Güncel
Giriş Tarihi : 13-03-2017 12:52   Güncelleme : 13-03-2017 12:52

Fethullah Gülen’in Buhranlar Anaforunda İnsan isimli kitabı Bakın kimden çalıntı çıktı!

Tarihçi Yazar Murat Bardakçı Hürriyet Gazetesindeki köşesinde Fethullah Gülen ile Şemsettin Günaltay’ın kitaplarını karşılaştıran bir yazı yazdı.

Fethullah Gülen’in Buhranlar Anaforunda İnsan isimli kitabı Bakın kimden çalıntı çıktı!

Bardakçı o yazıda şöyle diyor;

Hafta içerisinde, Fethullah Gülen’in bundan dört ay önce yayınlanmış olan ‘Buhranlar Anaforunda İnsan’ isimli kitabını okuduğum sırada ‘Ben burada yazılı olanları biryerlerden hatırlıyorum’ diye düşündüm ve buldum:

Fethullah Gülen’in makalelerden oluşan kitabının ilk kısmı, İsmet Paşa’nın ve tek partili dönemin son başbakanı olan ve tarih, iláhiyat ve ahlák konularında çok sayıda eser veren Şemsettin Günaltay’ın 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türk toplumunun düşünce yapısını derinden etkileyen ‘Zulmetten Nura’ isimli son derece meşhur kitabı ile neredeyse kelime kelime aynıydı ama Günaltay’ın adı, Gülen’in kitabında bir defa olsun geçmiyordu. Şimdi hiçbir yoruma girmiyor ve Başbakan Şemsettin Günaltay’ın ilk baskısı 1915’te yapılmış olan eserinin 1925’teki üçüncü baskısıyla, Fethullah Gülen’in kitabından birbirinin neredeyse aynı olan bazı cümleleri aynen naklediyorum...

SÖZÜ hiç uzatmadan, kısaca ve apaçık söyleyeyim:

Hafta içerisinde Fethullah Gülen’in son kitaplarından birini, ‘Buhranlar Anaforunda İnsan’ı okumaya başladım ama daha ilk sahifeden itibaren ‘Ben bu cümleleri bir yerden hatırlıyorum’ dedim, düşündüm ve buldum: Fethullah Gülen’in makalelerden oluşan kitabının ilk kısmı, 1949’un 15 Ocak’ı ile 1950’nin 22 Mayıs’ı arasında başbakanlık yapan, İsmet Paşa’nın ve tek partili dönemin son başbakanı olan ve tarih, iláhiyat ve ahlák konularında çok sayıda eser veren bir zamanların çok önemli bir bilimadamının, Şemsettin Günaltay’ın 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türk toplumunun düşünce yapısını derinden etkileyen ‘Zulmetten Nura’ isimli gayet meşhur kitabı ile neredeyse kelime kelime aynıydı.

Fethullah Gülen, Şemsettin Günaltay’ın ilk baskısı 1915’te yapılan ve hálá da sık sık basılan kitabının ‘Tanzimatçılık Devri ve Netáyici (sonuçları)’ başlıklı bölümünü günümüzün Türkçesi’ne uyarlamış, makalenin adını değiştirerek ‘Aydınlık Kapıya Doğru’ yapmış ve eseri bizzat yazmış gibi, kendi ismiyle yayınlamıştı. Ama yayın sırasında başka bazı değişiklikler de olmuş, meselá Günaltay’ın makalesinde geçen ‘Türk’ sözü, Gülen’de her nedense ‘mü’min’ halini alıvermişti.

Şemsettin Günaltay’ın bundan 89, Fethullah Gülen’in de sadece dört ay önce yayınlanan kitaplarından birbirleriyle neredeyse aynı olan bazı cümleler, yandaki sütunda yanyana yeralıyor. Günaltay’dan aynen yapılan aktarmalar sadece bunlardan ibaret değil, daha pek çok ve işin daha da garip tarafı, bütün bunlar olup biterken, Şemsettin Günaltay’ın adının Gülen’in kitabında bir defa olsun geçmemesi.

Daha hemen giriş yazısı bir başkasına ait olan ‘Buhranlar Anaforunda İnsan’ isimli kitaptaki diğer makalelerin menşei konusunda doğan şüpheleri gidermek de, artık işin meraklılarına düşüyor.

