Türkiye
Giriş Tarihi : 22-08-2013 09:41   Güncelleme : 22-08-2013 09:41

ÜMMET DEMOKRASİ GAZINDAN KURTULMALI !..

Hüseyin Gülerce'nin en son yazısında belirttiği gibi, batı "demokrasi"yi bir hegomanya vasıtası olarak kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Bu olgu, Tanzimat'tan beri batının uyguladığı bir yöntem.

ÜMMET DEMOKRASİ GAZINDAN KURTULMALI !..
Salih Mirzabeyoğlu'nun "Başyücelik Devleti" adlı eserinde "demokrasi adına dayatma" başlığı ile müstakilen dikkat çektiği bir husus bu. Merak edenlere kitabı şiddetle tavsiye ederim.
 
Hüseyin Gülerce'nin Irak Savaşını da konu edinerek bu konuya değinmesi sevindirici bir gelişme. Büyük Doğu-İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu'nun zikrettiğim bu kitabını okuması, o dönemde bazı müslümanların Irak Savaş'ına karşı aldığı tavra mukabil "the cemaat"in aldığı zıt tavrı anlaması bakımından da ayrıca çok yerinde olacaktır.
 
Hayat çok şaşırtıcı ve ironik gelişmelere vesile olabiliyor. Kimseye karşı sabit ve şabloncu bakmamakta fayda var galiba.

Rahmetli Abdulhamid'in karşısına meşrutiyet adına dikilen ve "istibdat" serzenişiyle İttihat ve Terakki gazlamasına gelen bir kısım müslümanlara bugünden bakınca çıkartılması gereken dersler olmalı. Sayın Erdoğan hakkında "Sultan" yakıştırması yapan mahfillerle, Abdulhamid'e "Kızıl Sultan" diyen mahfillerin politik çizgi bağı ile dede-torun olması tesadüf müdür?..

Bunun yanında bir de şu var!..
 
Üstâd Necip Fazıl Kısakürek'in söz konusu olan Abdulhamid olduğunda "demokrasi adına yapılan dayatma"ya karşı takındığı menfii tavra mukabil, söz konusu olan CHP şekavet ocağı olduğunda "demokratik açılımı" bir manivela olarak görmesi dikkat çekici. Bu tutum farkını neyle izah edebiliriz?
 
Ben demokrasiyi ideolojileri çözen bir ideoloji olarak görüyorum. Hak veya batıl bir esasa dayanan ve bu esası doğrulamak üzere inşaa edilmiş bir güdümlü siyaseti olan bütün ideolojileri çözen bir çözelti.
 
Bu gözle bakınca Batı'nın dün İttihat ve Terakki ile Abdulhamid'in şahsında dağıttığı Osmanlı'ya mukabil, bugün Ak Parti ve müslümanlar eliyle dağıttığı Kemalist ve Ulusalcı Türkiye, batı açısından "demokarasi"yi içselleştirmek hedefi bakımından tutarlıdır.
 
Dün İT-CHP geleneği bu rüzgarı ve gayeyi kendi iç hegomanyalarını tahkim etmek için milleti dönüştürmek yolunda kullandılar. Çünkü o gün var olan İslam anlayışı "demokrasi" ile pek uyumsuzdu. Sonuçta sıkı bir dönüştürme dönemi olan ilk 30 yılın sonunda, yani çok partili hayata geçilmesi sonrasında "demokrat" olmak dayatması ile hadım edilmiş bir müslümanlığa kapılar açılmaya başlandı. Bundan İT-CHP geleneğinin memnuniyetsizliği açık olmasına rağmen dış vesayetin emredici tavrı karşısında boyun büktüler.
 
1950 sonrası "demokrat" partilerin balonunu şişirmesine izin verilen müslümanlar, bu partilerin haddi aştığı her durumda yine batı tarafından da desteklenen askerî darbelerle makûl (!) sınıra çekildiler. Mısır'da yaşanan darbe yabancı olduğumuz bir durum değil kısaca.
 
Aslında bu bir yönü ile hem İT-CHP cenahının, hem de müslümanların "demokrasi" yolunda bir REHABİLİTASYONU süreci idi.
 
Demokrasi ZOKASI dediğim de budur!.
 
