Yazmamanın huzursuzluğu diye bir şey vardır.
Yazı çoğu kez sizden izin almaksızın da çıkagelir. “Söylenilmesi gerekenim ben.” diye sizi aracı olmaya icbar eden sözler vardır ve siz ne kadar kulak tıkamaya çalışırsanız çalışın nâfiledir.
Sait Faik Abasıyanık, Haritada Bir Nokta hikâyesinde tam olarak bu durumu anlatmıyor muydu?
“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum.
Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.”
Her ne kadar Abasıyanık’ta hırsın tetiklediği ve yazmadığı takdirde akli melekelerini yitireceğini düşündüğü bir şeye tekabül ediyor olsa da yazı, kendisini yazdıracaksa şâyet, çeşitli duygu durumlarına bürünür. Hırstan, öfkeden, mutluluktan, hüzünden, hasetten, kıskançlıktan bin bir kılıkla çıkagelir ve si¬zin açmamak için direttiğiniz kapıyı açılana kadar çalmaktan yüksünmez.
Bütün bunları yazarken kastettiğim yazarın tamamen iradesinin yok sayıldığı ve edilgen bir derekeye düşürüldüğü değil. Yazar, besleyip büyüttüğü bütün bu duyguları günün birinde denk geldiği bir olay karşısında yansıtmaya mecbur kalır. Bu, onun iradesinin yok sayılması değil, iradesini oluşturan duygu durumlarının o ana değin bilkuvve bulunduğu yerden ayrılıp bilfiil olma hâline geçmesiyle ilgilidir.
Bir anlamda yazar, artık yazmaya mecbur kaldığı noktaya kadar taşıdığı o duyguyu yalnız o noktada yazmak için içinde taşımaktadır.