Bir tek erkek evladı var o da benim. Benim başka seçeneğim yoktu. Babam ısrarla İmam Hatip ve İlahiyat okumamı istedi. Şimdi siz on yaşında bir çocuksunuz. Kırk kişilik sınıfımdan otuz dokuz arkadaşımın dışında bir tek ben İmam Hatip'e düştüm. O otuz dokuz çocuğun arasında İmam Hatip'e düşmek ve onların baskısıyla kimi zaman böyle evden öğrendikleri muhtemelen müstehzi, işte imam mı olacan falan gibi şeyleriyle o baskı altında gittik geldik o yıprattı bizi.
Babam, Allah selamet versin "Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir"in o tekdir safhasını direkt atlardı kötektir safhasına geçerdi. Onun ezikliği travması var. O zamanlar asker ocağında da dayakla karşılanırdınız, Kuran Kursu'nda da benzer bir durumla karşılanırdınız. İmam Hatip'te öyleydi.
İkinci sınava gidiyorum, tercih formum elimde. Babam dedi ki " Oğlum babalık hakkım için, helal etmemi istiyorsan bu tercihlerin en başına İlahiyat yaz dedi. Hiç yok ki zihnimde. Bu sefer tercih formunu açtım. Marmara İlahiyat'ı yazdım. Babamın istemesi üzerine ben İlahiyat'a gittim.
Pişman mısınız?
Sayısız saldırıya uğruyorum. Birde üstüne üstlük insanlardan saldırılara maruz kalınca keşke hep şöyle bir sözüm bir de Türkiye'de dindarlarla bazı kesimlerin zaman zaman böyle kriz vasatlarında hesaplaşmalar olunca o hesabı görülecek ilk adreslerden biri ya İlahiyat fakülteleri ya İmam Hatip liseleri ve oranın mensupları olur. Bir de burdan yana sıkıntılarımız var. Bütün bunları biriktirince hep şöyle demişim " keşke diş hekimliği okusaydım. 28 Şubat'ta da diş doldururdum. Başka sair zamanlarda da diş doldururdum. Bu kadar yıpranmazdım.."
Bütün bu olabilecekleri en başından beri yaşadım. Babam bana karşı çok merhametlidir şeffkatlidir ama onun çocuk yetiştirme çocuğu adam yöntemi kötekli olduğu için çok ta travma yaşamışımdır. Bu travmaların tamamına yakını da din üzerinedir. İkinci travmayı imam hatipte yaşamıştım ama ne imam hatip kurumundan vazgeçerim ne de bu yapıların bana yapıp ettiklerinden dolayı benim kendi projelerimi ilmi çalışmalarımdan vazgeçerim. Bir de şunu söyleyim ben artık bizim mahallenin insanın birbirine din anlatmasından usanmışım. Herkes fazlasıyla biliyor. Adeta ötekinin üstüne boca etmeye çalışıyor. (Prof. Dr. Mustafa Öztürk ve Babası)
Üniversite imtihanına girerken " sen nereleri yazacaksın? Sen nerde okuyacaksın?" Babam çok sert bir adamdı. Allah rahmet eylesin.
Dedim "baba ben lise mezunu oluyorum, liseyi de birinci bitiriyorum". O zaman lise birincilerine kontenjan ayrılıyordu. İstediğin yere giriyordun. 1983 yılından söz ediyorum. Öğrenci kardeşlerimiz o zaman toprakta mineral durumundaydı. O zamanlar dedi ki merhum babam " Sen demek başka okulları düşünüyorsun?"
