Türkiye
Giriş Tarihi : 29-04-2012 17:59   Güncelleme : 29-04-2012 17:59

Mustafa Kutlu Hikâyeciliği

Asım Öz, "Mustafa Kutlu Hikâyeciliği" kitabının yazarı Ercan Yıldırım'la Mustafa Kutlu'yu konuştu: “Kutlu, yaşadığımız toplumu anlatmada çok mahir”

Mustafa Kutlu Hikâyeciliği
Mustafa Kutlu'nun hikâyeciliğini inceleyen Ercan Yıldırım, büyük bir emeğin eseri olan kitabında Kutlu hikâyesini ayrıntılı bir okumaya tâbi tutuyor. Kutlu hikâyesinin felsefi arka plânını Türkiye toplumunun modernizmle maruz kaldığı yabancılaşmayı aşma çabasının oluşturduğunu ileri süren Yıldırım, insanların bu çabaya paralel olarak yaşadığı ontik kaygının Kutlu hikâyesinin düşünsel zeminini oluşturduğu kanaatinde. Bu perspektifle Türkiye'nin son dönemlerinde insanların yaşadığı temel problemleri ele alan Mustafa Kutlu, sanatının, hikâyesinin, kitaplarının arkasındaki insanı okuyucuya hissettirebilen, okuyucuyu doğrudan Türkiye'nin toplumsal hayatına davet eden bir hikâyecidir. Ercan Yıldırım, Kutlu hikâyesinin bu yönüyle, bu hikâyenin temel özelliklerinden biri olan insanın varoluşsal kaygıları arasında kurduğu bağla Kutlu hikâyesinin modern bir insan için taşıdığı vazgeçilmezlik değerini gösteriyor. Tek tek Kutlu'nun kitaplarını ele aldığı gibi, geliştirdiği bütüncül bakış açısıyla bu hikâyenin teknik özelliklerine, kişi kadrosuna kadar uzanan Yıldırım'la Kutlu'nun hikâyeciliğini konuştuk...
 
Önce şuradan başlayalım: Mustafa Kutlu hikâyeciliği üzerine yapılacak olan sempozyum programını nasıl buldunuz?
 
Mustafa Kutlu ile ilgili yapılacak her türlü faaliyet iyidir, gereklidir. Sempozyumlarda bir yazarın tüm yönlerine temas etme imkânını bulabilirsiniz. Ancak sempozyumlardaki bildirilerin niteliği önemli tabi. Genel olarak akademisyenlerin hazırladığı sempozyum bildirilerinin Türk edebiyatına ve düşüncesine katkısını sorgulamak gerekir. Benim bir klişem var, akademisyen bildirileri için: mesela "Mustafa Kutlu'da deniz imgesi"... Bu tür konular seçiliyor. Kusura bakılmasın ama bunlar daha çok lise seviyesinde yapılacak işler, üniversite bile değil yani. Bu sempozyuma Kutlu'nun da katılacak olması çeşitli temaşa etkinliklerinin bulunması sempozyumu renkli hale getirmiş. Edebiyatımıza ne tür katkılar sağlayacak, mühim olan bu.
 
Bu ay Türk Edebiyatı da Mustafa Kutlu üzerine bir sayı hazırladı...  Bu sayıyı inceleme fırsatınız oldu mu?
 
Siz soruları gönderdikten sonra inceleme iştiyakım arttı.  Türk Edebiyatı Dergisi son yıllarda Beşir Ayvazoğlu'nun işin içine girmesiyle çok dinamik bir dergi haline geldi. Konu seçimi bakımından eleştiriler gelebilir ama çok mühim hususlara temas ediyor. Mustafa Kutlu sayısı elbette daha da iyi olabilir. Ancak böyle bir sayı bile Kutlu'nun hikâyesi için az bile! Mustafa Kutlu için hazırlanan sayılara, yazılan yazılara baktığımda genellikle Kutlu'nun kişiliği, dergi yöneticiliği üzerinde duruluyor, onunla geçirilen vakitler ve tabiatla ilişkisi anlatılıyor. Kutlu hikâyesinin durduğu yer, farklı disiplinlerle ilişkisi, fikri yapısı derinlikli olarak pek incelenmiyor.
 
Mustafa Kutlu hikâyeciliğini ele alan bir çalışma yapma düşüncesi nasıl oluştu?
 
