Kültür
Giriş Tarihi : 13-09-2013 10:21   Güncelleme : 13-09-2013 10:21

VİRÜSLERDEN BİRİSİ DE İSLAMOFOBİ

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Son derece sinsi şekilde ilerleyen ırkçılık, ayrımcılık, köktencilik, aşırılık gibi sorunlar, adeta toplumlara ölümcül bir virüs gibi nüfuz etmeye çalışıyor. İşte bu virüslerden birisi de İslamofobidir" dedi.

VİRÜSLERDEN BİRİSİ DE İSLAMOFOBİ
Arınç, himayelerinde gerçekleştirilen ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ile Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünce (BYEGM) The Grand Tarabya Otel'de düzenlenen "Hukuk ve Medya Bağlamında Uluslararası İslamofobi Konferansı"nın açılışında yaptığı konuşmada, birbirinden önemli konu başlıklarının, dünyanın çeşitli bölgelerinden, alanında uzman kişiler tarafından tartışılması ve yorumlanmasının Türkiye'nin ve dünyanın entelektüel hayatına ciddi katkılar sunacağına inandığını ifade etti.
 
İletişim teknolojisindeki yeniliklerle, sınırların kağıt üstünde kaldığı bir dünyada, karşılıklı bağımlılıkla birlikte kültürlerarası diyalog ve işbirliği alanlarının her geçen gün geliştiğini belirten Arınç, "Aynı zamanda, birlikte yaşama düşüncesine karşı; nefret, dışlama, yabancı düşmanlığı, ırkçı söylem ve eylemlerde de ciddi anlamda artışlar olmaktadır. Son derece sinsi şekilde ilerleyen ırkçılık, ayrımcılık, köktencilik, aşırılık gibi sorunlar adeta toplumlara ölümcül bir virüs gibi nüfuz etmeye çalışıyor. İşte bu virüslerden birisi de İslamofobidir" diye konuştu.
 
Başbakan Yardımcısı Arınç, 11 Eylül saldırılarının yıldönümünün yaşandığını ve sadece Amerika'da değil, başta Avrupa olmak üzere çok geniş bir coğrafyada, sistemli bir şekilde nefret ideolojisinin propagandasının yapıldığını kaydetti.
 
Bu noktada İslamofobinin, İslam'ın ve dolayısıyla Müslümanların, Batı toplumları için potansiyel bir tehdit olduğu algısına dayanan bir "nefret ideolojisi" olarak yaygınlaştığına işaret eden arınç, şunları kaydetti:
 
"Konferansın hemen başında çok başarılı bir sunum gerçekleştirildi. Burada gördüklerimiz bizi etkiledi ve doğrusu korkuttu. Siyatçilerinden, medyada ve sokak gösterilerinde yapılan davranışlar ve sözler işin hangi boyuta geldiğini doğrusu açıkça gösterdi. İslamofobinin nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı tartışılsa da, geçmişten kalan bazı izler taşımakla birlikte bu kavramın kullanımı ve politik izdüşümleri son yüzyılda ortaya çıkmıştır. Modern dönemde farklı yönleriyle ortaya çıkan İslamofobi, aynı zamanda bir baskı aracıdır. 'İslam ve demokrasi yan yana gelmez' teorisinden beslenen bu baskının ana hedefi, İslam ve demokrasiyi birlikte özümseyen coğrafyaların sorun adacıklarına dönüşmesidir. İslam İşbirliği Teşkilatı'nın da paydaş olduğu bu toplantıda şunu net olarak ifade diyorum, Müslümanlar özünde demokrattır. Bir başka deyişle Müslüman bir insanın demokrat olmasını engelleyecek hiçbir dini kural yoktur. Elbette her dinin mensupları farklı siyasal tercihlerde bulunabilir. Fakat bir hüküm cümlesi olarak sadece 'demokrat Müslüman olmaz' denilirse bu çok büyük bir yanlış olur. Bunun en önemli örneği, kendi hükümetimizin, kendi partimizin tüzüğünde, muhafazakar demokrat yazan bir parti oluşumuzdur. AK Parti, dünya devletleri arasında hem medeniyetler çatışması, hem de demokrasiye karşı İslam'ın tehdit olduğu tezlerini çökerten nadide bir örnek konumundadır."
 
Arınç, nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan Türkiye'nin, çok kültürlülüğü önemseyen, farklı inanç gruplarını misafir olarak değil ev sahibi olarak gören bir anlayış içinde olduğunu ifade etti.
 
