Fikir
Giriş Tarihi : 16-04-2025 17:32

İklim Kanunu İptal Mi, Yoksa Ertelendi Mi!

Meteoroloji Bilimi günlük (ve anlık) hava durumunu bize verir. Coğrafyacılar olarak bizler Meteorolojinin verilerini alır uzun yıllık ortalamalar elde ederek herhangi bir yerin klimatik şartlarını belirleriz.

İklim Kanunu İptal Mi, Yoksa Ertelendi Mi!

Bu itibarla KLİMATOLOJİ BİLİM DALI Coğrafyanın (Fiziki Coğrafya alt bilim dalının) en önemli konularından biri olup diğer adı İKLİM BİLİMİ’dir.

Günümüzde “iklim değişimi” ile ilgili sözlerden kasıt; dünyada görülen mevcut iklim şartlarının (uzun yıllık ortalamalarına bakılarak) yakın gelecekte değişme ihtimalinin ortaya çıkmasıyla ilgilidir. Bu değişim sıcaklığın artması yönünde beklendiğinden “Küresel Isınma” olarak adlandırılmakta, bunun başlıca sebebi olarak da dünyada fosil yakıt tüketiminin oran olarak çok yükselmesi gösterilmektedir.

Geçen hafta içinde İklim Kanunu tasarısı TBMM'de görüşülmeye başlanınca ve üzerinde tereddütler oluşunca Üniversitedeki ve Milli Eğitim’deki mesai arkadaşlarım bu konudaki fikrimi merak ettiklerini, konuya uzak olan kişiler olarak (bizi de konuya yakın gördükleri için) bilgilenmek istediler. Ben de tam hazırlık yaparken İklim Kanunu teklifinin (bugün itibarıyla) TBMM'deki görüşmelerinin askıya alındığını, ileri bir tarihe ertelendiğini öğrendim.

Peki ne söyleyecektim?

Elbette ki "kraldan çok kralcı olmanın yanlış olduğunu, Batı'dan her ne gelirse gelsin asla ve kat'a sorgulamadan kabul edilmemesi gerektiğini, bu işin içinde Batı'nın lehine, bizim aleyhimize bir şey olmasa Batı'nın bize bu kadar ısrarcı olmayacağını, AB sürecinde 60 yıldır bizi oyalayan Batı'nın bu tür konularda nasıl oluyor da bu kadar hızlı hareket edip istediği kanunları TBMM gündeminin ön sıralarına çabucak geçiriverdiğini, buna benzer daha nice dayatmalarını yüce Türk Milleti olarak sorgulamadan evet demememiz gerektiğini..." falan söyleyecektim.

Niçin böyle düşünüyorum?

Çünkü burada bir art niyet var. Batı icat ve keşif yaptı, sonra patent diye bir şey uydurdu, patenti ben de bunu size bedava vermem, taklit de ettirmem dedi. Zaman geçti ticari markalar yarattı sonra da bunları marka olarak tescilleyip size bedava vermem, markamı da taklit ettirmem dedi. Hatta benzer şekilde bizim Meclisimizden geçirdiği kanunlarla kendi mağazamızda gâvurun malının taklidi var diye kendi polisimiz kendi esnafımızın dükkânını bastı, mallara el koydu falan…  Aradan zaman geçti Coğrafi İşaret diye bir şey uydurdu, benim ülkemde benim yöremde benim insanımın ürettiği ürünleri sana taklit ettirmem, bana paramı, payımı vermeden sana bunu ürettirmem dedi.

Peki bize reva gördükleri muameleyi 1960’larda Kore’ye, Japonya’ya gösterdiler mi? Hayır. Sonrasında Çin bunların mallarını taklit ederken Çin’e yaptırım uyguladılar mı? Hayır. İyi de adamlar bilgisayarı yapmış, cep telefonunu icat etmiş. Ben şimdi ne yapacağım? 1950’lere gidip bilgisayarın prototipinden mi başlayacağım, yoksa şu andaki son halini taklit ederek mi yola devam edeceğim? Hangisi beni ileriye götürür, hangisi beni medeniyet yarışında öne çıkarır? Tabi ki bana ait asıl orijinal ürünler yapana kadar mevcutları taklit ederek ilerleyeceğim. Kore de, Japonya da Çin de böyle yaptı. Fakat aynı toleransı Batı asla Türkiye’ye göstermedi, göstermeye niyeti de yok zaten.

Süreç böyle devam ederken geldik bugünlere…

Fosil yakıt tüketimi artıyor, iklim değişiyor, küresel ısınma artıyor. Bunları bilmeyen yok. Fakat bu işlerde başı kim çekiyor. ABD’nin, Rusya’nın, Çin’in, Almanya’nın dünyayı kirletmesiyle benim ülkem bir mi? ABD’nin yeni başkanı Trump daha dün; “kömür güzel bir yakıt, madenleri açacağım, tekrar kömür üreteceğim” derken, (hatırlayın, daha üzerinden bir yıl geçmedi, Rusya doğalgaz akışını kesince, ya da keserim ha deyince) Almanya Parlamentosu nasıl da toplanıp “nükleer santraller zararlı değil faydalıdır” diye meclislerinden kanun çıkartıp kapattıkları santralleri açtılar.