Kitap yapmak için Mustafa Kutlu hikâyelerini ele almadım. Ben hikâyeleri çok sevdiğim ve felsefi derinlikleri olduğunu kabul ettiğim için haklarında yazmak istedim. Birkaç tanesi dergilerde yayımlandı. Sonra niçin kitap olmasın diye düşündüm, oturdum ve hazırladım. Ayrı ayrı makaleler biçiminde yazılmasındansa kitap bütünlüğü gözetilerek çalışmak daha düzgün bir portre çıkartıyor ortaya.
 
Peki, kitabınızın alt başlıklarını oluşturan varoluş, yabancılaşma ve hakikat kavramları onun hikâye dünyasını kavramak bakımından hangi imkânları sunuyor?
 
İmkânlar sunmaktan ziyade bana göre Kutlu hikâyesi bu kavramlar etrafında şekilleniyor. Kutlu'nun hikâyelerinde bildiğimiz Türk insanı var. İçine doğduğu toprak tarafından şekillenmiş ve bir şekilde eylemleriyle varoluşunu göstermiş insanlar. Ancak modernite onları toprağından koparmış. Bir kere topraktan ayrılış başladı mı mensubiyet sorunu çıkıyor, yabancılaşma başlıyor. Hakikat ise bu memleketin toprağında ve ruhunda gizli, potansiyel olarak varlığını devam ettiren töz, enerji... Ne kadar yabancılaşsalar bile belli durumlarda millet kendi hakikatini temayüz ettirebilmektedir. Kutlu hikâyelerinde aleni tez belirtmez. Olay ve kişiler edebiyatın her kuralına uygundur. Fakat bireyler varoluş iradesi gösterme çabasındadır. Modernite ve özellikle liberal kültürün tesiri o kadar fazladır ki kişiler özgür hareket edemezler.
 
Bu minvalde şöyle bir soru gelebilir; Mustafa Kutlu'nun hikâyelerinde ebedi kötüye rastlanmaz diyorsunuz. Niçin?
 
Mustafa Kutlu hikâyelerindeki kötülerde bile bir sempati var. Kutlu hiçbir insanın Batı edebiyatındaki gibi "cani" tipli olacağını düşünmez. Mesela adam kötülük yapıyorsa bile insanlığını her yönüyle yitirmiş değildir. Belli bir zaman sonra hata yaptığının, günah işlediğinin farkına varır. Hacca gider, namaza başlar. Dolayısıyla Kutlu, kahramanlarının toptan batmasını istemediği gibi Anadolu insanının toptan kötülük abidesi olduğunu da kabul etmez. Düzelecektir o. Ancak sevmediği tipler mutlaka vardır Kutlu'nun. Onları hiç de hoş tasvir etmez. Mürit öyküsündeki gibi saflığını korumuş o kadar çok insan vardır ki topraklarımızda ve hikâyelerde...
 
Bir de çok konuşuldu ama size de sormak istiyorum: Mustafa Kutlu söz konusu olduğunda hikâye ve öykü ayrımı gerekli bir ayrım mı?  Yoksa sadece bir kelime tercihi mi söz konusu?
 
Kutlu, içinde yaşadığımız toplumu anlatmada çok mahir. Mesela Chef... Öykü – Hikâye ayrımı yapanların temel tezleri anlatı içinde geleneksel – modern usuller, temalar, tezlerin kullanılıp kullanılmamasıdır. Yani Ataullah İskenderi'den bir söz kullandı diye Mustafa Kutlu'nun hikâye yazdığı yani geleneksel olduğu söylenebilir mi? Boş bir ayrım hikâye – öykü ayrımı. Benim kitapta Kutlu hikâyesinin şekil özelliklerini incelerken özellikle son kitaplarında "halk hikâyesi" söyleyişini kullandığını belirtirim. Kahvelerde kıraathanelerde, meclislerde hikâye anlatan şifahi kültürün ağzı yani. Ancak söyleyiş, dil böyle diye Beyhude Ömrüm'ün felsefi ağırlığını, modernliğini kimse inkâr edemez.  Hele Uzun Hikâye, geleneksel bir hikâye mi yani?
 
Yazarlığının oluşumu, kaynakları, etki ve izleri üzerinde duralım...  Kutlu'nun hikâye serüveni ne zaman ve nasıl başlar? Hem içerik hem de kurgu açısından hikâyeleri hangi kaynaklardan besleniyor?
 
