Tarih
Giriş Tarihi : 21-12-2020 10:24   Güncelleme : 21-12-2020 10:24

Müzikte Mirasyedi Olmayı Bırakacak mıyız!

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu'nun açılış törenine katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, konuşmasının üzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Cumhurbaşkanı yakın tarihimizin derin yarasına parmak basarken aynı zamanda dağılmış parçaların toparlanma vaktinin geldiğini de hatırlatmış oldu.

Müzikte Mirasyedi Olmayı Bırakacak mıyız!

Yunus Emre Hazretlerinin “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlâm seni” mısraları ile başlayan nutk-u şerifi bütünüyle bize kainattaki ahengin ve insanın var oluş hikmetinin sesini duyurur. Müzik insanın beden ve ruhunu harekete geçiren ve insanı vasıtasız yaratıcısına kanatlandıran sanat alanıdır ve Alman besteci Wagner’in ifadesiyle, müziğin ruhu aşktan başka bir şeyle anlatılamaz.

 

İslâm alimleri ama özellikle mutasavvıflar musikinin insan ruhuyla bağlantısına sıklıkla temas eder ve müziğin kaynağının elest meclisi olduğuna işaret ederler. Elest meclisinde gelmiş ve geçmiş bütün insanlık toplanmış ve kendilerine “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye soran Allah’a hep bir ağızdan “evet” demişlerdir. Hazreti Mevlâna “Cennetin ruhani tesiri ile bütün çirkin sesler güzelleşir. Biz hepimiz, bütün insanlar, Âdem’in cüzleriyiz. Biz o nağmeleri cennette iken dinlemişiz. Ruhumuza sindirmişiz. Balçıktan yaratılmamız bizi bir şüpheye düşürdü. Ama yine de hatırımızda o nağmelerden, o güzelliklerden bir şeycikler var” der. O halde, müzik özü itibariyle güzeldir ve var oluşun hikmet ve ahengini taşır.

 

Yesarî Asım Arsoy merhum İmam Gâzali Hazretleri’nin öz deyiş olarak kullanılan “mûsikî âşıkın aşkını, fasıkın fıskını artırır” sözlerine benzer şekilde, “mûsikînin bir rahmanî, bir de şeytanî tarafı vardır. Allah’a hamdolsun bana şeytani tarafını nasip etmedi” demişti. Nitekim Hazreti Mevlânâ da bu ayırıma dikkat çeker. “Sesi yücelere, yükseklere çeken her sesi, yücelerden gelen ses olarak bil. Sana hırs veren nefsânî duygunu artıran sesi de insanı yaralayan kurt sesi bil.”

 

‘O SIRRI İFŞA ETSEYDİM...’

Âlemlerin özü olan insan kainattaki bütün hareketleri, sesi, ritmi, kendi bünyesinde barındırıyor. Şems-i Tebrizi Hazretleri: “Mûsikînin ritminde bir sır saklıdır. Eğer onu ifşa etseydim dünya alt üst olurdu” diyor. Bu sırrı hissedebilen sanatkârların bize yansıttıkları ise, o sonsuz âlemlerin kapısından destursuz giremeyeceğimizi hissettirir.

 

Rahmetli Emin Işık Hoca bir medeniyetin kemâle ermesinin de yıpranmaya başlamasının da mûsikîye verilen değerle ilişkili olduğunu belirtirdi. Çünkü mûsikî hayatın bütününü kaplayan her alanda kendisini hissettirir, felsefede, matematikte, hendesede vs. Oradan kozmik âlemle direkt bağlantı kurar. İslâm alimleri, özellikle mutasavvıflar bu bağlantı üzerinde önemle dururlar. Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri, örneğin, şöyle der: Mûsıkî hikmete dâir fendir / Bilene bilmeyene rûşendir / Nice esrârı var idrâk idecek / Yer gelür sîneleri çâk idecek.

 

MÜZİK BİZİM NEYİMİZ OLUR?

Bu ülkenin geleceği için sancılı, memleketine, milletine sevdalı pek çok fikir ve sanat insanımız kültürel yozlaşmanın bizi nasıl çıkmazlara sürükleyeceği hususunda konuştular, yazdılar ve çile çektiler. Kültürel yozlaşmayı dert edinen gönül ehli ve fikir insanı merhum Sâmiha Ayverdi de bu endişelerle topluma istikamet vermeye çalışıyordu: “Türk harsının diri diri gömüldüğü sandukayı açmak ve ölüme mahkûm edilmiş irfan hayatımıza Yûnusların felsefesiyle yeniden can verip ayağa kaldırmak bir vatan ve îman borcudur vesselâm.”

