Mahşer.
Bütün bu olup bitecek olanlara rağmen hala yalnızlığınızla barınarak yürümemeyi mi düşünüyorsunuz? Gönlünüzü avuçlayarak, sarsılarak gönüller aramayacak mısınız?
Peygamberlerden, erenlerden gelen çağrılara uymayacak mısınız? Yeryüzünün bunaltıcılığından göklerin ferahlıklarına kavuşmayacak mısınız? Gurura adanarak söylenmiş sözlerle, aldatıcı bakışlarla, ayak kaydıran sevgilerle yalnız olduğunuzu ve daima yalnız kalacağınızı anlamayacak mısınız?
Allah’ım!
Benliğimdeki putların varlığına rağmen, Senden gönlümün İbrahim’ini diliyorum.
Yalnızlığımla olmuyor.
Dilenciler hayat adına para dilense de
Yalnızlığın vehminden sıyrılmak adına
Göklere yönelerek ötelere sığınmak adına
Bir elimde yüreğimle dost dilenerek.
Allah’ın rızası adına
Bir dost diliyorum.
Allah’ım!
Sır içinde sırlanmış sırlarla perde gerisinde eşyanın ötesinde her şey başkaca anlamlar kazanıyor. İsyan edemiyorum. Bütün iç kuvvetlerim beni isyana kışkırtsa da teslimiyete çeken benim dışımda başka bir kudretin gerilim yaratan huzuruna çaresizliğimin sunduğu bir çare olarak sığınıyorum. Bütün kapıların sana açıldığını idrak ediyorum. Sen dilemedikçe dileklerimin anlamları kayıp gidiyor. Seni idrak edebilmemdeki bütün kısırlığımla bağlantılı olarak anlayabildiğim kadarıyla her şey bir tohum içinde gizlenmiştir. Devasa canlıların başlangıcı bir tohumdan ibarettir. Asırlara meydan okuyan bir çınarın heybeti başlangıç olarak bir tohum içinde çaresizlikle gizlenmiştir. Bütün dilemelere rağmen günü gelmeyen sırlar gün yüzüne çıkmayarak teslimiyetlerini sürdürmektedirler.
İstedim. Duygularımı ve düşüncelerimi bütünüyle bu isteğin ışımasına adadım. Karanlık gecelerin karanlıklarına acıyan yüreğimle isyan edesim geldi. İsyan! İsyan! Hep isyan. Yine de teslimiyetin galibiyetleri aydınlıklar sundu yüreğime. Yine o aydınlığa sığınmak istiyorum. Bir annenin bebeğini bir an evvel doğurmak adına olan sabırsızlığını af eden Allah’ım! Benim benliğimi doğurmak adına katlandığım sancılarıma şifa lütufları sunar mısın?
Duygu ve düşüncelerimden sızarak benliğime ve bedenime yapışan yalnızlığımla baş başa kalmaktan kurtarır mısın? Yalnızım! Yalnızım! Allah’ım!
Yalnızlık Allah’a aittir. İnsanın yalnızlığında vehimleri, korkuları, çaresizlikleri bir arslan kesilir. Bu duyguların saldırgan yanlarına karşı yalnızlık savunmasızlıktır. Bir ses, bir ışık, bir his de olsa bir şeylerin yanında olduğunu bilmek insana güven vermektedir. Allah’ın kutsal ve kutlu yollarında peygamberler de yalnızlıklarından Allah’a sığınmışlardır. Hz Musa’nın yanında Hz Harun ne anlam ifade etmektedir? Çöl yalnızlığı affetmediği gibi hayat da yalnızlığı af etmemektedir. Hz Peygamberimizin yanında Hz Ebubekir gibi bir dostun bulunması Allah’ın güzelliği değil midir. Hz. Peygamberimizin fizik ve metafizik hicretinde yanında bir dostun bulunması bizlerin dikkatlerine ve idraklerine öğretici bir ders değil midir? Dostun uyuması adına yılan ısırmasına dayanmak kainatın alınyazısında sırlanarak samanyolunda kayıp giden bir yıldız değil midir? En kutlu dostlukların şifalarıyla yalnızlığın yaralarına aldırmadan hayatta varolabilmek birincil görevimiz değil midir?