Bugün her ne olursanız olun fakat "demokratik zihniyet"in terbiyesini kabul etmiş şekilleriyle kemalist olun, müslüman olun, sosyalist olun, Türkçü olun, Kürtçü olun. Ama yeter ki bunların demokrat cinsinden olun durumu var. Yani -mış sınırında kalın. Batı açısından bu temel gayeyi yerli yerinde muhafaza ettikten sonra kimin iktidar olacağı bir "ehliyet ve uygunluk" (!) ölçüsüne bağlı bir tercih konusudur.
 
Üstâd Necip Fazıl Kısakürek'in ve Salih Mirzabeyoğlu'nun İslam esası üzerine kurulu "Başyücelik İdare Mefkuresi" dışında bu ZOKAYI ideolojik açıdan bilerek veya bilmeyerek yutmayan yok!..
 
Henüz tek başına tayin edici bir GÜÇ olunamadığı yerde bu ZOKA'dan kurtulmak girişimi daha fena bir boyunduruk sonucunu doğurabilir. Bu bir gerçek, hayal görmemek gerekir. Fakat diğer yandan ZOKA'nın ne olduğunun farkında olmak da lazım.
 
Sayın Başbakan ve yakın çevresi hedef kılınmalarının sebebini faiz lobisi ve menfaat çelişmesi olarak sunuyorlar ama ben esas meselenin son iki yılda iyice kendisini belli eden ve Sayın Başbakan'ın şahsiyetini şekillendiren iman duygusu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu duygu batının temel gayesini rayından çıkarabilecek sonuçlar doğurabilir. Batı bundan korkuyor.
 
Düşünün; Arap Baharı ile birlikte düşünüldüğünde rol model olması beklenen bir Türkiye'nin İSTENMEYEN ŞEYLER ilham edici bir politikaya kayması, sağ salim yürütülmeye çalışılan bütün bölgeye şamil bir dönüşümü tehlikeye sokabilir. Nitekim Suriye'de frene basılmasına ve en son Mısır'da darbeye sahiplenilmesine bakılırsa bu artık bir korkunun ötesinde bir iradeye dönüşmüş durumda. Sıra Türkiye'de açıkcası ve bunu görmemek için kör olmak lazım. Sayın Başbakan ve çevresinin ruh genetiği nihayetinde İslamî bir duyguya dayanıyor.
 
Doğrusunu söylemek gerekirse Ak Parti'nin böyle bir duyguya dayanmasına rağmen bu duyguya uygun bir İDEOLOJİK ÖZE sahip olmadığı çok açık. Kaldı ki kadro meselesine hiç girmiyorum. Fakat buna rağmen GÜÇ devşirdikçe hem kendisine vücud veren ruh hem de bu ruha sahip çıkan milletin ve Osmanlı bakiyesi bölgenin tazyiki Ak Parti'yi haysiyetli bir OLUŞA zorluyor. Kısaca Başbakan'ın dıştan batının, içten ise bizzat kendisinin ve çevresinin demokrasiye bulanmış zihniyetinin baskısı altında sürdürmeye çalıştığı POLİTİKA "demokrasi"yi zorluyor. Bu durumda dünün askerî darbelerine karşılık, Ak Partinin yaptığı bu zorlamaya karşı batı, iktisadî ve politik zorlamalara sarılıyor hatta askerî bir darbeye bile yeşil ışık yakabilir. Tezahürlerini görebiliyoruz. Her türlü araç kullanılacaktır. Suikast dahil!.. Telegram dahil. Eli ayağı tutmaz bir durum görülürse hemen ve peşin hastalığa yorulmasın hadise. Salih Mirzabeyoğlu'nun içinde bulunduğum ziyaret heyetine Telegramı anlatırken dikkat çektiği husus da bu olmuştu. Anlattığı gibi tezahürler göründüğünde işin bu cephesinden haberli olunsun manasında. İnandırma ve ispat kaygısı ile anlatmadığını belirtmişti. "Ben önemli değilim, ümmet önemli" sözünün bir gereği olarak şikayet değil uyarı yapıyordu.
 