Avrupa’da fizik okudu, tarih profesörü ve başbakan oldu

TEK parti iktidarının son başbakanı olan Şemsettin Günaltay, 1883 yılında Erzincan’ın Kemaliye İlçesi’nde doğdu. Yüksek Muallim Mektebi’nin fen şubesini bitirdi, bu arada Arapça ve Farsça ile dini ilimleri öğrendi ve İsviçre’ye giderek Lozan Üniversitesi’nde fizik okudu.

Türkiye’ye dönüşünde çeşitli okullarda öğretmenlik ve müdürlük yaparken felsefe ve sosyal konularda makaleler yayınladı, tarihçiliğe ağırlık verdi ve 1914’te İstanbul Üniversitesi’nin tarih profesörlüğüne tayin edildi. 1915’te İttihad ve Terakki Partisi’nden Bilecik milletvekili oldu, bu arada hem edebiyat, hem de iláhiyat fakültelerinde dersler verdi. Milli Mücadele’nin başlamasıyla Anadolu’ya geçip Ankara Meclisi’ne katıldı. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin İstanbul şubesinde çalıştı, Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunda yeraldı, kurumun 20 yıl süreyle başkanlığını yaptı ve bu arada Atatürk’ün talimatıyla CHP’nin İstanbul örgütünü oluşturdu.

15 Ocak 1949’da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından başbakanlığa getirilen Şemsettin Günaltay, tek parti döneminin son başbakanı oldu ve görevini 1950’nin 22 Mayıs günü Adnan Menderes’e devretti. 27 Mayıs ihtilálinden sonra Temsilciler Meclisi üyeliğine atandı ve 1961’de İstanbul’dan senatör seçildi. Günaltay, 19 Ekim 1961 günü İstanbul’da prostat kanserinden vefat etti.

Fiziğin yanısıra tarih, ahlák ve din konularında çok sayıda yayın yapan Şemsettin Günaltay, döneminin etkili yazarlarındandı. En önemli eserleri kabul edilen ‘Zulmetten Nura’, ‘Huráfattan Hakikate’, ‘Maziden Átiye’ isimli kitaplarında Türkiye’nin o günlerde içerisinde bulunduğu sıkıntıların çaresinin milliyetçiliğin güçlenmesinden geçtiğini söylüyor, İslamiyet’in ilk dönemlerindeki saf haline dönülmesini istiyor, milli ve çağdaş ilimlerle güçlendirilmiş bir eğitimi savunuyordu.

İŞTE, Başbakan

Günaltay’ın Gülen’i ‘etkileyen’ cümleleri!

... Münevver züppeler, şimdiye kadar İstanbul sultanlarının sağmalı olan Anadolu’ya gidip gezmeyi hiç düşünmemiş; köylülerle, Anadolu ibişleriyle konuşmayı, onların ruhunu anlamayı hatırlarına bile getirmemişlerdir. Konaktaki Aşçı Mehmed, Ayvaz Hasan, İspir Ali ile konuşanlar varsa, o da sırf diliyle alay, saflığıyla istihza etmek içindir. Beyefendinin Frenk ruhunu tedkikten, Paris’in ezvák-ı durá-durunu (uzakta kalan zevklerini) özlemekten, Fransız Edebiyatı’nın ince noktalarını araştırmaktan kendi vatanını düşünmeye, Anadolu’sunu gezmeye, Anadolu’nun hastalıklarını, marazlarını deşmeye vakti yok ki! Hem bu kaba Türklerle uğraşılır mıymış?.. Şimdiye kadar aldığı terbiye, sevimli ve şık madmazellerin, muhterem ‘saint’lerin, insaniyetperver misyonerlerin öğrettiği prensipler, onda öyle bir zihniyet hásıl etmiştir ki, kendisine hitaben ‘Türk’ diyecek olursanız, bunu en büyük hakaretlerden addeder ve pür-feveran ateş kesilir (Günaltay, sah: 157).