Kutlu ilkin resim ile desenlerle başlar. Gönül İşi ve Ortadaki Adam kitaplarını oluşturan ilk hikâyelerini yazar. Fakat onları kendisi de kabul etmez. Dönem icabı çok fazla kır söyleyişi barındırır. Bence de fena yapmamıştır. Kutlu'nun fikir ve sanatını besleyen ana kaynak tabi ki Hareket çevresi, Nurettin Topçu'dur. Ben kitapta buna da bir bölüm açmak isterdim ama olmadı. Fakat Kutlu Hareket çevresini de birebir takip etmemiştir hikâyelerinde. Kendi anlayışını, düşüncesini, fikrini bulmuştur.
 
Mustafa Kutlu, günümüz edebiyatında yapıldığı gibi Batılı eleştirmenlerin, kuramcıların kitaplarını okuyup hikâye yazmamıştır. Kaygılarını, düşüncelerini oturup hikâyeleştirmiştir. Dönemine göre çok öncüdür. Metinler arasılık, üst kurmaca gibi teknikleri yerinde ve başarılı şekilde kullanmıştır. Kutlu'yu eleştirenler, fazla memleket edebiyatı yapıyor diyenler bile Kutlu'nun kullandığı tekniklere ulaşamamışlardır. Kutlu'nun en büyük avantajı sistemli okumamasıdır.
 
Onun hikâyelerini farklı kılan unsurlar nelerdir?  Kutlu'nun hikâye dili üzerine neler söylersiniz?
 
Ya Tahammül Ya Sefer bugünü anlatan bir kitap! Kariyeri için eşinin başını açanların zamanındayız.
 
Bu Böyledir mesela... Küreselleşme daha da ilerisi modernitenin çevrimini en iyi anlatan edebi eserlerin başında gelir bana göre. Yani şikâyet etmen önemli değil bir şekilde sisteme dâhil olmuşsun ve dönüp duruyorsun. Modernleşmenin Türk toplumu üzerindeki etkisini Kutlu çok farklı hallerde aktarır bize. Chef... İçinde bulunduğumuz zaman dilimini toprağın ruhuyla birlikte müthiş anlatır! Artık bildiğimiz manada Türkiye'nin, hassasiyetin, insanların kalmadığını görebiliyoruz bu hikâyede.
 
Dil tercihi zaten Kutlu'daki en belirgin yönlerden. Türk edebiyatındaki en sahici dillerden biri. Anlattıklarının hakikati yansıtması dilinden kaynaklanır. Türk edebiyatına değer katıyor. Kendi edebiyatımızı kurmamızda belirli bir katkı sağlıyor. Batının tercüme dilini "yazınsallık" diye sunmuyor. Benzer cümleleri teşevvüşe uğramış zihni, kelimelerin çaresizliği içinde göstermiyor. Mustafa Kutlu öncelikle fikirdir. Dil Kutlu dünyasının evi neredeyse.
 
Peki, karakterlerinin öne çıkan özellikleri nelerdir?
 
Karakterlerin en büyük özelliği gerçekçi olmaları. Yani gerçek hayatta karşılaşılabilecek tipler olmaları. Kutlu'nun şahıs kadrosu çok geniş. Avamın en altındaki bir insandan yüksek kültüre ait kişilere kadar herkes hikâyelere girer. Mühim olan değişimin, dönüşümün, yabancılaşmanın, dejenerasyonun yönüdür. Toplum olarak tabandan tavana kadar bir yabancılaşma söz konusu. Bu, milleti oluşturan tüm organlarda gözlenir. Gündelik hayatın bünyesindeki şahıs kadrosu da yüksek kültürden kişilerde hikâyelere girer. Ama değişim ve dönüşüm bakımından, kendilik iradesi gösterme açısından birbirlerinden farklı değildirler.
 
Kutlu hikâyeciliğini Yokuşa Akan Sular'la başlatıyorsunuz incelemenizde. Oysa Kutlu'nun daha önce yayımlanan Ortadaki Adam ve Gönül İşi kitapları da var.  Bu kitapları incelemenize dâhil etmeyişinizin sebebi nedir?
 