“Benim için birbirlerini sevenlere, birbirleri ile alakalananlara, ziyaretleşenlere ve yardımlaşanlara muhabbetim, rahmet ve mağfiretim vacip oldu. " Hadis-i Kudsi
Hz Şems ve Hz Mevlana dikkatlerini ve idraklerini aydınlatma becerilerini hangi kutlu dostlukların şifalarından kana kana yudumlayarak elde etmişlerdir? Birbirimizden ayrılarak varolmaya çabalamak hayatımızı karanlıklara esir etmektedir. Bir yanda hidrojen atomu bir yanda oksijen atomunun ayrılığı yanmakta ve yakmaktadır. Birbirlerine kavuşmalarının ardından berrak sular çağlamaktadır. Birbirlerinden ayrı duran iki canın kavuşmasından
dereler, nehirler, denizler ve deryalar varoldu. Kainatta her varoluş birbirinden ayrı duranların kavuşmasının eseri değil midir? Fiziki olan birleşmeleri yerine getiren insanın metafizik birleşmelerin uzağında durması ve hatta haberdar bile olmaması yanıcı ve yakıcı ızdıraplarla onu kıvrandırmaz mı? Özeliyle insan ve geneliyle insanlık yanarak ve yakarak kıvranmaktadır; ızdırapların esaretinde yalnızlıklarıyla, gözyaşlarıyla, bunalımlarıyla çaresizliklerin içinde bocalamaktadırlar. Bilmemenin ve görmemenin suçunu kendi benlikleriyle kaderlerine kazımaktadırlar. Benliklerindeki körlük kaderlerini de karartmaktadır. Elbette ki çaresizliğin içinde çareler bulunmaktadır. Karanlığın körlüğünde yarasalaşan benlikler çarelerin ışığından kaçmaktadırlar. Bu sebeple çaresizliklerin çareleri çaresiz kalmaktadır. Metafizik dünyada insan ve fizik dünyada insanlık yıkıma doğru sürüklenmektedir.
Yer sarsıntılarından yürekler sarsılacak. Yerin altından göğü aydınlatan ışıltılar yüreklere korku salacak. Korku ile sarsılan yürekler çaresizlikle secdelere yönelecekler. Secdelerde yürekler sarsıldıkça rahmetin ve mağfiretin limanlarına sığınılacak. Yüreklerimiz yeryüzünün anlamsızlıklarından ayrılarak gökyüzünde anlam arayışlarına yönelecektir. Umulan daima bu olmalıdır. Ümidimiz kavi olmalıdır. Fakat bütün bu yerden ve yürekten sarsıntılara rağmen hala eskide ayak diretenler kaybedeceklerdir. İlkelliğin yıkıntılarında vahşiliğin yakıcılığında eriyerek kül olup gideceklerdir. Yeryüzünün albenilerine aldananlar hırslarıyla kahrolacaklardır. Her şey benim olsun, her şeyi ben bilirim diyenlerin saraylarda şehvetleriyle, benlikleriyle, yalancı cennetleriyle yaşayanların kırk yıllık saltanatları kırk saniyede sarsılacak ve yıkılacaktır. Her şey eninde sonunda öyle ya da böyle Allah’a dönecektir. Öyleyse yüreklerimizdeki yalnızlıkları yıkmak adına her ben bir sen bularak birbirlerine sarılsınlar. Birbirleriyle kavuşan benlikler yanıcılıklarından ve yakıcılıklarından arınarak ab-ı hayatlaşacaklardır. İnsanlığın metafizik dünyasındaki servet abideleri birbirlerine kavuşan benlikler değil midir? Kavuşan benliklerden çağlayan derelerden denizlere denizlerden deryalara sükunet tutulmalarında sırlar hakikat perdelerini aralayacaklardır.