... Bir kesim, kendisinin sağmal’ı saydığı Anadolu’yu hep horlamış; bir kerre olsun gidip orada dolaşmayı, kendi insanı ile görüşüp konuşmayı hiç mi hiç düşünmemiş; onların dünyalarına yükselip onlarla hemhál olmayı, ruhlarını keşfedip anlamayı asla hatırına getirmemiştir. Ara sıra bir kahveci Ali, aşçı Hasan, berber Süleyman’la görüşenler olmuş ise de bu onların diliyle alay, safvetleriyle istihza ve anlayışlarıyla eğlenmek için olmuştur. Bu kesimin insanı, frenk ruhunu tedkikten, batı yakası zevkleriyle sermest olmakdan, Fransız ve İngiliz edebiyatının inceliklerini araştırmakdan, kendi dünyasını düşünmeye, onun insanıyla içli-dışlı olmaya ve onun dertlerini dinlemeye kat’iyyen vakit bulamamıştır! Onun şimdiye kadar ruhuna içirilen terbiye anlayışı; sevimli ve şık matmazellerin, muhterem saintlerin, insanlık hayranı misyonerlerin! Onun demine-damarına işlercesine ruhuna aşıladıkları prensipler, onda öyle bir düşünce yapısı meydana getirmiştir ki, bugün kalkıp kendisine ‘mü’min!’ diye sesleniverseniz, bunu yüzüne savrulmuş en büyük hakaret sayacak ve sizi huzurundan kovacaktır (Gülen, sah: 1).

... Panaromanın diğer tabakasına geçiniz! Orada büsbütün başka bir manzara! Her nevi teceddüde muárız, terakkiye doğru atılacak her hatveyi tevkife sái öteki yádigárlar! Milliyetlerinden ne kadar uzaklaşmışlarsa berikiler de máziye gömülmeye o derece meftun. Evvelki, Frenk olmadığı için Türk’ü ne kadar hakir görüyorsa, beriki de ábá-i vácidádından görmediği için çatalla yemek yemeyi o kadar günah (!) addediyor (Günaltay, sah: 158).

Şemsettin Günaltay’ın eserinin ‘semere’ bahsi.

... Madalyonun diğer yüzündeki manzara da bundan farklı değildir. ...her nev’i yeniliğe muarız, terakki ve tekámül istikametinde atılan her adıma muhalif, sinesi öbür álemin heyecanlarından mahrum, düşünceleri hakikatsız ve her türlü ilmi araştırmayı günah sayan sığ bir güruh almıştır. Öncekiler, milletlerinden, milli ruhdan uzaklaşmayı yenilik ve inkılap saymakla; sonrakiler de şekli bir maziye ve onun kuru ve ruhsuz yanlarına saplanıp kalmakla milletlerine ihanet etmişlerdir. Birinciler, frenkleşmediği için kendi milletlerini dahi hor görecek kadar yabancılaşmış; berikiler ise sırf eski devirlerde bulunmadığı için bir kısım teknik gelişmeleri, yeni icad ve keşifleri, devriyle hesaplaşabilecek güçte fikir akımlarını bid’at saymış, lánetlemişlerdir (Gülen, sah: 2).

... Her millet kendi ruh ve kabiliyetiyle mütenasip teşkilát ister. Milletlerin teşkilát-ı idariyye ve ictimáiyyeleri asrî ihtiyaçlarının, ruhi temayüllerinin mevlûdu değil midir? Ve öyle olmak icap etmez mi? (Günaltay, sah: 158).

... Oysa ki, her millet, kendi ruh ve kabiliyetine uygun, kendi düşünce ve inancı çizgisinde müessese ve teşkilát ister. Rica ederim; milletlerin idari ve içtimai teşkilátları, maarif ve düşünce akımları, asrın ihtiyaçlarının ve milletin ruhî temayüllerinin neticesi değil midir? (Gülen, sah: 2).

... Muhtelif milletlerin tarz-ı ıslahat ve tanzimatlarını teşrih eden saháif-i tarih tedkik edilirse görülür ki bir milletin hayat-ı ictimái ve siyasiyesini tanzim, terbiyesini tekeffül, rehberliğini deruhte etmiş olanlar, kavánin-i tabiiyyeye tevfik-i hareket hususuna ne kadar gayret göstermiş, milletlerinin ruhuna, asrî ihtiyaçlarına ne kadar derinden nüfuz etmişlerse mesáilerinden o derece feyyáz semereler istihsal etmişlerdir (Günaltay, sah: 159).