Hikâyelerin bütünlüğü önemli. Estetikteki devamlılık da. Temaların özgünlüğü ve anlatımdaki kalitede öyle. İlk iki kitap da Kutlu Hikayesi'nde bir yere yerleşir ama Mustafa Kutlu ile ilgili doğru düzgün kanıya varmamıza yardımcı olmaz. Burada kırdan kente göçü ve peşinden insanların yabancılaşmasını Yokuşa Akan Sular çok iyi veriyor. Kutlu hikâyesi bu bakımdan Yokuşa Akan Sular ile başlıyor diyebiliriz. Yazarı tarafından reddi, ilk iki kitabın yok sayılması, Mustafa Kutlu Hikayesi'nde hiçbir şeyi eksiltmiyor.
 
Mustafa Kutlu hikâyelerini dönemlere ayırarak okuyorsunuz.   Dönemlere ayırarak okumanın sunduğu imkânlar nelerdir?
 
Dönemlere ayırmak esasında Türkiye'de millet gerçeğinin geçirdiği aşamaları gösterir. Yokuşa Akan Sular'dan sonraki hikâyeler Özal dönemini, Müslümanların liberal politikalar ile sınanmasını, para ve kariyer ile çekişmesini anlatıyor.
 
Yoksulluk İçimizde mesela. Sadece tesettür ile dönüşüm hikâyesi değil İslamcıların kendi dünyalarını her türlü seküler şartlara rağmen kurma iştiyakını ele alıyor. Böyle bir dönem, hassasiyet vardı.
 
Ya Tahammül Ya Sefer bu tercihi yapanlar ile yapamayanları karşılaştırıyor. Üniversite Hocası Asım'ın özelinde kariyeri ve tabi ki parayı tercih edenlerle, idealistliğinden yani kurmak istediği dünyadan vazgeçmeyenler karşılaştırılıyor.
 
Sır Özal döneminin şirketleşen cemaat – tarikat düzenini mükemmel şekilde ele alıyor. Bu böyledir, yine Özal dönemi ile birlikte liberal politikaların, yabancı sermayenin, geç modernliğin Türkiye'deki görünümünü anlatır. Bu silsilenin devamındakiler daha bağımsız gibi görünse de artık farklılaşmış Türkiye'nin tamamen kimliğinden kopmuş, aidiyet problemi çeken unsurlarını anlatır.
 
Dolayısıyla dönemlere ayırarak okuma tercihi biraz da yazarın inisiyatifiyle ilgili. Böylece Türkiye'nin geçirdiği evreleri rahatlıkla insanımız üzerinden okuyabiliriz.
 
Yaşanan farklı dönemler Kutlu hikâyesinde nasıl ele alınır.  Sözgelimi vitrinlerle özdeşleştirilen sekseni yıllar...
 
Mustafa Kutlu hala bu dönüşümü yazmaya devam eder. Köşe yazılarında mesela. Tüketim toplumu yerine kanaat toplumu teklifini getirir. Bu Böyledir liberal politikaların Türkiye'ye girişiyle birlikte insanımızın düştüğü hali aktarır. Tamamen yabancı oldukları bir dünyaya giren milletimizin şaşkınlığı, iradesini ve aklını yitirmesi sarih olarak anlatılır. Otomobil, vitrin, şişmanlık gibi bir takım imgeler değişimin temel kavramlarıdır. Müslümanların neoliberal ve şimdi de küresel ekonominin politikalarını şartsız kabul edip kullanmaları Mustafa Kutlu'nun temel hassasiyet noktalarındandır.
 
Teknolojiyi en iyi kendilerinin kullandığını söylüyor, övünerek İslamcılar!
 
Bu yıllarda yaşanan dönüşüm süreçlerini nasıl anlamlandırır Kutlu hikâyeleri?
 
Maalesef modernitenin getirdiği ilkeleri, teklifleri reddetmede hiçbir çekincesi yok insanımızın. Osmanlı düzeni görmüş olanlar yeni politikalar hususunda daha dirayetli iken sonraki kuşaklar hiçbir direnç göstermiyor. Yabancılaşma ve dönüşüm Kutlu'nun hikâyelerinin merkezini oluşturur. Modern olanların başından geçen deneyimleri ve açılan yaraları aktarır Kutlu. Tabi yaşanan sürece karşı direnen yok mu? Elbette var.
 
En sevdiğim kitaplardan bir tanesi Beyhude Ömrüm. Kendi dünyasını inşa etmiş bir adamın direnişi anlatılır.
 
