arabi, Gazali, Yunus Emre, Evliya Çelebi, Rumi, Nizami, gibi doğu anlatımları ile batı anlatımlarının bir birine karıştırıldığı, metinlerarası göndermelerle dolu, çok bulanık, net olmayan kara bir kitaptır Kara Kitap.

Toplumcu gerçekçi roman anlayışının reddidir Kara Kitap. Hilmi Yavuz, Tahsin Yücel, Fethi Naci gibi eleştirmenlerin bu kitabı yerden yere vurmaları çok mistik, kaba oryantalist, anlaşılmaz bulmaları belki yıllardır tartışmasız kabul edilen toplumcu gerçekçiliğin yazar tarafından bu kadar yadsınmasıydı. İlk üç romanını anlayan ondan sonra gelen romanlarını hangi kategoriye koyacaklarını bile şaşıran bazı eleştirmenler ve kitap sevicileri onu anlaşılmayan ve okunmayan bir yazar olarakta ünlendirdiler.

Yeni Hayat metinlerarası göndermelerle kurulmuş bir anlatıdır aynı zamanda Batlılaşma çabalarının olumsuz etkilerinin bir eleştirisidir de. Parçalanmış bir gerçeklik vardır bu romanında da. Bir gün bir kitap okuyan ve hayatı değişen anlatıcının kitabın ışığında ilerler izini sürer, bir labirent romanı olan yeni hayat türlü oyunlarla süslenmiş, nesnellikle yazılmış, okuyucuyu imtihana koyar gibi sürekli söz ettiği esrarı ve gizi bulmasını ister. Bir oyundur roman, kişileri ise oyuncak. İnsanın oyuncaklaştırıldığı (nesnelleştirildiği) pek de gerçek kokmayan (O. Pamuk’un zaten gerçeklik kaygısı da yoktur) anlatımlarında kavramlara, nesnelere eşyalara bakan, bakarken de hüzünlenen anlamsızlık içinde anlam arayan kişiler buluruz. Orhan Pamuk önce anlamsız bir dünyayı betimler sonrada bu anlamsızlık içinde yarattığı nesnel kahramanlarını bir anlam aramaya koşturur. Burada Varoluşcu felsefenin Pamuk tarafından nasıl anlaşıldığını da gösterir.

Benim Adım Kırmızı doğu- batı sorunsalını en açık bir biçimde sürrealist bir roman anlayışıyla ele alır. Sürrealisttir çünkü her şey ama her şey konuşur romanında. Bu özelliği ile ne kadar esinlenerek yazıldığı söylense de Umberto Eco’nun Gülün Adı romanından ayrılır.  İlk batılılaşmacılar romantik ve taklitçiydiler. Þekilci batılılaşma Osmanlı geçmişinin reddine dayanıyordu, Ziya Gökalp’le beraber milliyetçi bir batılılaşma hareketi başlasa da bu şekilci batılılaşmadan kurtulunamamıştı. O.Pamuk Osmanlı geçmişini rededmekten uzaklaşıp bu tarihin kültürünü romanlarında kullandı (bu yüzden onu Neo-Osmancılık yapmakla da suçladılar). Orhan Pamuk Sessiz Ev’de denediği perspektif anlatımını Benim Adım Kırmızı romanında geliştirirken aynı zamanda hem Kara Kitap hem de Yeni Hayat’ ta olduğu gibi bu kitabında da yazı sanatı, yazının kendisi üzerine de konuşur. Bilgi yüklü olan romanları beraberinde kullandığı üslubun tekniğin akıcılığına da yardım eder. Tarihsel romanlar yazmak bir zorunluluktu sanırım Pamuk için. Doğu batı sorunsalı ancak tarihsel romanlar aracılığı ile daha canlı ve renkli yazılabilirdi. Nakışlara gizlenmiş bir cinayetin yavaş yavaş çözülmesinin masalıdır bu roman. İçerikten çok üsluba önem veren biçimciliğe ve bilenemezciliğe giden bir yol izledi bundan önceki romanlarında da. Benim Adım Kırmızı’yı geç ama çok geç yazılmış bir Türk polisiye romanı olarak da algılamak gerekir.
Türkiye’nin temel sorunlarının yüzeysel (kavramsal)tartışıldığı mekân olarak Kars’ın seçildiği şiirsel bir siyasi tartışma romanı olan Kar, Kafka’nın Josef K.’sından esinlenerek ismini ondan alan kahramanı Ka’nın yaşadıkları anlatılır. Bu romanında diğer romanlarından farklı doğu batı sorunsalını salt politik söylemler açısından ele alır. Roman kahramanı Ka. batının gözüyle doğuya bakar.

Çağdaşlaşma yolunda bir halkın kaybettiklerini de görür kazandıklarını da ben kimim sorusu(beyaz kale, kara kitap) Kar’da biz kimiz olmuştur.

Pamuk’un ezeli bir teması olan doğu batı sorunsalı evrensel olduğu için daha çok yıllar gündemde kalacaktır.

Peki, Orhan Pamuk doğu-batı sorunsalını anlatmakta alnının akıyla çıkıyor mu, onu da Nobel’i almakla kanıtlamıştır sanırım.

BÜLENT ÇETİNER
 
Yazını kaynağı: http://www.kelebekegitim.com/orhan-pamukun-romanlarinda-dogu-bati-sorunsali/
 
adminadmin