...Dünden bugüne, muhtelif milletlerin ıslahat tarzları ve inkılábları araştırıldığında görülür ki; bir milletin ictimái ve siyasi durumunu tanzim, terbiye ve yükselmesini deruhte ve rehberliğini yüklenenler; hareketlerini fıtrat kanunlarına uydurma hususunda ne kadar titizlik göstermiş; milletlerin ruhuna ne kadar vákıf olabilmiş ve çağın getirdiği ihtiyaçlara ne kadar nüfuz edebilmişlerse, çalışmalarında o derece semereli olmuş ve milletlerine de o nisbette ölümsüzlük váadedebilmişlerdir (Gülen, sah: 3).

ORD. PROF. ŞEMSEDDİN  GÜNALTAY (1883 - 1961)

1883 yılında Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde doğdu. Yüksek Öğretmen Okulu Fen Şubesinden mezun olduktan sonra Lozan Üniversitesi Tabiiyat Bölümünü bitirdi. Özel olarak Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi.

Kıbrıs İdadisi’nde öğretmenlik, Midilli İdadisi, İzmir ve Gelenbevi Liseleri müdürlüklerinde bulundu. 1915 yılında İstanbul Darülfünun Edebiyat Fakültesi Türk Tarihi ve İslâm Kavimleri Tarihi Müderrisi tayin edildi. Süleymaniye Medresesi’nde Dinler Tarihi ve İslâm Felsefesi okuttu. 1924 yılında İlahiyat Fakültesi’nin kuruluşunda bu fakültenin başına getirildi.

1915 yılında Ertuğrul Sancağı (Bursa)’ndan Bilecik Mebusu seçilerek siyasî hayata atılmıştır. Mütareke günlerinde İstanbul Darülfünûnu’nda millî davayı kuvvetle savunan ve gençlere yol gösteren hocalardan biri olmuştur. Ankara’da millî hükûmet kurulduktan sonra, İstanbul Belediye Meclisi’nde üyelik ve başkan vekilliği yaptı. Bu arada, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde görev aldı.

1923-1950 yılları arasında Sivas, 1950-1954 yılları arasında Erzincan Milletvekilliği yapan Şemsettin Günaltay, 1949’da Hasan Saka’nın istifası üzerine 18. T.C. Hükûmetini kurmuş ve Demokrat Parti iktidarına kadar da Başbakanlık görevini sürdürmüştür.

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanlığı ve Kurucu Meclis Üyeliği de yapan Günaltay, 1961 yılında İstanbul Senatörü seçildi, ancak aynı yıl vefat etti. 1941’den ölümüne kadar Türk Tarih Kurumu’nun Başkanlığını yapan Günaltay, evli ve 2 çocuk babasıdır.

Başbakanı Olduğu Hükûmetler ve Görev Zamanları

18. T.C. Hükûmeti 16.01.1949 - 22.05.1950

Büyük mütefekkir ve devlet adamı Ordinaryüs Profesör Şemseddin Günaltay 19 Ekim 1961 günü vefat etti. İstanbul Üniversitesinde senelerce öğretim üyesi sıfatıyla çalışarak binlerce talebe yetiştiren, bütün tarihçilerin ya doğrudan doğruya veya neşriyatı vasıtasıyla hocası olan bu faziletli âlimin kaybı Türklük âleminde ve hassaten üniversite çevrelerinde derin bir üzüntü ile karşılandı. Geniş ölçüdeki neşriyat ile memleket irfanına hizmet ettiğini, içtimaî ve siyasî dertlerimizle yakından alâkadar olduğunu, seksen yıllık ömrünü son nefesine kadar memleket mes'elelerine vakfettiğini bildiğimiz Şemseddin Günaltay'ı şükran ile anmak borcumuzdur.