Müslümanlar Türkiye'de bu öyküdeki adam kadar bile kendilerine bir dünya inşa edip orada yaşama hususunda irade, benlik, varoluş, karakter göstermiyor!
 
Şehre karşı kır düşüncesi onu romantik geleneğe yaklaştırır mı?
 
Ben mesela Beyhude Ömrüm'ü, "Bahçe Kurma" felsefesini hiç kıra öykünme diye okumadım! Niye ve nasıl okunsun ki? Mekân kır diye, kır romantizmi mi yapılıyor yani? Heidegger'in su kovasıyla çeşme başında bir fotoğrafı vardır. Varlık ve Zaman yazarının taşralılığı, taşra romantizmi yaptığını mı gösterir? Tabiat bizim en büyük vicdanımızdır belki. Hele aşırı modernleşmiş bir dünyada kır insana kendi varoluşunu hatırlatır. Kutlu'nun yaklaşımı bundan başka bir şey değildir.
 
Teknoloji, kent, siyaset, yoksulluk, adalet ya da Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı'ndaki Ziya Usta'nın "fırsatlar dünyası" olarak da bilinen günümüz dünyasına karşı durması ve modern bir ciltevi açabilecekken bunu tercih etmeyerek, artık bir "el sanatı" mesabesine düşen mesleğine devam etmesi vb. konulara yaklaşımında Nurettin Topçu'nun etkisi yoğun mudur?
 
Doğrudan Topçu etkisinden söz etmek gereksiz. Bu atmosfer ile alakalı bir şey. Birlikte düşünme, aynı kaygıları taşıma ile ilgili. Modern hayata karşı ihtiyatı elden bırakmama mesleğini "seri üretim"e feda etmeyen çok kişi var. Sorbon'da doktora yaptığı halde lisede görev yapan bir doçentin bulunduğu atmosferde makine dişlilerini kutsayan hikâye yazmanın anlamı olmasa gerek. Bunu deneyenler olmamış mıdır? Elbette vardır. Kutlu Chef'te yeni "trend"leri deneyenlerin akıbetini çok sarih anlatır.
 
Onun hikâyelerini açık yapıt tarzında ele almak gerektiğini ifade ediyorsunuz. Niçin?
 
Çünkü çok katmanlı. Mesela ben kır ve romantizmini görmüyorum ama bir başkası köyü aklına gelip, "Kutlu köyü anlatıyor" diyebiliyor. Tabi bu da sahih bir okuma mı sorgulamak gerek. Şahıs kadrosu, tema zenginliği çok fazla daha da önemlisi kitaplar tezli olduğu için açık yapıt tarzında okunabilir.
 
Yokuşa Akan Sular'ı köyünden kopup gelenlerin kentte uğradığı felaketler biçiminde okumak mümkün olduğu gibi Türk toplumunun bunalımı olarak okumak da ihtimallerden bir tanesi. O kitapta bir kedi vardır. Kediliğinden çıkmış bir görüntüsü vardır. Teknoloji eleştirisinden başka bu sahne neyi anlatabilir ki?
 
Peki, Kutlu'nun hikâyelerinde ressamlığından izler yoğun mu?
 
Mustafa Kutlu'nun tüm hikâyeleri görsel bir şölen! Hepsi birer desen. Çok zengin bir görsel kaynak. Dolayısıyla hikâyeler estetik açıdan bir tablo gibi.
 
Sinematografik anlatımında senaristliğinin etkisi nedir?
 
Aynı şekilde hikâyeler bir film sahnesi gibi tasarlanmış sanki. Bu ilk hikâyeden beri böyle. Kutlu durum hikâyesi yazmaz. Kutlu'da olay esastır. Olaylar gelişirken tavır, eda, hüzün hep film karesi mantığıyla anlatılır. Mavi Kuş gibi senaryo olarak yazılıp sonradan hikâye haline getirilenler de var tabi.
 
Kurtuluş Kayalı bir yazısında Türkiye'deki sosyoloji çalışmalarının en eksik olduğu alanın edebiyat sosyolojisi olduğunu ifade eder. Türkiye'de belki edebiyatın sezgisi denilebilecek bir halden dolayı sosyolojinin daha çok edebiyatçılar tarafından gerçekleştirilmesinden kaynaklanan bir vurgudur bu.  Kutlu'yu bu bakımdan memleketin en önemli sosyologlarından saymak abartılı bir değerlendirme midir? Yoksa bir zihniyet yorumcusu mu?
 