Başbakan Yardımcısı Arınç, "Demokratik adımları ülkemizin en önemli gelişimi olarak planlayan, devlet yönetiminde laik, bireysel olarak Müslüman olan bir kimlikle tüm dünyaya verdiğimiz mesaj; insan haklarına saygılı, demokrasiyi önceleyen, hukukun üstünlüğünü esas alan bir yönetim anlayışıdır" diye konuştu.
 
İslamofobi üzerinden siyasal alanda oluşturulmaya çalışılan "siyasi İslam tehdidi" yaklaşımını da tehlikeli bulduğunu belirten Arınç, demokratik seçimlerle işbaşına gelen hükümetlerin el çektirilmesinin tek yönteminin de yine demokratik seçimler olduğunu vurguladı.
 
Arınç, demokrasinin en temel özelliği olan azınlıkların iktidar olma yollarının açık olduğu rejimlerde, değişim ve dönüşümün tek yolunun yine demokratik yöntemler olduğuna işaret ederek, şöyle devam etti:
 
"Bir seçimden diğerine kadar geçen süre zarfında, azınlıkta olanların da her türlü meşru ve hukuki talebi de saygıyla karşılanmalıdır. Bu gerçeklere rağmen, ne yazık ki, 'İslam ve terörizm', 'İslam ve baskıcı rejim' kavramları yerli ve yersiz, son derece sorumsuz şekilde yan yana getiriliyor ve bu şekilde ayrımcılık körükleniyor. Toplumlara pompalanan antipatiler, derin kaygıların ortaya çıkmasına, toplumların birbirine şüpheyle bakmasına sebep oluyor. Güven yerine, korku ve şüphenin hakim olduğu bir toplumsal algı oluşuyor. Biz hiçbir semavi dinin teröre pirim vermeyeceğine inanıyoruz. Nasıl ki, Hristiyanlık, Musevilik terör ile yan yana getirilmezse yüce dinimiz İslam'a da bu iftira yakıştırılamaz. Akıl ve vicdan sahibi herkesin bu iftiraya karşı durması, bir insanlık görevidir. Dünyada hiçbir terör eylemi ve terör örgütü, o eylemi yapanların ya da o örgütün mensuplarının dini inançlarıyla değerlendirilmezken, maalesef bazı terör eylemlerinin ardından 2 milyara yakın nüfusa sahip İslam dünyası hedef gösterilmekte, rencide edilmektedir. Terör saldırıları ile insanları katleden, masum insanlara zarar veren, toplumların güvenliğini tedirgin edenler, dinleri ne olursa olsun sadece birer canidirler."
 
"Özet bir haber bombardımanı yaşamaktayız"
 
Bülent Arınç, İslam ülkelerinin de ciddi bir özeleştiride bulunması gerektiğini düşündüğünü ifade ederek, "Barışı, huzuru, sevgiyi hakim kılmak amacındaki İslam dininin temel ilkeleri ve tarihsel pratiği ortadayken, İslam ülkelerinde yaşanan olumsuz tablo, demokrasi, hak ve hukuk konusundaki ihlaller, hepimizin daha dikkatli ve sorumlu olmasını gerektiriyor" dedi.
 
Konferansta, ana başlıklardan birisinin de "medya bağlamında İslamofobi" olduğunu belirten Arınç, hükümette basınla ilgilenen bir Bakan olarak, bu başlığın seçilmesini çok önemli bulduğuna dikkati çekti.
 
Arınç, enformasyon teknolojisindeki gelişmeler sayesinde, milyonlarca insanın olaylar hakkında anında bilgi sahibi olduğunu belirterek, şunları söyledi:
 
"Akademik ve derin analizler yerine, özet bir haber bombardımanı yaşamaktayız. Toplumlar, dinler, kişiler, ülkeler hakkındaki bilgiler, anlık ve herhangi bir doğruluk testine tabi tutulmadan, muhataplarına iletilmektedir. Medyanın acil ve anlık haber alma ihtiyacına karşılık, dinler ve toplumlar arası ilişkiler, uzun ve sağlam temellere dayanmaktadır. Medyanın haber tüketimi, toplumsal ilişkilerde günlük etkiler bırakırken, medeniyet ilişkileri, uzun yıllar ve derin bir tarih ile oluşmuş dengeler üzerine kuruludur."
 