Onun hayatı, gerek siyasi ve gerek ilmî faaliyetleri etraflı bir surette tetkik edildiği zaman, yaptığı hizmetlerin önemi ve yarım asırlık tarihimizdeki mevkii daha iyi anlaşılacak ve bu örnek hayat, gelecek nesiller için birer ders mahiyetini taşıyacaktır. Rahmetli üstadın hatırasını taziz için, Profesör M. Tayyib Gökbilgin'in (6 Kasım 1961 tarihli) Vatan gazetesinde neşrettiği Şemseddin Günaltay başlığını taşıyan yazısını aynen naklediyoruz:

"Tam kırk üç sene evvel Kasım ayının başlarında idi. Mondros mütarekesi aktedilmiş, harp kabinesi düşmüş, evvelâ İzzet, Tevfik Paşa kabineleri kurulmuş, Mebusan Meclisi eski hükümet adamlarının âlî divana sevki meselesini müzakere ediyordu. Bu maksatla kurulan hususî encümende -ki buna beşinci şube denilmişti- sorguya çekilmeleri kararlaştırılan Said Halim Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa, Cavid Bey vesaire gibi harbin sorumluluğunu yüklenmiş kimselerin sorguları sırasında, onlara sual soran, bu fecî âkıbetin hesabını isteyenler arasında genç, enerjik ve hamiyetli bir milletvekili üye dikkati çekiyordu; Ertuğrul mebusu Şemseddin Bey.

Günaltay'ın ilim ve fikir hayatı ile birlikte, hemen hemen aynı zamanda, siyasî faaliyeti de başlamıştı denilebilir. 1915 de İttihat ve Terakki partisinden bir mebus sıfatiyle Meclise girdiği vakit henüz otuz iki yaşında bir gençti, ilmî fikrî hayatının verimli çağına daha ulaşamamıştı. Gerçi ikinci meşrutiyet devrinin türkleşmek-islâmlaşmak, muasırlaşmak (batılı olmak) parolaları ile umumî efkâr önünde söz ve tartışma konusu edilen fikir cereyanlarına o da karışmış, dinî mecmualardaki neşriyatı ile bir İslâmcı olarak tanınmıştı. Ancak Batı kültürü ile temasından kazandığı tenkid ruhu ile hareket etmekte, koyu şeriatçılardan ve müteassıp dindarlardan kolaylıkla ayrılarak bu istikamette mümtaz bir yer almakta idi. Şemseddin Günaltay'ın Zulmetten nura, Hurafattan hakikata adlı eserleri bu düşünüş ve davranışını açıklamakta, İslâmiyetin terakkiye mani olmadığı gerçeğini nasıl savunduğunu ortaya koymaktadırlar.

Şemseddin Bey, dinde aydınlığı ve hurafelerden, taassuptan kurtulmuş saf ve temiz bir müslümanlığın cemiyet hayatında yerleşmesini isterken, diğer yandan da, milletin artık cihadı ekbere başlaması yâni yeni hayatta daima yükselmek, tarihin bize tayin ettiği şerefli mevkii alabilmek için, bilimsel, sosyal, ekonomik ve teknik zaferi temin edecek vasıtaları bulması lüzumunu ve zaruretini ileri sürüyordu.

Günaltay, İstiklâl Savaşından ve zaferden sonra diyordu ki:

"Yeni Türkiye'nin müstakbel yükselmesi için en büyük tehlike, milletin rehberlerine karşı beslenmesi zarurî olan samimî itimadın sarsılmamasıdır. Bir çok zararlı telkinlerin gittikçe derinleşmek üzere halk ile rehberleri arasında bir uçurum açılırsa, ihtiraslı vatansızların, fırsat düşkünü düşmanların akıl ve hayale gelmez entrikaları baş gösterecek, iç tefrikalar elde edilen bütün kazançları yok edecektir. Türk'ü hiç bir şey yıldırmaz, fakat tefrika öldürür. Türk'ün en korkunç düşmanı tefrikadır. Türk'ün tarihi, tefrikanın daima izmihlâl ile neticelenmiş olduğunu göstermektedir."

İşte bu düşünceler, Günaltay'a, Türkün tarihini tanıtmaya, millî ruhunu tahlile, millî karakterini tayin etmeğe sevk etmiş, Maziden atiye adlı kitabını bu gayeyi temine yönelmiş bir kalem tecrübesi saymıştır. Ona göre, cumhuriyetin ilânı sıralarında, bir tarihî devir kapanarak yeni bir tarihî devir başlamıştır ve bu sırada, yeni Türkiye'nin nasıl temeller üzerine kurulması lâzım geldiğini anlayabilmek için, Türk'ün millî ruh ve karakterini, yeni ihtiyaçlarını araştırmaya kat'î bir ihtiyaç vardı.