Sonuçta olaya hangi yönden bakılırsa bakılsın bu, yaşanan olayların İDEOLOJİK- YAŞAM TARZINA bağlı endişelerden beslendiği gerçeğini değiştirmiyor. Mesele batı tipi -ki başka da bir tipi yoktur- demokrasi yolunda son ve nihaî devşirilme aşamasının tamamlanmasından ibarettir. Batı'nın müslümanların şahsında Doğu'yu hazmetmesi operasyonunun tamamlanması buna bağlı.
 
Özetle; ZOKA da GAZ da DEMOKRASİ! Çünkü Demokrasi, Rabbimzin "heva ve heves"ten ibaret buyurduğu nefsin başıboş eşek hürriyeti rejiminden ibaret. Batının menfaat odaklı motivasyonu adına icabında yediği bir put!.
 
Buna rağmen Batı'dan atılan demokrasi gaz bombaları o kadar problem değil açıkcası. Fakat esas tehlikeli olan bizzat içimizde demokrasi gazlamasının tesiriyle sayıklayan ve kurtuluşumuz adına "demokrasi"yi destekleyenler. Çünkü bu batı için muazzam bir imkân vaad ediyor. Hareket alanı kazandırıyor.
 
Haliyle ve Şahsiyetiyle DEMOKRASİYLE OLAMAZ diye çığlığı basan ama yerine NEYİ koyabileceğini bilmemenin zaafıyla gözü yaşaran bir Sayın Başbakan'ımız ve O'na destek veren bir milletimiz var. Bahsini ettiğim bu zıd duyguya rağmen bu böyle.
 
İşte Üstâd Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu'nun eşsiz kıymeti de bu aşamada daha bir berraklaşıyor.
 
Sayın Başbakan'ın Ak Parti ve Türkiye için bu bakımdan ifade ettiği "Demokrasi"yi zorlayan duygu yönü ile Salih Mirzabeyoğlu'nun "Demokrasi"yi temelinden söküp atan "İDEOLOJİK" yönü bu bakımdan uygun düşüyor ve batı için HEDEF oluyor. İllahî cilveye bakın!.
 
Sahiden ilginç değil mi? Hiç dikkatinizi çekmiyor mu? Biri iktidar koltuğunda, diğeri müebbet ölüm hücresinde. Başbakan Yusuf Peygamber'i örnek gösterirken, Yusuf dibinde!..
 
Zamanı gelmiş midir açıkcası bilemiyorum ama Sayın Başbakan'ın ve hasbi çevresinin artık bu gerçeğe göre gerekeni yapmalarında çok büyük faydalar görüyorum. Aksi halde batı aymazlığına ve değerlerine zıd bir ruh taşıdığı halde, millettin büyük teveccühüne rağmen alaşağı edilebilir.
 
Sayın Başbakan'ın da ifade ettiği gibi, 2002 Kasım'ında iç ve dış vesayete karşı MİLLETİN BAŞLATTIĞI ANADOLU BAHARINI hedefe ulaştırması bakımından bunu anlaşılması şart.
 
Görür mü, görmez mi? "Çevresi" görür mü, gösterir mi?
Allah biliyor ya, İnşallah görür ve gösterirler diyorum.
 
Mısır ve Suriye ibret olmalı! Mısır ve Suriye'de batı yeri geldiğinde kendi bomba, kurşun ve fiili gücüyle "demokrasi"yi bir taraftan yerken, diğer taraftan bomba, kurşun ve fiili gücüne dayanan despotlara karşı güyya savunuyor. Özetle sahte ve içi boş bir hürriyet ve hakimiyet (demokrasi ve diktatörlük) kutuplaşmasına bizi mahkûm ediyor. Bütün derdi (aman!) "heva ve heves" ölçüsüne bağlı dünyaları ayakta kalsın. Bizi bu tiyatronun dışına çekip gerçek hayatımızı ve meselelerimizi kucaklayacak tek mercii İslamiyet ölçülerine bağlı kendi senaryomuz olabilir.
 
İslamiyetin emrine girmiş, hürriyet hakkı ile hakimiyet hakkını aynı bünyede yerli yerine otturtmuş bir dünya görüşü yani..
 
Anadolu (Ümmetin çekirdeği) "Demokrasi" Gazından kurtulmalı artık!.

http://www.timeturk.com/tr/makale/abdullah-kuloglu/anadolu-ummet-demokrasi-gazindan-kurtulmali.html

Abdullah KULOĞLU - TİMETURK
adminadmin