Allah’ım!
Bu gece ışımak ve kavuşmak adına merhametinle tecelli eder misin? Gecemin karanlıklarına meleklerin bir kıvılcım çakar mı? Ben ve sen dostluğunun kıvılcımında yana yakıla yanmamayı ve yakmamayı öğrenmeyi lütfeder misin? Yanmayan ve yakmayan birbirine kavuşmuş iki benliğin birliğindeki yürümelerimizde yar ve yardımcımız olur musun Allah’ım!
Sen’i Sen’den dilemek adına yalnızlığım yetmiyor. Paylaşılmayan her şey kayıp gidiyor. Paylaşılmayan saadetler kahır olarak yüreğe batmaktadır. Benliklerimizin hiçliğinden sonra her şey hepleşecektir. Allah’ım! Sana hakikat olarak bütünüyle varamasak da varabildiğimiz yerdeki mesut gönüllerimizde daha da ötesi adına ümit etmekteyiz. Seni idrak etmeyenlerin cazibesi yitip gitmektedir. Yol yine de tehlikelidir. Vehimlerimizden sıyrılamadığımız müddetçe benliğimizin putları dimdik ayaktadır. Ey benliğimin İbrahim’i neredesin?
Hz Peygamber’in Hz. Ebubekir’i ve onların nurlu yollarının gönülden adanmışları Hz. Mevlana’nın Hz. Şems’i. Karanlık gecelerimizin mehtapları ve yıldızları adına. Allah’ım! Dostluğun yetimliğinde esir olarak yaşatmayıp hayatın içinde pervaneliği dileyen bana mum olacak başka bir ben lütfeder misin?
Allah’ım!
Bu gece ışımak ve kavuşmak adına ben ve başka bir benle beraber sığınmak istiyorum. Senin merhametini ve rahmetini diliyorum. Yalnızlığımdan kurtulmak istiyorum. Bedenimi ve benliğimi kıvrandıran acılarıma inat ümitlerimin galip gelmesini diliyorum.
Allah’ım!
Benim yüreğimi ona vererek ve onun yüreğini bana alarak gecemin ışımasını diliyorum.
Bu gece.
Ya ayrılık ya kavuşmak.
Ya ayrılığın elemlerinde esir olarak yeryüzünde kıvranan ben ve sen ya da kavuşmanın saadetlerine hür olarak göğe yönelen ben ve sen.
Her şey senden gelecek kabul etmeye ya da red etmeye düğümlendi.
Sabır.
Sükut.
Bu gece ya şenlik
ya da matem.
“ Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder.
Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir.
Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur. “
Hz Mevlana
Allah.
