Yazmadan önce…
Yazıyı yazdıktan sonrasına dair hemen herkesin karşı karşıya kaldığı bir takım tutumların olduğu yok sayılamayacak kadar ciddi bir yekûn olarak hem bugün hem de dün genişçe bir yer tutmuş edebiyat dünyasında.
Yazarın yazmadan önceki hâline dair elimizde olan metinlerin tamamı da yazıya döküldükten sonra elde ettiğimiz metinler olduğu için yazar, yazmadan öncesine dair ne kadar tutarlı bir bilgiyi bize aktarmış oluyor bundan emin olmamız da ölçeğimiz bu olduğu denli çok da mümkün durmuyor.
Gelin görün ki edebiyat, insanın kendisine yük olduğunu fark ettiğinde eline kalemi almasıyla başlar. Yazmadan önce yük olan, yazdıktan sonra edebiyat olur. Belirli akımların etrafında kümelenerek sanatsal ve edebî faaliyetlerini yürüten insanların yaptıkları, birlikte yaşadıkları zaman dilimindeki kabaca toplumsal ve politik; eğilimlere veya kabullere dair tez veya anti tez olarak kolektif bir biçimde kendi düşüncelerini ifade etmelerinin ötesinde bir şey değil. Niçin bu topluluklar kendilerini bir manifestoyla duyurmayı tercih ederler dersiniz? Manifesto kelimesinin denizcilik terimi olarak kullanıldığındaki anlamı; yük gemisinde taşınan malların geminin kaptanı tarafından bu yüklerin (malların) boşaltılacak olduğu limanın yönetimine vereceği bildirgedir. Burada yolumuz yine yüke düşer. Yazmadan önce yük olan, yazdıktan sonra edebiyat olur demiştik ya. Bu sanatçılar yaşadıkları çağın kendilerine yüklediklerine dair fikirlerini dile getirmeye başladıkları anda ortaya çıkan şey toplumun karşısına çıkıp yüklerini boşaltmaktan başka bir şey değildir.
İşte bu yönüyle de yazmak, boşaltılan yükü kimin kaldıracağının bütün insanlara sorulmuş sorusudur.