Netice…

Batı’nın ipiyle kuyuya inilmez. Dünyadaki çevreci örgütlerin büyük kısmı Masonik örgütlerdir ve arka planda hepsi birbiri ile akrabadır. NATO ve benzeri oluşumlar askerle ve silahla darbe yapıp ülkeleri kontrol ederken, Masonik örgütler de özellikle “Çevrecilik” üzerinden ülkeleri kontrol etmek istemektedirler. Hatırlayın Gezi olaylarını; yenilenebilir bir kaynak olan, bugün diksen 15-20 yıl sonra karşına çıkacak ağaçları kutsayıp, havaalanlarını köprüleri ve diğer alt yapı yatırımlarını nasıl da sabote etmeye çalışmışlardı.

Elbette çevremizi koruyacağız, elbette sinek, böcek demeden bütün canlıların hak ve hukuklarını, yaşama ortamlarını gözeteceğiz. Elbette ki yeryüzünde bozguncu olmayacağız, fesat çıkarmayacağız, yüce Allah’ın özene bezene yarattığı doğal ortamı kasten bozmayacağız. Elbette iklimi bozan, havamızı kirleten, toprağımızı zehirleyen, suyumuzu içilmez yapan her türlü musibetten uzak duracağız. Bu bizim insani ve vicdani sorumluluğumuz. Fakat asıl kirletici olan gelişmiş ülkeler böyle bir sorumluluk taşımazken, dahası işlerine geldiğinde savundukları bütün değerlerden anında çark ederken bize ne oluyor?

Netice; ben bu İklim Kanunu’nun çok masum olmadığını, içinde mutlaka bizi tuzağa çeken bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Misal; bu Kanun çıktığında biz akşam sabah emisyonları konuşacağız.

Mesela Almanya Gümrük Birliği Anlaşması gereği bize nasıl serbestçe mal satıyorsa, bizden de mal almak zorunda. Bize araba satarken kolayca satacak, fakat bizden almak istemediğinde şöyle diyebilir; “sizin ürettiğiniz arabanın egzoz emisyonları AB standartlarının üstünde. Bunu düşürmeden bana otomobil ihraç edemezsin”. Ya da şu anda almak zorunda olduğu tekstil ürünlerini almamak veya daha ucuza kapatmak için “sen bu çamaşırı üretirken suyu gereğinden çok kullandın, havayı şu kadar kirlettin, Avrupa’ya bu malları taşıyan tırların tentesi naylondan yapılmış, lastiğini üretirken Çin’den aldığın kauçuğu kullanmışsın, o lastikleri üretirken fabrikanın bacasından bilmem ne kadar ppm kirli hava yayılmış, neticede bu konuda benim belirlediğim AB Standartlarına uymamışsın….” Buna benzer daha nice bahaneler üretebilir ve siz hangisine itiraz etseniz, pişkin pişkin “siz de bu kuralları kabul ettiniz kardeşim, hatta alelacele Meclisinizden bile geçirdiniz” demeyecekler mi, diyecekler…

Bu tür durumlarda hangi mahkemeye gideceğiz, hakkımızı nasıl arayacağız? Velev ki Avrupa Parlamentosu’na gittik, şikâyet ettik, lehimize karar çıkar mı? AB üyesi olmadığımız için bizim o parlamentoda söz hakkımız var mı?

İşte, ben diyorum ki; bu adamlar “patent”, “marka”, “coğrafi işaret” gibi konularda kendilerini güvenceye alıp, (Çin gibi diş geçiremediklerini es geçip, bizim gibi müdahale etmeyi alışkanlık haline getirdikleri) dünyanın geri kalan ülkelerini nasıl kendilerine mecbur bıraktıysalar, İklim Kanunu’nda da aynı şey olabilir.

O Kanun maddelerinin içine son derece ustaca kendi lehlerine olacak bir şeyler yerleştirmişlerdir. “İstanbul Sözleşmesi”nden tecrübeyle sabittir ki bunu bizim saf ve iyi niyetli (!) parlamenterlerimizin anlaması mümkün değil. Mecburen işin uzmanlarına(!) soracaklar. Uzmanlar da Masonik örgütlerin çevrecilikle temayüz etmiş (tanınmış) kişileri ya da yurtdışı bağlantıları olup onların taşeronluğunu yapan iş insanları olacağından onlar da bu kanun maddelerini allayıp pullayıp, (olmadı yanlarına ikna kabiliyetini yükseltecek yurtdışı geziler de ekleyerek) mümtaz vekillerimize yutturacaklar. Sonra da ayıkla pirincin taşını.

Aman ince eleyip sık dokuyalım, kraldan çok kralcı olmayalım. Dolduruşa gelmeyelim. Hazır yasa teklifi görüşmeleri ertelenmişken üniversitelerimiz bu konuya ayrıntılı olarak eğilsin. Bilim insanlarımız ve hukukçularımız yasa teklifinin neler içerdiğini enine boyuna araştırsın. Batı’nın değil, milletimizin çıkarlarına en uygun olan hangisi ise o yönde yasa yapalım. Ülkemiz ve insanlık lehine en iyi ve en doğru kararı yine biz verelim. Dünyanın geri kalanına bu konuda önderlik edelim, örnek olalım.

Prof. Dr. Cevdet YILMAZ - OMÜ Eğitim Fakültesi Coğrafya Eğitimi Ana Bilim Dalı Başkanı

adminadmin