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, medya sektöründe basın ve ifade özgürlüğünün vazgeçilmez olduğunu ve toplumların gelenekleri, inançları ve hassasiyetleri ile şekillenmiş bir özgürlük ve egemenlik anlayışı olduğunu dile getirerek, "Medya ve toplumlararası ilişkilerin yöntem ve işleyiş biçimindeki bu farklar, İslamofobi konusunda olumsuz etkiler karşımıza çıkmaktadır.
Dünya gündemini ilgilendiren saldırılarda veya toplumsal olaylarda, konunun perde arkası araştırılmadan yapılan haberler, kitleler üzerinde telafisi mümkün olmayan zararlar bırakmaktadır" diye konuştu.
 
"İslamofobi, bir insan hakkı ihlalidir"
 
"İlkel", "kökten dinci", "İslamcı", "aşırı dinci", "otoriter", "militan", "kadınlara baskı yapan", "radikal", "gerici", "yenilik istemeyen" gibi ifadelerin sistemli bir şekilde İslam ve Müslümanlar için kullanıldığına işaret eden Arınç, hatta son zamanlarda, "militan İslam", "aşırı", "aşırı dinci imamlar", "radikal İslamcı din adamı", "cihadist hareketler", "İslam faşizmi" ve "Kuran faşizmi" gibi terimlerle karşılaşıldığını dile getirdi.
 
Bülent Arınç, Nazizmin bile İslam ile karşılaştırıldığını anlatarak, şunları kaydetti:
 
"Üzülerek belirtmek istiyorum ki, her fırsatta, insan hakları, özgürlükler, bireysel haklar, kültürel çeşitlilik gibi evrensel değerlerin savunucusu olduğunu dile getiren Batı medyasının İslam ve Müslümanlara yönelik kullandığı dil, son derece sorunludur. Bu konuda, sevgili Peygamberimize hakaret içeren film sırasında yaşanılanlar, olumsuz bir örnek olarak ayrıca irdelenmelidir. Bu kötü örnekten sonra, uluslararası medya sektöründe 'tahrik ve ifade özgürlüğü' arasındaki belirsizliğin netleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Hangi noktadan bakarsak bakalım İslamofobi, bir insan hakkı ihlalidir ve Müslümanların insanlık onuruna yapılan bir saldırıdır. Bu hak ihlalini besleyici ve tetikleyici iletişim stratejilerinin dünya barışına hiçbir katkısı olmayacaktır. Medyanın toplumları bilgilendirmek ve farkındalık oluşturmak gibi önemli bir görevi varken, İslamofobi gibi bir nefret ideolojisinin parçası olması güvenilirliği ve objektifliği zedelemektedir."
 
Arınç, medyanın dünyada yaşanan tüm olumsuzluklara karşı birleştirici, yakınlaştırıcı ve bütünleştirici, pozitif bir rol oynaması gerektiğini ifade etti.
 
Bu rolün ilk adımının, İslamofobiyi Müslümanlara ve İslam'a karşı temelsiz korku, güvensizlik ve düşmanlıktan kaynaklanan ırkçılık ve yabancı düşmanlığının güncel bir biçimi olmaktan çıkarmak adına yapılacak çalışmalar olabileceğini belirten Arınç, "İslam alemi, Müslümanlarla ilgili önyargılı algılamaları gidermek için çaba göstermelidir. Aynı şekilde Batı dünyası da başta Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği olmak üzere kendi topraklarında hızlıca ve sinsice ilerleyen İslamofobi karşısında ciddi tedbirler almalı ve tehlikeli tırmanışı engellemelidir" diye konuştu.
 
Başbakan Yardımcısı Arınç, bu bağlamda, dinlerin ve mensuplarının tahkir edilmesi hususunda da adaletin sağlanması ve vicdanların teskin edilmesi adına gerekli uluslararası yasal çerçevenin biran önce hazırlanmasının önem taşıdığını vurgulayarak, şöyle devam etti:
 
"Türk Hükümeti bu konuda üzerine düşeni yapmaya hazırdır. Türkiye, dinlerin, inançların ve kültürlerin uzlaşabileceğine inanmaktadır. İşte bu nedenle İslam karşıtlığına teorik bir çerçeve kazandırmaya çalışan medeniyetler çatışması tezine karşı çıkmakta ve bugün Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında gelişen Medeniyetler İttifakı girişiminin eş başkanlığını sürdürmektedir. Bu vesileyle, İslamofobi konusunun uluslararası kamuoyunun gündeminde yer alması ve bu konuda ortak mücadele edilmesi hususunda İslam İşbirliği Teşkilatının ve sayın Genel Sekreterin çabalarını takdirle izlediğimizi belirtmek isterim."
 