 

İsmet Özel, medeniyetimizin sıradan algılarla, dar bir açıdan anlaşılamayacağını, bunun için yüksek bir idrake gerek olduğunu söyler ve şöyle der: “Itrî dinlemekten sıkılan bir adamın Süleymaniye’nin mimarisinden tat alabileceğini mümkün sayamayız. Hâfız Post’a yaklaşamamış olan birisi Doğu medeniyetinin (daha da daraltalım: Osmanlı Medeniyetinin) övgüsünü yapıyorsa ne yaptığından habersiz bir kimsedir şüphesiz. Basit gözlemlerle anlaşılacaktır ki, insanın bağlı olduğu ahenk hangi seviyede ise o insanın düşünme seviyesi de aynı seviye çevresindedir. Bağlı olduğu ahenk dolmuş şarkıları, gazino müziği seviyesinde olan insan dünyayı aynı seviyeden kavrayabilir. Düşünüş ve kavrayış seviyesi bu müziği yaşatacak, bu müziği devam ettirebilecek kırattadır. Böyle birinin yüksek seviyeli düşünceleri ne anlaması ne de aktarması mümkündür.”

 

Aynı dertten mustarip bir başka dava insanı olan Nurettin Topçu sanatın özellikle de müziğin genç neslin ruh dünyasını mayalamadaki rolü üzerinde ehemmiyetle duruyor: “Genç ruhların yetişmesinde ilk yapılacak iş onları musiki ile sık ve sürekli temas halinde yaşatmaktır. Musiki kültürü vermek, nağmeyi sevdirmek ve ruhundaki akışı karşılayacak melodiyi sesler dünyasından ona aratmaktır. Musiki temizleyicidir; genç ruhu bulaştığı kirlerden temizler, ondaki dikenleri ayıklar. Musiki ile temizlenmeyen ruh havalanmaz, uçamaz. Yerdeki bütün bayağı ihtiraslara bulaşır, kirlenir ve kararır; körleşir ve hoyratlaşır. Musikinin insana gerçekten doldurduğu ‘sonsuz varlığın sevgisidir.’ Bizde erittiği ise kinlerimiz ve zaaflarımızdır; menfaatleri kollayan zekânın çevikliğidir. Musiki bizi varlıkla birleştirir; çokluktan ve çokluğun ezasından kurtarır. Musiki ruha hürriyet vadeder, hür oluşunun ümidini sunar.”

 

TANBURİ ALİ EFENDİ’NİN KABRİ

Günlük hayatımızda artık sıkça görülen hamlıklar, hadsizlikler kültürel yoksunluğun insanı nasıl sığlaştırdığının delilidir. Her işte öncelikle, “Bundan bana ne kalır” hesabını yapmak işin gereği gibi görülmeye başlandı. Meselâ onarılma masrafını karşıladı diye diyetini istercesine tarihi bir kitabeye ailesinin adını kazıtmak kültürel çözülmenin vahim örneklerinden biridir. Bunun gibi sıklıkla milli terbiyemizle bağdaşmayan pek çok örnekle karşılaşıyoruz.

 

Musikimizin kıymetlerinden Tanburi Ali Efendi’nin kabrinin hikâyesi bizim değerlerimize ne kadar bigâne olduğumuzun başka bir örneğidir. Kültür Bakanlığı Korosu ses sanatçılarından Ümit Yazıcı Beyefendi, büyük bir fedakârlıkla Tanburi Ali Efendi’nin kabrini tespit edip yaptırmaya niyet eder. Mezar yerini Melih İnan Beyefendi’den öğrenmiştir, ona da Rüştü Şardağ 1983 yılında göstermiş. Hatta yere düşmüş olan mezar taşını da kaldırıp duvara dayamışlar. Ümit Bey bir hayırseverin bağışladığı mermerleri tırla Muğla’dan Afyon’a getirtir, ustasına mermer lahit hazırlatılır. Hatta orijinal kitabesindeki yazının aynısı İstanbul’da bir hattata yazdırılıp başucu taşına nakşettirilir.