Kutlu'yu önemli bir sosyolog saymak abartılı olur ama onun yaptığı sosyolojik vurguları Türk fikir ve düşünce hayatında yapan da çok azdır! Geç modernleşme, liberal politikaların egemen olması ve Türkiye'nin küresel politikalara koşulsuz uyumu... Kutlu bu süreci insanımız çerçevesinde anlatmıştır. Bunların ekonomiye, büyümeye etkilerinden çok birey, millet ölçeğindeki etkilerini canlı sahnelerle, olaylarla aktarmıştır. Bu bakımdan sosyolojinin sahasını genişletmiş, orada yeni sorunları gündeme getirip, mühim tespit ve sonuçlar sunmuştur.
 
Gündelik hayat sorunlarının zihniyetlere etkisi ve onları dönüştürmesi Kutlu hikâyeciliğinin en önemli sorunsallarından biri... Sır yayımlandığı dönemde burada anlatılanların kendileri, tekkeleri, şeyhleri olduğunu düşünenler olmuş.  Bu kitapta anlatılan tasavvufi dünya oldukça farklı bir dünya. Bu dünyayı anlatımı açısından onu farklı kılan hususlar nelerdir?  Onu bu dünyayı hikâyeleştirmeye getiren sebepler neydi?
 
Mustafa Kutlu'nun anlattığı tasavvuf bizim esasında bildiğimiz ama açıkça anlatılmayan, gösterilmeyen bir tasavvuf. Tasavvufun devletle, ekonomi ile ilişkileri bilinir. Buradaki fark 80 sonrası Özal ile başlayan süreç. Cemaatlerin, tarikatların şirketleşmesi.
 
Dünya sistemi 1970 yılından sonra dünyada yeniden organize oldu. Bretton Woods mahsulü ekonomi ve kurumlar gitti yerine yenileri geldi. Sistem insanları kendinden ayrı organlar olarak algılamaktan vazgeçti. Eğer insanlar yaşamak, para kazanmak, karınlarını doyurmak istiyorlarsa sistemin çarklarında yer almak zorundaydılar. Bu bize Özal ile geldi. Eğer Türkiye'de faaliyette bulunmak istiyorsa cemaatler – tarikatlar ekonomik çarka girmek zorundaydılar. Nitekim Özal irili ufaklı birçok cemaatin zenginleşmesine vesile oldu. Kaybolup gidecek cemaatlerin elinden tutup, holdingleştirip tasavvuf diye sundu.
 
Kutlu'nun anlattığı tam da budur.
 
Buradaki başarı sürecin içindeyken bunu fark edip yazabilmekte. Bugünkü edebiyatın bu tür kaygıları, epistemolojileri, çabaları ve yeterliliği pek iç açıcı değil.
 
Sır'ın şeyhi ve saf mürit hakiki tasavvufu temsil ederken diğerleri sistemin ürettiği cemaatleri temsil eder.
 
Kutlu hikâyelerinin mekânları hakkında ne söylenebilir?  Sözgelimi taşra nasıl bir yer tutar onun hikâyelerinde?
 
Türk edebiyatında Kutlu hikâyesindeki kadar çok ve çeşitli mekân kullanımı pek azdır! Bir çok hikâyede veya romanda belirli bir mekân vardır ama yalnızca fon olarak. Tema, şahıs ve mekân Kutlu'da ayrılamaz derecede özdeş ve birbirlerine aidiyet bağı ile bağlıdırlar. Yalnız mekân değil nesneler, çiçekler, bitkiler, hayvanlar da öyle. Kutlu göze, görmeye dayandırır hikâyelerini. Taşra – kent ayrımı da kolay kolay yapmaz. Taşranın sıkıntılarını anlatmaktan kaçınmaz yani sürekli taşra övgüsü ve romantizmi geliştirmez. Mesela Uzun Hikaye bu açıdan önemli. Kutlu'nun çocukluk ve gençliğinde çok yer gezmiş olması hikâyelerine yansımıştır. Her gittiği yer kendisinde iz bırakmıştır.
 
Dünya sistemi kavramına sıklıkla başvuruyorsunuz Kutlu'nun hikâye dünyasını kavramak için. Bu kavramı İsmet Özel de sık kullanır. İsmet Özel'le Mustafa Kutlu'nun yazı dünyası arasında gözle görülür bir ilişki var mı?
 