Ne şenlik ne de matem. Yangın. Her yanımı kasıp kavuran alevler. Yanıyorum. Tohum hala çatlamamak da direniyor ve beklenen filiz yeşeremiyor. Bebek hala doğmamak da direniyor ve heyecan kalbe vuruyor. Bu ilk yangınım değil ki dayanacak cesaretimi kaybetmemeliyim. Saniyelerin ilerleyişi duruyor ve her saniye bir ok gibi bedenime saplanıp kalıyor. Alev ve ok yaraları arasında ölüme direnmek adına kıvranıyorum. Ne fayda ki ölmem gerek daha fazla direnmenin anlamı kalmadı. Hayatın bin bir düğümünden bir düğümü çözebilmek adına ölmem gerek. Her düğümün çözülüşünde bizi bekleyen ölmektir. Bin bir düğümün çözülüşü ve bin bir ölümün dirilişi. Kainatı kuşatan sabrın benliğimi de kuşatmasına direnemiyorum ve sabır korku ile kuşatıyor. Korkuyorum. Kaybetmekten her şeyin bir anda yitip gitmesinden korkuyorum. Ayrılık saatinin yelkovanı hala yüreğime batıyor ve akrebi ise kırılmak bilmiyor. Allah’ım! Bu akrep de yelkovan da kırılsın ve ayrılık saati parçalansın. Gönlünden gönlüme “evet” diyen bir ses yankılansa. Ah! Bütün hayatımı bir hayal böceğinin zaman kozasından hakikat kelebeği olarak kanatlanmasına adadığımı nasıl anlatsam? Kainatı damıta damıta billurdan damlalar olarak benliğime sığdırmaya çalışmanın sancılarını nasıl dile getirebilsem? Kainatın güneşini istikbal, ayını mazi ve dünyasını hal olarak bir ben’e sığdırmak ve istikbal tutulmalarında yakarak mazi tutulmalarında yanarak hali olgunlaştırmak adına kıvranmak. Kaderim! Ah! Kaderim! Hal’den anlayan bir gönle sarılmaya ve kan kan içinde kavuşmaya imkan vermedin. Ciğerlerime yapışan ah!larımdan başka sermayem kalmadı elimde. Gurur, kibir, şehvet gelebilmek kaydıyla çekip giderken yalınlığımla baş başa kalıyorum. Yalınlığım ve ben yalnızım. Kaygan bir zemin üzerinde durmak gibi değil yürümek gibi de değil başka bir hal içinde bulunduğumu hissediyorum. Kaderime yalvarmak gibi bir şey. Hala anlayabilmiş değilim. Aklım yok oldu. Aklım yok oldu. Aşkım ise yeşermedi hala. Kurumuş bir ceset gibi hayata tutunmaya çalışıyorum. Artık insanları sevmek melekemi de yitiriyorum. Nasıl sevebilirim ki? Can yok gönül de yok. Cansız gönülsüz sevgi nedir ki? Ne verebiliyoruz ne de alabiliyoruz. Birbirimize olan ikramsızlığımız bizi vahşileştiriyor. Dişlerimiz bileniyor. Birbirimize diş geçirebilmek adına saldırganlıklarımızda dişlerimizin arasından akan salyalarla yaşıyoruz. Vahşetimiz ele avuca sığmayarak her yerde sergileniyor. Sevgi yoksa yalan ve yağma vardır. Yalan yüreklerimizle birbirimizin en bakir yerlerini bile yağmalıyoruz. Bekareti olmayan benliklerin kurtuluşu da olmayacaktır. Sevgi aşılaması yapılmayan yüreklerde taze yürekler yeşermeyecek. Yağmalar arasında şehvet artıklarından boğulacağız. Her yanımızı kasıp kavuran şehvet son nefesimizi de alacak ve hayatımız anlamsızlaşarak sıradanlığın mezarlıklarında yok olup gidecektir.
Hayatımıza mezarlık kitabeleri dikme hakkımız var mıdır? Gurur, kibir, hırs, haset, şehvet kitabeleri arasında insan yalanla ne kadar yaşayabilir?
Allah’ım!
Hayatımın miracında dem be dem dualaşarak yaşamak istiyorum.
Yalnız olmayacağım gönlümün azıklarını paylaşarak yürüyeceğim bir dost diliyorum.
Mümkün mü? Yarın olabileceğine olan ümidimi koruyarak bugün için mümkün değil demek mecburiyetindeyim. İnsanın vahşiliği, nankörlüğü ve daha buna benzer birçok olumsuz sıfatları varoldukça iyi olan her bir şey silinip gidecektir. Dilin duygu ve düşünceler karşısındaki kısırlığından sebeple anlatmak istediklerimde kısırlaşıyor.
Gülüş güzel yüreği karartılmış bir dostun anlayışına güvenerek evet demesini beklerken hayır diyen sesini işittik. Rüyalarımızın ve bedenimizi kasıp kavuran sıkıntıların çağrışımlarından hareketle beklediğimiz gerçek oldu.
