Güncel
Giriş Tarihi : 22-12-2014 11:25   Güncelleme : 22-12-2014 11:25

Vaiz ve Cemaat Vesayetine de Hayır!

Gülen ve ekürisinin tuttuğu saf, peygamberler ve onların takipçilerinin safı değil, Hz

Vaiz ve Cemaat Vesayetine de Hayır!

Gülen ve ekürisinin tuttuğu saf, peygamberler ve onların takipçilerinin safı değil, Hz. İbrahim devrinde Nemrud’un, Hz. Musa devrinde Firavun’un, Hz. Peygamber devrinde de Ebu Cehil ve Velid b. Muğire gibi isimlerin safıdır.

Fethullah Gülen isimli şahsın kırk yıl boyunca din, dinî değerler, kavramlar ve sembolleri tıpkı “afyon” gibi kullanmak suretiyle vücuda getirip hâli hazırda da bilfiil sevk ve idare ettiği organize çete ve şebekenin kendi ülkesine, milletine ve devletine büyük ihanetinin en azından kamuoyunda faş olmasının resmi tarihi olarak tescillendiği 17 Aralık operasyonunun üzerinden bir yıl kadar bir zaman geçti. Bu zaman zarfında mezbur şahıs ve risayetindeki şebekenin hususen halk nazarında krebilitesi tamamen sıfırlanmasa da sıfır noktasına yaklaştı. Nitekim 30 Mart ve 10 Ağustos tarihli seçim sonuçlarından, bu şebekenin kopardığı yaygara ve vaveylaya muadil bir toplumsal karşılığının bulunmadığı anlaşıldı. Öte yandan, 17 ve 25 Aralık ikliminde internete düşen beddua ve tel’in seansları söz konusu şahsın yıllar boyunca kendini “Kıtmir”, “Abd-i aciz”, “Fakir” gibi sıfatlarla anmasının haddi zatında azametli bir kibrin tevazu diye takdim edilmesinden başka bir şey olmadığınıda kanıtladı.

Bugüne gelindiğinde, Gülen ve ekürisinin “Tahşiyeciler” operasyonu ekseninde yaşadıkları, Alev Alatlı’nın “Bıldır yediğin hurmalar, kışın tırmalar” atasözüyle anlatmaya çalıştığı gerçekliğin neticesinden başka bir şey değildir. Şöyle ki bu ülkede kendisini dine izafe eden bir grup veya hareket düşünün ve bu grup en başta liderleri olmak üzere yıllar yılı Allah, Kur’an, Sünnet, sevgi, merhamet gibi kavramları dilinden düşürmesin; her fırsatta “Hoşgörü ilkemizdir” gibi bir mottoyla kendini takdim etsin; derken bu grubun başındaki şahıs günün birinde çıkıp hükümet devirmeye teşebbüs etsin. Yine bu grup yıllarca gizli görüntü ve ses kaydından sınavlarda soru çalmaya, “Tahşiyeciler” meselesinde görüldüğü gibi, akla ziyan gerekçelerle insanları hapse tıktırıp hayatlarını karartmadan yurtiçi ve yurtdışında ihale dağıtmaya, Milli İstihbarat Teşkilatına ait araçların önünü kesme girişiminden kendi devletini Batı âlemine şikâyet ve jurnallemeye kadar her türlü münker ve menfur işle iştigal etsin ve bütün bunlar olup biterken Fethullah Gülen isimli şahıs sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi, sözüm ona ruhsal esrimeli vaazlar ve “İnsanlığın iftihar tablosu” gibi garip tanımlamalarla hikâye anlatmayı sürdürüversin.

Hep güçlünün yanında

Bu tablo gerçekten iğrenç ve tiksindirici bir tablodur! Yine bu tablo ülkem, milletim, devletim veya en azından benim için utanç verici bir tablodur! Geçmişteki sireti son derece kaypak ve karanlık olan Gülen’in sevk ve idare ettiği bir örgütün yargıdan emniyete kadar devletin bütün kritik kurumlarını ahtapot gibi sarmasına bunca yıldır göz yumulmuş olması ve bugün itibariyle taşın içerisinde pirinç ayıklamak gibi berbat bir durumla karşılaşılması, memleketteki milyonlarca insanın vicdanını kanattığı gibi benim sinemi de yakmaktadır.