- "Evet dedim Tıp Fakülteleri, Siyasal, Hukuk falan" şimdiki gibi ayrılmamıştı. Puan türleri yoktu. Hele okul birincisiysen gidiyorsun. Hiç unutmuyorum. " Bak dedi, Samsun İlahiyattan okul yazarsan kendine git başka bir baba bul. Akşam bu eve gelme" dedi. Çok sert bir adamdı ve ciddiydi yani öyle kuru tehdit değil. "Başka bir şey yazdıysan gelme bu eve benim senin gibi bir oğlum yok" dedi. (Prof. Dr. Mehmet Okuyan ve Babası)
Şunu söyleyim. Ben yedi yaşında çıktım çıkıştım. Ben amcamın yanında büyüdüm. Benim annem üç yaşında öldü. Ben bir babalık görmedim ama biyolojik olarak babam. Dolayısıyla başımın tacı. Söyleyecek bir şey yok. Hiç saygısızlık ta yapmadım bugüne kadar. Yapmam da hiç benim ağzımdan aleyhine bir şey duydunuz mu? Hiç bir gün bir şey söyledim mi? (Mustafa İslamoğlu ve Babası)
Ben idealini babasına ve onun fallusuna yansıtamamış ve bu nedenle kusurlu özdeşleşmeler gerçekleştirmiş olan özneler (burada erkek özneleri kastediyorum), apaçık narsisistik nedenlerle, yoksun oldukları kimliği çeşitli araçlarla edinmeye itilirler; yaratıcılık bu araçlardan birini temsil eder. Eksikli kimlik hadım edilmekle bir tutulduğu için, bu biçimde yaratılan yapıt fallusu simgeleyecektir. Yine de, babayla (ya da baba ikameleriyle) özdeşleşmenin imkansızlığı, özneyi, yapıtı da tıpkı kendisi gibi soy zinciri ilkesine tabi değildir. Babanın niteliklerinin içe yansıtılması (babaya atfedilen özelliklerin içe yansıtılmasıyla simgelenir) gerçekleşmediğinden, bu süreçle ilgili arzular bastırıldığı ve karşı yatırıma maruz bırakıldığından, özne, yapıtını üretmek için zorunlu olan cinsellikten arınmış (yüceltilmiş) libidodan yararlanamayacaktır. Dolasıyla, yapıtın yaratıcısı ben ideali olacaktır ama kullanılan hammadde temel olarak değişmeyecektir. Hiç kimsenin oğlu olmayan bu yaratıcı, gücünü zengin ve dolu bir libidodan alan sahici bir yapıtın babası olamayacaktır. Kendi kendine edineceği kimlik, bir soy aidiyetinin yadsınması temeline dayandığına göre, zorunlu olarak gasp edilmiş bir kimlik olacaktır. Bu biçimde yaratılan simgesel fallus da ancak sahte bir fallus olacak, yani bir fetişten başka bir şey olmayacaktır. Yarattığı şey, babayla yeterli bir özdeşleşmenin yaşanmamış olması nedeniyle ancak yapay, yani fetiş olabilen kendi abartılmış fallusunu temsil eder. (Janine Chasseguet-Smirgel, Ben İdeali)
Dindar bir putperestliğin egemen olduğu bir dönemdeyiz. Laikçi, dinci, ulusçu, kavimci, mezhepçi, meşrepçi Julianlar, her yanımızdan farklı kelime ve sloganlarla bizi kuşatmış, ülkemizi, toplumumuzu, çocuklarımız çalmaya uğraşıyorlar. Mason tarikatların absürt ritüelleri ile geleneksel tarikatçıların zikri birbirine karışmış. Atatürk adıyla, Kuran/Sünnet adıyla, vatan, millet, bayrak, Cumhuriyet diyerek, bilim, çağdaşlık, özgürlük, demokrasi, Türk, Kürt gibi fetişleştirilmiş kavramlarla, birbirine karşıtmış gibi görünen bir putçuluk kumpasına alınmışız. Bunların hepsi putperestliktir, paganizmdir, ilkel inanç ve bağlanma biçimleridir. Hepsi de insanı kullaşmaya, itaate, akıldışına bağlanmaya, fetiş ve tabularla yaşamaya zorlayan birer pagan/şirk dinidir. Animizmin ve paganizmin yeniden hortlaması sadece ülkemize özgü değildir. Sosyalizm gibi somut anti kapitalist muhalif bir dilin ortadan kalktığı son 20 yılda küresel kapitalizm insanlığa bu ilkel inançları empoze etmeye başlamıştır. Bugün ekonomi alanı, medya ve eğlence dünyası, tamamen animist-pagan dinlerin tasallutu altındadır. Hristiyanlık ya da Yahudilik diliyle konuşanlar dahi aslında paganizmi empoze etmektedirler. İş, çalışma ve paraya dayalı tüm ekonomik ilişkiler, eski çağların efendi-köle düzeninin yeniden üretilerek çağdaş kelimelerle süslenmiş biçimleridir. Tıpkı bunun gibi, teolojik düzeyde de tüketime yönelik marka ve modalar, reklam objeleri, eşyaların ve şöhretlerin ilah olarak fetişleştirmesi, bazı davranış ve gündelik yaşam biçimlerinin idealize edilmesi, eğlence kültürü görünümüyle şaman ayinlerinin moda yapılması, animist-pagan alışkanlıkların nüksetmesinden başka bir şey değildir. İlahi dinler, eskiden de tıpkı bugünkü gibi olan köleci düzenlere başkaldırmış ve insanı bu düzenin ekonomi-politiğinden özgürleştirmeye çalışmış, bununla beraber inanç düzeyinde de o düzenin teolojisini ifade eden her tür akıl dışı bağımlılık objelerini (putları) yıkarak insana şahsiyet kazandırmaya çalışmıştır. (Bütün putları devirelim, Ahmet Özcan)
“Fetiş haline getirme”, bütünün içinden çekilip çıkartılan tek bir parçaya aşırı önem atfeden ve bu parçaya indirgenen bütünün önemsizleştirildiği bir mekanizmayı tarif ediyor. Yani, parçayı büyütüp, bütünü önemsizleştirdiğimiz bir işlem söz konusu burada. Bu işlemin düşünce alanındaki muadili ise, kelimeleri, terimleri, kavramları fetiş haline getirmek. Başka bir deyişle, içinde yer aldığı anlamsal bütünü yok sayacak derecede tek bir kelimeye takılmak, kelimeye içinde yer aldığı cümle, paragraf, metin, kitap veya külliyattan daha büyük önem atfetmek, fetişleştirmek demek. Fetişizm, üç ayrı paradigmayı davet eden, üç farklı anlama sahip: dini fetişizm, meta fetişizmi ve cinsel fetişizm. Bu nedenle teolojiden(ilahiyattan) sosyolojiye, kültürel incelemelerden psikanalize, feminizmden Marksizme kadar farklı disiplinler ve teorik çerçevelerden ele alınagelmiş bir kavram. (Fetiş İkame, Tuna Erdem)
Çocuğun psikolojik gelişim sürecinde, baba erkek çocuğun ben ideali haline gelecektir. Baba'nın ruhsal anlamda bilinçli ve yeterli olmadığı durumlarda; babanın işleviyle kırılması ve böylece babayı bir ideal olarak koyması gereken bir gelişim aşamasında çocuğun beni ideal olarak kendini yerleştirdiğinde, gelişimi çokbiçimli-sapkın bir hal alıyor ve büyüklenmeci çocuksu cinsellik aşamasında takılıyor.