Şemseddin Günaltay, bu türkçü vasfı ile Türk tarihi üzerindeki tetkik ve tetebbularını derinleştirmekte ve genişletmekte idi. Mütareke devrinden beri İstanbul Darülfünununda tedris ettiği Türk tarihini, Türk medeniyet tarihini ilmî ve metodlu yollardan araştırmaya devam etmekte, bir kısım Batı ilim muhitlerinde son yüz yılların kin ve garaz hisleri ile beslenmiş sabit fikirlerini çürütmekte büyük bir başarı gösteriyordu. Bu maksatla, birinci Türk tarih kongresi Ankara'da toplandığı zaman, o "İslam medeniyetinde Türklerin mevkii" konusunda bir tebliğ yaptı ve bunda Türk zekâ ve irfanının İslâm medeniyetinde ne derece âmil olduğu keyfiyetini tayine çalıştı.

Atatürk'ün yeni ve yüksek bir ruh ve düşünüş ile Türk Tarih Kurumu'nu tesis ettiği ve millî tarih meselesini, bunun tahlil ve tenkidini, toplum hayatımıza hâkim olmasını istediği bir sırada, Şemseddin Günaltay, ilmî otoritesi ile bu tezi ele alıyor. İslâm medeniyetinin hakiki âmil ve müessirlerini tayin etmenin ilmî bir vazife olduğunu, aynı zamanda, bazı garplı tarihçileri de işhat ederek, "Eğer Türkler islâm camiasına girmemiş olsalardı, islâm medeniyeti vücut bulmaz, o derece inkişaf etmez, o derece geniş iklimlere dağılmazdı" diyerek doğru ve açık bir hükme varıyordu. Diyordu ki, "Türkler neticesinde görüyoruz ki Ebu Müslim ihtilâlinin iktidar mevkiine getirdiği Toharistan, Horasan, Maveraünnehir Türkleri islâm heyeti içtimaiyesi üzerinde nâfiz bir rol oynamaya başladıkları andan itibaren fen, san'at, hukuk, dinî telâkki sahalarının her birinde feyizli bir hareket başlamış, neticede İslâm medeniyeti denilen büyük medeniyet vücut bulmuştur. Emeviler devri nihayetine kadar İslâm câmiasını kaplayan fikrî durgunluğun, Türklerin hâkim bir vaziyette bu camiaya girmelerini müteakip feyizli bir harekete inkılap etmesi sebepsiz değildir. Bu hareketi yapan Türkler irfan, medeniyet, dimağî teşekkül itibariyle câmiayı teşkil eden diğer unsurların fevkinde bulunuyordu".

Şemseddin Günaltay, bu sahadaki çalışmalarına büyük bir hız ve vukufla devam etti. Bir taraftan teşriî hayatta vazife yaparken diğer yandan İstanbul Üniversitesinde ve yeniden kurulan Ankara üniversitesinde Türk tarihi hakkında dersler veriyordu.

1937 de Dolmabahçe sarayında, milletlerarası bir mahiyet arzeden, ikinci Türk Tarih Kongresi toplandığı zaman, Günaltay'ın, Türk tarihinin diğer mühim bir problemi üzerinde, "İslâm dünyasının inhitatı sebebi Selçuk İstilâsı mıdır?" konusu hakkında bir tebliğ yaptığını görüyoruz. O, bu tetkikinde IX. ve X. yüzyıllarda islâm dünyasına en parlak devrini yaşattıran ilim hareketinin "Selçuk Türklerinin Ön-Asyayı istilâ etmeleri neticesinde durmuş ve bu hal İslâm dünyasının umumî inhitatına sebep olmuştur" yolunda ileri sürülen yanlış görüşü tahlil ve tenkit etmekte, tarihî vakıaların bilâkis tamamen bunun aksini ispat ettiğini göstermekte idi. Gerçekten, Selçuk Türkleri Yakın-şarka gelmekle, bu bölgedeki anarşik devir son bulmuş, kurulan geniş İmparatorluk dahilinde emniyet ve asayiş teessüs etmiş, halkı ezen haksızlıklar zulümler ortadan kaldırılmış ve bu hal, ticaretin inkişafına yol açtığı gibi, doğu ile batı arasındaki eski ipek ticareti yolu yeniden işlemeye başlamıştı. Bütün din ve mezheplere karşı tarafsızca ve müsamahalı hareket etmek karakterinde bulunan Türkler mezhep kavgalarına da son vererek inanç ve vicdan hürriyetinin Türkistan'dan Akdeniz'e kadar uzanan geniş sahada hükümran olmasını sağlamıştı.