 

Hikâyenin buraya kadar olan kısmı kadirbilirliğin güzel bir örneğidir. Ama ne var ki bunca emek bürokratik engellere takılır ve mezar yeri yapılamaz. Önce İzmir Büyükşehir Belediye yetkilileri gerçekte öyle olmadığı halde mezar yerinin sit alanı olduğunu bahane ederek izin vermezler, bunun üzerine Ümit Bey durumu CİMER’e bildirir. CİMER ilgili mercilere yönlendirir. Fakat ilgili mercilerin verdiği cevap kültürümüze hangi ölçülerde değer verdiğimizin acı bir örneğidir. Ümit Bey’e verilen cevap şöyledir: “Size ne? Dedeniz mi; babanız mı? Ne uğraşıyorsunuz?”

 

CUMHURBAŞKANININ ÇAĞRISI

“Müzik konusunda da bir dönem çok ciddi hatalar yapılmıştır ülkemizde. Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çöken Jakoben zihniyetten maalesef Türk müziği de payını almıştır, sanat hayatımızın çölleşmesine neden olmuştur. Müzik inkılabı adı altında Türk halk ve sanat müziğinin yasaklandığı dönemler yaşanmıştır.”

 

Bu cümleler, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nun açılış törenine katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, üzerinde ciddiyetle durulması gereken konuşmasından bir alıntıdır. Konuşmaya, medeniyet şairimiz Yahya Kemal’in sanatımız hakkındaki önemli tespitlerine dikkatleri çekerek onun Itri şiirinden hareketle “Türk müziği hem bu kadim birikimin hem asırlık yolculuğumuzun hem de bin yıllık hikayemizin özü ve özetidir. Horasan erenlerinin hikmetini, Maveraünnehir’in bereketini, Anadolu’nun irfanını bugüne taşıyan bir hazinedir. Türkü ve şarkılarımız bizim bu topraklardaki varlığımızın seste, güftede vücut bulan abideleridir” diye devam eden Cumhurbaşkanı yakın tarihimizin derin yarasına parmak basarken aynı zamanda dağılmış parçaların toparlanma vaktinin geldiğini de hatırlatmış oldu.

 

Bu konuşmadan birkaç gün önce değerli bestekâr ve ses sanatkârımız Bora Uymaz “bir sorunun bana hatırlattıkları” başlığıyla kaleme aldığı yazıyı göndermişti. Çok anlamlı bir tevafuktu. Bora Uymaz da yazısına yine Yahya Kemal’le başlıyordu. Onun, “Ne harâbîyim, ne harâbâtîyim. Kökü mâzîde olan âtîyim...” sözlerinin üzerinde durarak çok isabetli şu tespitleri yapıyordu: “Kanaatimce hem bu ânımızı hem de geleceğimizi dizayn edecek olan bu iki ifadedir. Aslında eski dediğimiz geçmiş, tam olarak da bunu fısıldıyor kulağımıza, sonsuz bir sabır ve şefkatli bir ısrar ile... Çünkü bir şey ancak aslı ile mevcut olabilir. Bir tay koşmayı reddedip, bütün gün oturuyorsa, at olarak var oluşunu kime anlatabilir? Sadece var olmak, bir hüviyet taşımaksızın, ne anlam ifade edebilir?” Bora Uymaz “sonsuz bir sabır ve şefkatli ısrar” ifadesi ile bize sanat eğitiminin nasıl olması gerektiği konusunda ışık tutuyor ve sözlerinin devamında medeniyetimizin temelinde yatan inancımıza da vurgu yapıyor.

 

Cumhurbaşkanının ağzından musikiye ilişkin bu hakikatin dile getirilmesi büyük önem arz ediyordu. Bizleri duygulandıran ve heyecanlandıran konuşmanın gündem oluşturacağını ümit ettik. Son derece faydasız pek çok şeyi ekrana taşıyan medya böylesine önemli bir meseleyi uzun süreli tartışmaya açmalıydı, ama olmadı, sıradan bir haber gibi sessiz sedasız unutulmaya bırakıldı. Ne yazık ki, biz hâlâ üzerine bir şey ilâve etmeden, bir mirasyedi gibi, hafızamızda kalan değerlerimizle idare ediyoruz. Kültür meselesinin gelecek açısından asli bir mesele olduğunun önemini kavrayamadığımız müddetçe görkemli mirasımızın ışıltısını giderek kaybedeceğiz.

 

Ümit ederim ki, müziğin gerçek manasını sağcısıyla, solcusuyla millet olarak birlikte konuşabileceğimiz günlere tez vakitte erişiriz.

Belkıs İBRAHİMHAKKIOĞLU - .star.com.tr

Recep YAZGANRecep YAZGAN