Bir çocuk yada genç olarak babanızla ilişkilerinizde travmalar yaşamışsanız hayat boyunca dev bir egonuzla yoldaş olursunuz. Ruhunuzda bir boşluk, bir karanlık, bir sessizlik hüküm sürer. Büyüklenmeci söylemler geliştirirsiniz. Babaları ile kuşak çatışması yaşamaktan kaçınan ve babalarına boyun eğen kişiler eninde sonunda gelenekle, toplumla, devletle, dinle çatışırlar.
Dini söylemleri fetiş haline getirmiş yazarların ya da bilimadamlarının söylemleri kültür, bilim sanat hayatını gereksiz yere ele geçirmiş durumdadır.
Hristiyanlık, Yahudilik, İslamiyet diliyle konuşanlar dahi aslında paganist bir dine doğru kitleleri yönlendirmektedirler. Allah adına önce peygambersiz sonra da Allah'sız bir dine doğru televizyon denilen iş karıştıran, karıştırıcı, arabozucu, yalancı yani deccal sayesinde koşar adım ilerliyoruz. Dinimizin dinamiklerine dinamit koyan televizyon Türkçe'mizi de dinamitlemeye başladı. Bilimadamı artık biliminsanı, işadamı ise işinsanı oluyor. Yük taşıyan eşekler de artık işhayvanı olur yakında. Dinimizi de çalan televizyon şimdi de dilimizi çalıyor. Milli Eğitim Bakanlığı, Aile Bakanlığı ve Üniversitelerde uygulanan Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları kapsamında kelimelerimiz, kavramlarımız, atasözlerimiz, deyimlerimiz değiştiriliyor ve güzelim dilimizi de kaybediyoruz. 1 KASIM 1928'de harf devrimi geçmişle bağlarımızı nasıl kökten kopardıysa şimdi de iş insanı, bilim insanı derken adam gibi adamlığımızı kaybediyoruz. Asım'ın nesli değil dindar nesil de değil; deist, nihilist, biseksüel bir nesil sosyolojik ve psikolojik olarak gelişimini tamamlıyor. Yetkililer bu gerçeği fark ettiklerinde toplum olarak çok yara almış olacağız. Dinimiz yıkılıyor, dilimiz çalınıyor çünkü batının kurum ve kuruluşları tarafından ailemiz kuşatılıyor. Kadının özgürleşmesi adına annelerin iş insanı olması için çaba harcanıyor, üç beş erkeğin şiddeti bahane edilerek babaların da otoritesi hedefe konmuş yumuşak babalar o da yetmez yusyumuşak erkekler yaratılıyor. Kadına şiddetin çözümü olarak erkeklerin yumuşatılması da sorunu çözmeyecektir. Bizden söylemesi...
Dilimi çaldın kelimelerimi çaldın
Bana ne bıraktın kanlı soygun
Sezai Karakoç
Din, televizyonda anlattıkça değer ve anlam yitirir. İnsan ruhu televizyondan güçlenmez ve beslenmez aksine uyuşur, uyuşturur. Televizyonda anlatılan din afyondur. Televizyon konuşulmaması en gereken dindir. Televizyondaki Afyon/Din satıcılarına itibar ederseniz ruhunuzu kaybedersiniz. Karar sizindir uyuşmuş ve uyuşuk dininizle cennete gidiyoruz sanırken cehenneme kadar yolunuz var.
Yolunuz açık ve aydınlık olsun...
Psikolog Hüseyin KAÇIN