-Hayır! Mümkün değil. Yapamam.
Sol böğrüme bıçak yarası gibi dost yarası saplanıp kaldı. Bugüne değin olup bitenlerden sonra böyle bir karar mı almalıydın? Gülüşü güzel adam en azından yanıldığını kabul ve itiraf eder misin? Tutunduğum tek dal olarak bir sen kaldın demiştim. Oysa sen kalkıp o dalı da kırdın. Neden kırdın?
“ Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah’ın yanındadır. “ Ayetlerden Sahneler
“ Rivayet edildiğine göre, Mekke’den hicret arzusunda bulunan bazı müslümanların eş ve çocukları, kendilerinin perişan duruma düşeceklerini öne sürerek, babalarını hicretten alıkoymak istediler. Fakat hicretle kazanılan yüksek mertebeleri öğrenen müslümanlar, eş ve evlatlarını, kendilerine engel olmaya kalktıkları için
cezalandırmak isteyince bu ayet indi; onların affedilmesini emretti. Bunun yanında, mal ve çocukların beklenmedik yer durumlarda kişiyi günaha sokup, ahiret hazırlığından alıkoyabileceğine de işaret edilmiştir.”
Her şeyi bir kenara bırakıp daha fazla mal kazanmak adına eşin adına ve çocuğun adına hayır dedin. Böylece büyüklüğünü bir anda küçültmüş oldun. Bilinen ve haber verilen imtihanı kolaylıkla kaybetmiş oldun. Eş, çocuk ve mal adına sonsuzluğu, gökleri, nurları yani ruhunu kaybetmiş oldun. Ruhsuzluğunla sıradan bir hayatın içinde bocalayıp çırpınmaktan başka ne kalacak? Bugünün sıkıntılarını, perişanlıkları kesip atmak adına yarının güzelliklerini ağlatmış oldun. Bugün kaygılardan uzak olmak adına yarının azaplarını çağırdın. En büyük azabın kollarında büyüteceğin Mina olacak. Elif lam mim ile sırlanmamış ve korunmamış Mina, senin gönlüne azap taşır olacak. Elif lam mim adını da kızına koymanı istemiştim. Eşinin gülüşünü dost bir yüreğin sırrına tercih ettin. Oysaki elif lam mim Allah’ındır. Eşinin dudaklarındaki gülüşler ise şeytanın kışkırtmalarıdır. Anlayamadın ve bilmedin. Göklere gidelim dedikçe sen hep eşine sığındın. Eşin kadınındı. Ben bir kadın elinden kırıldım, kovuldum ve yıkıldım. Hayallerimi tırnaklarımla yeşertip harmanlayacakken hasat mevsiminde gül bahçem bir kadın eliyle yakıldı. Gül bahçemde alevler var. Yangı var yüreğim yanıyor. Şeytanın girmedik kapısı kalmadı fakat bir tek kapıya giremez. O kapının ümidiyle yüreğimin yangınlarına gülümsüyorum. Beni yakıp kavuran eşin olmuştur fakat ben hep eşinin saadeti adına seni bataklıklardan çekip çıkarmışımdır. Ben kurtarırken eşin yakıp yıkmıştır. Yakıp yakını da bekleyen yanıp yıkılmaktır.
Eşin psikolojik açıdan bir yanında gelişmemiş, çocuksu yönleriyle kendine odaklı, narsisistik, ben-merkezcildir. Diğerlerinden ilgi ve sevgi bekler. İlgi ve sevgiyi alabilmek için dolaylı ve baştan çıkarıcı yollar kullanır. Sosyal açıdan katılımcı, dost canlısı, konuşkan, gayretli ve ataktır. Kişilerarası ilişkilerinde yüzeysel ve çocuksudur. İnsanlarla kendi çıkarları için ilgilenir. Zaman zaman önemsemediği ve anlamaya çalışmadığı cinsel açıdan eyleme vuruk davranışlar sergiler. Kendi davranışını sebeplerine ilişkin içgörü kazanması yavaştır. Başarısız olacağına dair endişe taşır. Evlilikle ilgili mutsuz yaşantıları olabilir. Sosyal grup tarafından kabul görmediği hissini duyar. Otorite figürleriyle sorunu vardır. Aile öyküsünde reddedici baba figürü bulunur.