Şemseddin Günaltay siyasî hayatta bir çok önemli mevkiler aldığı ve millet hayatında asla unutulmayacak roller oynadığı son devirlerinde de Türk tarihi üzerindeki çalışmalarına ve çok değerli yayınlarına ara vermedi.

Yakın-doğu tarihinin bütün olayları ve meseleleri onun çalışma ve incelemeleri sayesinde büyük nisbette aydınlığa kavuşmuş, Anadolu, Suriye, Filistin, İran ve diğer Orta-doğu bölgeleri üzerindeki neşriyatı tarihçiliğimize büyük faydalar sağlamıştır. Türk tarihçiliği, Şemseddin Günaltay'ın şahsında değerli bir hocasını, müstesna bir tarihçisini kaybetmekle derin bir acı ve elem duymuştur. Ancak, yıllarca ders verdiği, feyiz dağıttığı üniversiteler, yirmi bir sene devamlı olarak başkanlık yaptığı Türk Tarih Kurumu, onu temiz ve yüksek bir siyasî şahsiyet olduğu kadar büyük Türk milletinin engin ve şerefli tarihini tanıyan ve ömrü boyunca da genç Türk nesillerine bunu tanıtmaya çalışan olgun bir tarih âlimi sıfatıyla da hatırlayacak ve onun Türk tarihçiliğine yaptığı sayısız büyük hizmetleri daima şükranla anacaktır.

ESERLERİ

Eski Türk Harfleriyle:

Fennin En Son Keşfiyatından. İstanbul 1912 Matbaa-i Ahmed İhsan ve Şürekâsı 192 s.

Zulmetten Nura. İstanbul 1915 Tevsi-i Tıbaat Matbaası. 405 s. (2. bsm. 1915, 3.bsm. 1925)

Hurafattan Hakikata. (İstanbul) 1916 Tevsi-i Tıbaat Matbaası. 368 s.

İslâm Tarihi. I.k. İstanbul 1922-1925 Evkaf-ı İslâmiyye Matbaası. 416 s.

Mufassal Türk Tarihi. 5. c. İstanbul 1922-1924 Evkaf Matbaası - Matbaa-i Âmire.

Tarih-i Edyan. I. c. İstanbul 1922 Kanaat Matbaası. 320 s.

Felsefe-i Ulâ. İsbat-ı Vacib ve Ruh Nazariyeleri. (İstanbul) 1923 Evkaf-ı İslâmiyye Matbaası. 582 s.

İslâmda Tarih ve Müverrihler. İstanbul 1923-1926 Evkaf-ı İslâmiyye Matbaası. 464 s.

Maziden Âtiye. İstanbul 1923 Kanaat Kütüphanesi. 316+4 s.

Müntehap Kıraat. (Darülhilâfe medreseleriyle bilûmum medaris-i ilmiyede tedrisi kabul edilmiştir). I. k. (İstanbul) 1923 Kanaat Matbaası. 160 s.

İslâm Dini Tarihi. İstanbul 1924 Darülfünun Matbaası. 296 s.

Mufassal Türk Tarihi. 6. k., 2. bsm. İstanbul 1925 Matbaa-i Âmire.

Yeni Türk Harfleriyle:

Müslümanlığın Çıktığı ve Yayıldığı Zamanlarda Orta Asya'nın Umumî Vaziyeti. Ankara 193? Başvekâlet Müdevvenat Basımevi. 89 s.