Geçmişte olduğu veçhile şimdilerde de sürekli olarak peygamberler tarihine gönderme yapan ve bütün peygamberleri kendisi ve kendi ekürisiyle özdeşleştiren, buna mukabil ülkesinin başındaki devlet ve siyaset adamlarını “Firavunlar, Nemrutlar” diye nitelendiren Fethullah Gülen günümüz Türkiye’sinde olup bitenleri de aynı minvalde yorumlamakta, dolayısıyla başlarına gelen sıkıntıları tıpkı peygamberlerin başlarından geçen ağır imtihanlarla bir tutmaktadır. Hâlbuki bu şahsın ve şebekesinin bugüne kadarki serencamına kabaca göz atıldığında, hiçbir zaman zayıfların, mazlumların yanında yer almadıkları, aksine müdaheneci, müdaaracı ve tabasbuscu bir tavırla her dönemde güçlünün yanında saf tuttukları derhal anlaşılır.

Darbelerde askerci

Bu gerçek bedahet düzeyinde malum ve meşhur olmasına rağmen, Gülen’in 12 Eylül 1980 darbesinden bir ay kadar sonra Sızıntı dergisinde yayımlanan “Son Karakol” başlıklı başyazısının, “Ve, işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.” ifadeleriyle son bulduğunu, keza 28 Şubat döneminde, “Genel Kurmayımızın çok değerli İkinci Başkanı, Sayın Komutanım” diye başlayan mektubunda, “Devletimiz zaten kendisinin olan bu okulları dilediği zaman devralabilir” diyerek Çevik Bir ve diğer askeri erkana tabasbusta bulunduğunu bu vesileyle hatırlatmakta fayda vardır.

Yine bu vesileyle Gülen’in, “İsrail’de bomba tehdidi altındaki Yahudi çocukları için yüreğimin yağları eriyor, onların başında patlayan bombalar sanki içimde patlıyor” derken, Mavi Marmara gemisinde İsrail askerlerince şehit edilen onca masum Müslüman ve memleket evladı için, “O gemiyle yola çıkarken kime sormuşlar; İsrail’deki devlet otoritesinden izin mi almışlar?!” mealinde sözler söylediğini de hatırlatmak lazımdır. Bu arada, Mavi Marmara hadisesinde İsrail ve devlet otoritesinden dem vuran Gülen’in 17 Aralık sürecinde kendi ülkesinin başındaki siyasi figüre otorite atfetmek şöyle dursun, “Uzun, Ağa” gibi çok çirkin sıfatlarla anmanın yanında beddua ve laneti vird-i zeban hâline getirdiği de unutulmamalıdır.

Yukarıda ifade edildiği gibi, Gülen ve ekürisinin dinî kisveli bir hareket olarak peyda oldukları günden bu yana sürekli olarak güçlünün yanında yer aldıklarını, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözünün fehvasınca, kendileri dışındaki tüm dinî grupları ve Kemalist/Laikçi vesayetle mücadele eden Müslümanları bir çırpıda yalnız bıraktıkları, hatta başörtüsü meselesiyle ilgili “Furuattandır” fetvasında görüldüğü üzere bir kalemde sattıklarıda malumdur.

Vesayet kaderimiz mi?

Bütün bunlardan hareketle denebilir ki Gülen ve ekürisinin tuttuğu saf peygamberler ve onların takipçilerinin safı değil, Hz. İbrahim devrinde Nemrud’un, Hz. Musa devrinde Firavun’un, Hz. Peygamber devrinde de Ebu Cehil ve Velid b. Muğire gibi isimlerin safıdır. Kırk yıllık bir geçmişe uzanan, hâlen de olanca çirkefliğiyle gözümüzün önünde duran onca habasetine rağmen bu şebekenin az çok hayırlı hizmetinden veya en azından tabandaki mensuplarının masumiyetinden söz etmek kesinlikle saf dillik, değilse art niyetliliktir. Kaldı ki tabanda bu şebekeye halen sahip çıkan birçok kimse, sarhoşlarınher defasında kendi yakınlarına değil de nefret ve kin besledikleri şahıslara küfretmesi gibi gayet bilinçli bir tavır sergilemektedir. Aslında yediden yetmişe bütün herkes özellikle 17 Aralık’tan bu yana olup biten her şeyin yeterince farkında ve ayırdındadır.

Anadolu topraklarında narenciye ve hububattan daha çok Celali, Babai isyancısının yetişmesi ve bu isyancıların çok kere Şeyh, Hacı, Hoca gibi namlarla temayüz etmesi, akl-ı selim ve sağduyu sahibi herkesin üzerinde durup düşünmesi gereken çok önemli bir meseledir. Vesayet bu ülkenin ve milletin kaderi olmasa gerektir. Tek Parti vesayeti biter, Asker vesayeti başlar; bu vesayet biter bitmez sözüm ona “Vaiz” ve “Cemaat” vesayeti başlar. Bu son olsun; artık yeter!

Prof. Dr. Mustafa Öztürk/Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fak. Stargazete

adminadmin