Bir yanında ise, sosyal açıdan içe çekilmiş. Yalnızdır ya da çok az arkadaşla rahattır. Ürkek, çekingen, temkinli ve utangaçtır. Karşı cinsten kişilerin olduğu ortamlarda rahat değildir. Kendini küçük görür. Anlaşılmaz zor biridir. Diğer insanlarla ilişkiye giremediği için üzülür. Diğerlerinin düşüncelerine duyarlıdır. Aşırı kontrollüdür, duygularını açıkça dile getirmekten hoşlanmaz. Ciddidir, kişisel temposu yavaştır. İtaatkar, uysal ve boyun eğicidir. Güvenli, bağımlıdır. Temkinlidir, sorunlara yaklaşımı sıradandır. Tutumlarında ve düşüncelerinde katı ve tutucudur. Küçük fikirler üretmede bile güçlüğü vardır. Çalışmayı sever. Endişeye eğilimlidir. Sinirli ve kaygılıdır. Karamsardır. Suçluluk duyguları ve depresyon dönemleri yaşar.
Bir yanda başka diğer yanda başka birbirine uymayan psikolojik bir dünyanın sıkışmışlığında yaşayan eşinin yararına yapıp edilenler kayıp gitti. Kovularak, aşağılanarak, hor görülerek kalbi kırılan bana kalan ağıt yakmaktır. Yakacağım ağıtlardan ahım tütecek. Yangın yangını doğurur.
Gülüşü güzel adamın eşi!
Kıskanmasaydın olmaz mıydı? Anlam vermekte güçlük çekebilirdin. Fakat silinip atılmasına inat etmeyip kabul edemez miydin? İki insanın birbirine dostça bağlanmasına engel olmasaydın. En büyük zalim sen oldun. Bilmiyorsun ki iki insan arasında sırlar var. Sırlar ki yürekleri büyüleyen. O diyarda hep güzellik vardı. Vefa vardı. Birliğin ve sadakatin gücü vardı. İki yüreğin engellere aldırmazlığı vardı. Sana anlatmakta zorlanacağım iyilikler vardı.
O diyardan kopup gelen eşine hasretle sarıldın ve yüreğini kuşattın. Hala kuşatılmış bir yüreğe olan ümidimle sana sesleniyorum. Sırları olan iki adama yol ver.
Bütün bu olanlar ve anlatılamayacak daha başka şeylerden sonra böyle mi olmalıydı?
Kovmalı mıydın? Yıkmalı mıydın? Kırmalı mıydı? Yakmalı mıydın?
Kovuldum, yıkıldım, kırıldım, yakıldım.
Gül bahçesindeki yangının alevleri yakanın da eline sıçrar ve yakan da yanar. Bu hep böyle olmuştur. İyilikleri kötülükle karşılayanlar enin de sonunda kaybetmişlerdir. Sırlar açığa çıkınca ne büyük hata ettiğini anlayacaksın. Hala sırları açığa çıkarmamak için çırpınıp duran benim. Elif lam mim adını küçümseyerek gülen sensin. Elif lam mim Allah’ın sırrıdır. Allah’ın sırrını küçümseyenin sırrı gün olur açığa çıkar.
Elif lam mim
Hayatın bir bedeli vardır ve hayatın sıradanlığa tahammülü yoktur. Her sabah uyandığınızda şehir aynı şehir, sokaklar aynı sokak, insanlar aynı insan yani görünen her şey göründüğü gibidir. Acaba öyle mi? İnsanların yüzlerinden okunabilen sıradanlıklarda ilkelliğin çırpınışları sürüp gidiyor. Kaygılı insanlar ne yapabilir?