Demokratikleşme paketi
 
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkiye için önemli bir gelişmeyi de paylaşmak istediğini ifade ederek, bir demokratikleşme paketinin hazırlandığını ve bunun yakın zamanda Meclis'in açılmasıyla birlikte yasalaşma sürecine gireceğine hatırlattı.
 
Bu paketin içerisinde önemli bir hususun yer aldığını işaret eden Arınç, şunları kaydetti:
 
"Konu ve yeri denk geldiği için bunu ifade ediyorum. Yoksa bütün itibariyle bu açıklamalar Sayın Başbakanımız tarafından önümüzdeki günlerde yapılacaktır. Bizim Anayasamızın 10. maddesinde herkesin din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerde ayrım gözetilmeksizin, kanun önünde eşit olacağı ifade edilmiştir. Keza ülkemizin taraf olduğu, başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere insan haklarına ilişkin pek çok uluslararası sözleşmede de hiç kimseye ırkı, rengi, cinsiyeti, dili, dini ve siyasi düşüncesi gibi nedenlerle ayrımcılık yapılamayacağı ve bu yasağın taraf devletlerce güvence altına alınması gerektiği belirtilmiştir. Bu kapsamda bir kişiye veya gruba karşı din, mezhep, dil, ırk, millet, renk, cinsiyet, engellilik, felsefi inanç veya siyasal düşünce gibi önyargı doğurabilecek nedenlerden dolayı, düşmanlığa dayalı bir şekilde işlenen ve genellikle şiddet içeren suçlara 'nefret' veya 'önyargı suçları' denilmektedir.
 
Avrupa Birliği 2012 İlerleme Raporu'nda bu konuda şu eleştiri getirilmiştir; 'Türkiye, Avrupa konseyi tavsiyesine uygun olarak, nefret söylemi ve nefret suçlarına ilişkin mevzuatın düzenlenmesi yönünden ilerleme kaydetmek zorundadır'. Aynı zamanda geçtiğimiz aylarda Akil İnsanlar olarak Türkiye'nin bütün bölgelerini dolaşan, halkla birebir temas eden kişilerin biraraya gelerek hazırladığı raporlarda da şu ifade yer almaktadır: 'Nefret söylemiyle mücadele amacıyla, nefret suçlarına ilişkin bir yasal düzenleme gerçekleştirilmelidir. Bu kanun yapılıncaya kadar da nefret suçlarının önlenmesi amacıyla Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddelerinde düzenlenen suç tiplerine suçun nitelikli hali olarak nefret saiki kastı da eklenmelidir."
 
"Bu suçlar mağdurun özelliklerine duyulan önyargıdan dolayı işleniyor"
 
Arınç, esasen bu suçların belirli bir suç tipinden ziyade, mağdurun sahip olduğu bazı özelliklere duyulan önyargıdan dolayı işlendiğini dile getirerek, şöyle devam etti:
 
"Akil İnsan raporları dikkate alınarak ve Avrupa Birliği İlerleme Raporu'nda da öngörülen bazı hususlar dikkate alınarak, Türk Ceza Kanunu'nun bazı maddelerinde, özellikle 82. maddede kasten öldürme, 86. maddede kasten yaralama, 94. maddede işkence, 106. maddede tehdit, 109. maddede kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak, 115. maddede inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasının engellenmesi, 122. maddede ayrımcılık, 125. maddede hakaret, 149. maddede nitelikli yağma, 152. maddede mala zarar vermek gibi suçlara bir fıkra olarak da şunu ilan etmek istiyoruz: 'Eğer bu suçlar kişinin dili, ırkı, milleti, rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini veya mezhebi nedeniyle işlenmiş olursa, suçun karşılığı ceza artırılacak."
 
Bu çalışma üzerindeki hazırlıkların sona ermiş gibi olduğunu, henüz tam netleşmediğini ifade eden Bülent Arınç, özellikle insanların inanç, düşünce ve felsefi kanaatlerine karşı işlenmiş suçların, nefret saikiyle işlenmiş suçlar kapsamına alınacağını ve cezaların da artırılacağını kaydetti.
 
Arınç, konferansın başarılı sonuçlar vermesini dilediğini belirterek sözlerine son verdi.
 
Arınç, konuşmasının ardından konferans düzenleyicileri ve katılımcılarıyla aile fotoğrafı çektirdi. Ardından, "Karikatürlerle Avrupa Medyasında İslam ve İslamofobi" konulu karikatür sergisini gezdi.
adminadmin