İsmet Özel ile Mustafa Kutlu'nun bir dönem çok yakın oldukları bilinir. Mustafa Kutlu dünyadaki gelişmeleri çok yakından izler. Tüketim toplumu ve popüler kültürün milletimiz üzerindeki etkilerini devamlı belirtir. Bunu tabi dünya sistemi teorisi içinde yapmaz. Ben fikir olarak İsmet Özel'in kullandığı yöntemi sağlıklı bulduğum ve tam denk geldiği için dünya sistemi üzerinden izahlar yaptım. Fakat özellikle ilk dönem hikâyelerinin yazıldığı yıllarda teşrik – i mesaileri fazla olduğundan mutlaka faydalanma olmuştur. Yaşananları konuşup, tartışmışlardır.
 
Yazı Kutlu'nun dünyasında bireysel yönünden daha çok toplumsal tarafı ile yer alıyor. Onun özellikle Müslümanların değişim sürecini hikâyelerine taşıma biçimi ile İsmail Kara'nın değini, inceleme ve söyleşilerinde varlık kazanan eleştirileri iki farklı hat üzerinden yapılan benzer eleştiriler olarak görmek mümkün mü?
 
Bir başka kanalda tabi ki İsmail Kara. Aynı odada yıllarca bir arada yaşayıp, çalışmışlar. Bu öyle kolay bir hadise değil. Aynı dili kullanmasalar bu kadar yıl birlikte olamazlar. İsmail Kara'nın ihtiyatı, sistem ile Müslümanların ilişkilerini bilindik izahların ötesinde açıklaması, Kutlu'nun hikâyelerinde de gözlenir.
 
Milletimiz Müslümandır. Toprağına bağlı, devletin varlığını esas kabul eder. Çok badireler atlattığı için dini gelişmelere karşı ihtiyatını korur. Din, İslam için gayret gösterenleri takdir eder. İslami her gelişmeyi önemser. İslam için çalışanların art niyetli olmadıkları kanaatinde oldukları için arkalarında kimler var, hangi amaçları var, ilgilenmezler. Fakat yeri geldiğinde milletin damgasını siyasete vurmaktan geri durmazlar. Her ikisi de bu temelden hareket eder ve eleştirilerini buna dayandırır.
 
Bir zamanlar kendi kitapları içinde en çok Yoksulluk İçimizde kitabını sevdiğini ifade eden Kutlu'nun sonraki yıllarda yazdığı hikâye kitapları bu duygusunu değiştirmiş midir?  Yoksa hâlâ en çok sevdiği kitap aynı mıdır?
 
Bu fikrini değiştirdiğini duymadım, zannetmiyorum da. Çünkü Yokuşa Akan Sular'ın bir yeri var. İlk iki kitaptan sonra bu yeni bir doğuş gibi. Kutlu'nun hassasiyetiyle birlikte estetik anlayışını birebir yansıtıyor.
 
Son yıllarda yazdığı kitapları da irdeleyen yazılar kaleme aldınız mı? Bu kitaplarda karşımıza Kutlu'da süreklilikler ve farklılıklar bakımından neler söylenebilir?
 
Menekşeli Mektup'tan sonra bir şey yazmadım. Bunu biraz da bilinçli olarak yaptım. Çünkü ben dört dörtlük bir Kutlu Hikayeciliği ortaya koyduğumu iddia edemem ama Mustafa Kutlu Hikayesi için söylenebilecek, teknik ve içerik olarak temel yapıyı kurduğumu söyleyebilirim. Kitabı görenler fark etmiştir, çok detaylı bir çalışma yaptım. Kutlu hikâyesinin temel izleklerini, tezlerini felsefi, İslami ve sosyolojik boyutuyla ortaya koydum. Eksikleri, belki onun hikâyelerinin arkasındaki isimleri mesela Topçu'yu geniş bir şekilde ele alabilirdim. Karşılaştırmalı olarak başka disiplinlerle incelemeler yapabilirdim. Bunlar kusurdan ziyade kapsamla ilgili bir kaygı belki. Fakat gördüğüm kadarıyla Kutlu, hikâyelerindeki sürekliliği devam ettiriyor. Farklı bir kanala geçiş yapmıyor.
 
Asım Öz/ Dünya Bülteni
adminadmin