Ruhsal rahatsızlıklarının kıskacında eriyip gidecekler mi? Müsekkinler ve psikolojik terapiler tek çareleri midir? Birbirlerini gözetip kollamayan insanların vahşiliklerine kim dur diyecek? Nasıl durdurulacak? Sokakta, otobüste, işyerlerinde, alış veriş merkezlerinde gördüğünüz insanlar mutlu mudur? Hayatlarından ve birbirlerinden memnun mudurlar? Vefakar mıdırlar? Vefa.
Vefa arıyorum.
Bir çocukluk hayaline bağlanıp kalmışım. Ant hikayesinin zihnime hayalleşerek yerleştiğini bugünlere değin bilmezdim. Çocukların konuşmalarına, haykırışlarına, kızgınlıklarına, üzüntülerine, sorunlarına kulak verince kendi kişiliğimin derinliklerine ulaşmış oldum. Ant hikayesindeki gibi can pahasına yaşanan bir dostluk için çırpınmışım. Bir hayal için bin bir bedel ödemek mecburiyetinde kaldım. Kalbimdeki kanları son damlasına kadar dostluk adına vererek bir damla kan ile kendi hayatımı sürdürmüşüm.
Mesnevi’nin yol göstericiliğine sığınalım. Kesif rüzgarlarla
kaygı denizlerinde sallanan benliğimizi aşk limanında dinlendirelim.
“ Bütün dertlerini bir dert yapanı,
Cenab-ı Hakk başka dertlerden kurtarır.
Fakat dertlerini dağıtan, birçok şeyleri kendine dert
edinen kişiyi, hangi vadide helak olacaksa
Hakk, onu kayırmaz”
hadis-i şerifinin açıklanması.
Sen aklını, fikrini çeşitli yerlere dağıtıyorsun, çeşitli şeyler üzerinde, kafa yoruyorsun. Halbuki o saçma sapan uğraşmalar, o boş yere konuşmalar, bir tere yaprağına bile değmez.
Senin akıl suyunu, dünya sevgisi ve nefsani arzular dikenlerinin kökleri emer, durur. Artık o, yani ömrünün ağacı, nasıl olur da kemal ve fazilet meyveleri verebilir?
Aklını başına al da, varlık bahçesinde sürmüş olan o kötü dalları kes, buda. Yani nefsani ve şehvani düşüncelerden, emellerden kurtul. Hoş ve faydalı sürgünlere, yani ruhani, Rabbani duygulara su ver. Onları besle, yeşert.
O kötü dallar da, faydalı sürgünler de şimdi yeşildir. Ama sen sonuna bak, kötü dallar yok olur, gider. Sürgünlerden ise fazilet ve kemal meyveleri biter.
Bahçenin suyu, faydalı sürgüne helaldir, ötekine haram. Aradaki ayrılığı sen sonra görürsün, vesselam.
Adalet nedir? Meyve ağaçlarına su vermektir. Zulüm nedir? Diken sulamaktır.
Adalet bir nimeti yerine koymaktır. Her su emen kökü sulamak değildir. Yani hakkı hak sahibine vermektir. Müstahak olmayana vermek ise zulümdür.
Zulüm nedir? Bir şeyi konmaması gereken yere koymak. Bu hal belaya kaynak olur.
Hakkın nimetini cana, akla ver.
İlim ve irfan sizden güleryüz bizden.