Mezopotamya-Sumerler, Akatlar, Gutîler, Amürüler, Kassitler, Asurlular, Mitannîler; İkinci Babil İmparatorluğu. İstanbul 1934 Akşam Basımevi 52 s.

Suriye ve Palestin. İstanbul 1934 Akşam Basımevi. 52 s.

Türk Tarihinin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri. İstanbul 1934 Akşam basımevi. 208 s.

İbranîler. İstanbul 1936 Akşam Matbaası. 62 s.

La décadence du monde Musulman est-elle due â l'invansion des Seldjoucides? İstanbul 1937 Devlet Basımevi. 16 s.

İslâm Dünyasının İnhitatı Sebebi Selçuk İstilâsı Mıdır? İstanbul 1937, 2. Türk Tarih Kongresi. 15 s. (Yeni basım: 1938).

Türk Tarihinin İlk Devirleri Uzak Şark, Kadim Çin ve Hind. İstanbul 1937 Millî Mecmua Basımevi. 309 s.

Türk Tarihinin İlk Devirlerinden Yakın Şark, Elâm ve Mezopotamya. 1937 Devlet Basımevi. 307 s. Türk Tarih Kurumu Yayınlarından. VIII. Seri No. 3

Türk Tarih Tezi Hakkındaki İntikatların Mahiyeti ve Tezin Kat'i Zaferi. (Ayrıbasım). İstanbul 1938 Devlet basımevi. 337-365 s.

Atatürk'ün Tarihçiliği ve Fahri Profesörlüğü Hakkında Bir Hâtıra. (Ayrıbasım). İstanbul 1959 Maarif basımevi. 2.s.

Tarih. Lise I. İstanbul 1939 Maarif Basımevi XX + 426 s.(2. bsm. 1941).

İbni Sina'nın Şahsiyeti ve Milliyeti Meselesi (Ayrıbasım) İstanbul 1940 Maarif basımevi 37 s. Not: Belleten 23 / 24 ten ayrıbasım.

Abbas Oğulları İmparatorluğunun Kuruluş ve Yükselişinde Türklerin Rolü. (Ayrıbasım) Ankara 1942 Türk Tarih Kurumu Basımevi. I77 + 205 s. Not: Belleten 23 / 24 ten ayrıbasım.

Selçukluların Horasan'a İndikleri Zaman İslâm Dünyasının Siyasal, Sosyal, Ekonomik ve Dinî Durumu. (Ayrıbasım). Ankara 1943 Türk Tarih Kurumu Basımevi. 60-99 s. Not: Belleten 25 ten ayrıbasım.

Yakın Şark II. Anadolu. En Eski çağlardan Akamenişler İstilâsına Kadar. Ankara 1946 Türk Tarih Kurumu Basımevi. XIX + 384 s. Türk Tarih Kurumu Yayınlarından. VIII. seri, No. 3

Yakın Şark III. Suriye ve Filistin. Ankara 1947 Türk Tarih Kurumu Basımevi, XVIII + 468 s. Türk Tarih Kurumu Yayınlarından. VIII. Seri, No. 3-III

İran Tarihi. I. c. En Eski çağlardan İskender'in Asya Seferine Kadar. Ankara 1948 Türk Tarih Kurumu Basımevi. XIX + 344 s.

Farâbi'nin Şahsiyeti, Eserleri ve Tesirleri. (Ayrıbasım) Ankara 1951 Türk Tarih Kurumu Basımevi. 423-436 s. Not: A. Ü. Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Dergisi VIII /4 ten ayrıbasım.

İslâmdan Önce Araplar Arasında Kadının Durumu, Aile ve Türlü Nikâh Şekilleri. (Ayrıbasım) Ankara 1951 Türk Tarih Kurumu Basımevi. 691-707 s.

Yakınşark IV, 2 bl. Ankara 1951 Türk Tarih Kurumu Basımevi. XIII + 654 s.

Hürriyet Mücadeleleri. Haz.: Sabahat Erdemir. (İstanbul 1958 Gün Matbaası). 118 s.

Perslerden Romalılara Kadar: Selevkoslar, ,Nabatiler, Galatlar, Bitinya ve Bergama Kırallıkları . Ankara 1951 T.T.K. Basımevi 253 s.

Kaynak: kimkimdir.gen.tr

 

adminadmin