Gözyaşlarını yüreğinden gözlerinden süzenler yılmayacaklar, sükunetle çağlaya çağlaya akan gözyaşları kader kadehinde birikecek ve yalnızlığın sırlarını yırtacaksın. Damarlarından yüreğinden hücrelerine değin tüm bedenin yırtılacak. Her insanın yüreğinde bir yerlerinde gizli olan aşk tohumu canlanacak. Doğan bebeklere meleklerin metafizik hediyesi olan aşk tohumu annelerin babaların ellerinden başlayarak tüm toplumca kirletilerek kararmaktadır. Bebeklerin gülen yüzlerinde ne aşk kalmaktadır ne de gökler tılsımı. Hırsın, kibrin, gururun daha binbir başlı karanlık ejderhaları yürekleri tarumar etmektedir.
Allah’ım!
Dostluğum kırılmaktansa benliğim kırılsın.
“ Ey, yüce Allah! Bendeki bu cezir ve med’i sen meydana getirdin, yoksa benim denizim sakindi.
Bana bu tereddüdü verdin; kereminle beni huzura kavuştur.
Medet, ey Allah’ım! beni, dertlere müptela etmektesin. Senin verdiğin dertlerle erler bile kadınlar gibi zayıf olur. Bana bir yol göster, on yol değil.” Mesnevi
01/09
Altı defadır kırılarak, kovularak, yıkılarak ayrılmıştım. Yedinci ayrılışımda yüreğimi sarıp sarmalayan bir huzur var. Dostumla birlikteyiz. Sigara içmek istiyor fakat çakmak yok. Sigara içmeyi de bırakacak. Yıllar önce her şeyi sırayla bırakacağına dair söz vermişti. Bir bayram günü kovulduğum
geceyi anımsatıyor. O gece beni gönderirken arabası bozulmuştu. Oysa o gece bayram ziyareti için akrabalarına gideceklerdi. Bütün bu olanlar için “vardır bir hikmeti” diyor. Yalınlığını sevdiğim dostuma olan sevgim daha da berraklaşıyor. Gecenin karanlığında ve bir yarısında yine ayrılacağız. İkimiz hakkında kim ne derse desin umursamayacağını söylüyor.
-Herkes ikimizin arasındaki ilişkiye bir anlam veremiyor. Ben de herhangi bir açıklamada bulunmuyorum. Senin hediye ettiğin oturma grubunu görünce belki de kıskanıyorlar. Bundan sonra kesinlikle başkalarının söylediklerini dikkate almayacağım. Arada yıpranan hep sen oldun.
“ Gerçek akılların birleşmesi
Sen ve ben, evin sofasında oturduğumuz an ne mutlu bir andır,
İki nakış, iki suret; fakat bir can, sen ve ben.
Birlikte bahçeye çıktığımız zamanlarda bağın rengi, kuşların sesi ab-ı hayat verir.
Göğün yıldızları bizi seyretmeye gelir. O zaman onlara ay ve güneşi gösteririz.
Sen ve ben, senlikten, benlikten kurtularak vecd halinde manen birleşiriz. Aptalca hurafelerden kurtulup neşeleniriz, sen ve ben.
Göğün dudu kuşlarını hepsi, birlikte güldüğümüz makamda haset ile içlerini kemirirler.
Bu ne şaşılacak şeydir ki, sen ve ben, burada bir köşede oturup dururken, aynı anda
hem Irak’ta, hem Horasan’dayız, sen ve ben. “ Divan-ı Kebir
Birlikte geçirdiğimiz dört gün hatıralarımız arasında ışıyacak. Nasıl başlamıştı? Korkularımı yanımda bulundurarak gelmiştim. Karşılamaya gelecekti, beklemeden gitmiş. Umursanmadığımı düşündüm. Her şey ya bitmeliydi ya da gözden geçirilmeliydi. Belki de hala bana dair şüpheleri vardı.
İçeriye girdim. Kırmızı bir tişört ve siyah kadife pantolon giymiş. Sadece elimi uzattım. İşi ile meşgul olmaktan vazgeçmiyor. Beni karşısında görmekten dolayı yüzünde herhangi bir sevinç belirtisi gözükmüyor. Dişimi çektirmek için gelmiştim.
Hüseyin Kaçın