Güncel
Giriş Tarihi : 25-11-2022 17:00   Güncelleme : 25-11-2022 17:00

Yeninder Başkanı Çileli’ye tek celsede beraat!

Geçmişinde hem 28 Şubat hem de FETÖ mağduru olan Yeni Nizam Yeni İnsan Derneği (YENİNDER) Başkanı Burak Çileli’ye, bir Youtube kanalındaki programda sarfettiği sözlerden dolayı “Terörle mücadele eden kamu görevlisini hedef göstermek” suçlamasıyla açılan dava, tek celsede beraatle sonuçlandı.

Yeninder Başkanı Çileli’ye tek celsede beraat!

İstanbul Çağlayan Adliyesi 34. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonunda görülen davada, sanık sıfatıyla söz alan Çileli savunmasında şu ifadelere yer verdi;

“Salih Mirzabeyoğlu’na Telegram işkencesinin başladığı 2000 yılından, Telegram suikastiyle öldürüldüğü 2018’e kadar, Büyük Doğu-İbda fikriyatına inanmış bir gazeteci olarak bu işkenceyi, her fırsatta dile getirdim.

Amacım, Salih Mirzabeyoğlu’na böyle sinsi bir işkence yapıldığına kamuoyunu ikna edip devletin adlî makamlarının, kolluk kuvvetlerinin, istihbarat birimlerinin harekete geçmesini, gerekli araştırma ve soruşturmaların devlet eliyle yapılmasını sağlamak, bu yolla Telegram projesini onlara deşifre ettirerek bu işkenceye bir son verdirtmekti.

Bu projenin içinde, kendisine “derin devlet” havası veren Gladyo artığı kliklerle, o dönemde onların hizmetçiliğini yapan FETÖ’cülerin yer aldığını, Salih Mirzabeyoğlu çeşitli vesilelerle yine eserlerinde dile getirir. Telegram kitabının yayınlandığı 2003 yılından itibaren konuyu vesilelerle işlemeye devam ettim ancak Türkiye kamuoyu bu konuda çok bilgisiz olduğu için pek ciddiye alınmıyor, Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Prof. Dr. Selim Şeker gibi birkaç isim haricinde fazla gündeme getirilmiyordu. Onlar da bahsederken, Salih Mirzabeyoğlu hakkındaki o dönemin mâlûm ön yargılarından dolayı, ismini zikretmekten kaçınıyorlardı. Bu görmezden gelmelerden dolayı, Salih Mirzabeyoğlu’na Telegram işkencesi, tam gaz sürüyordu. 2004 yılında Salih Mirzabeyoğlu’nun Telegram kitabında, telegram cihazının başındaki isimlerden biri olarak afişe ettiği İhsan Güven ve eşi öldürüldü.

Konuşmasından çekindikleri için, ortadan kaldırmak mı istediler, bilemem. O dönemde hem Emniyet sağ terör masasının başında ve hem de, yine Mirzabeyoğlu’nun eserlerinde tesbit ettiği üzere Telegram cihazının başındakilerden FETÖ’cü komiser Mehmet Karabörk tarafından kurulan aşağılık bir kumpas neticesinde, cinayet suçu şahsıma ve yanıma da her şeyden habersiz 4 tane genç katılarak 5 kişinin üzerine yıkıldı. FETÖ’cülerin kumpas kurmada, kendini gizleyerek suç işleyip başkasının üstüne yıkmada, saman altından su yürütmede, şeytana pabucunu ters giydirecek tertiplerini, siz belki benden daha iyi bilirsiniz.

 

Emniyet gözaltı safhasından başlayarak, hepsi sonrasında aile boyu FETÖ’den tutuklandığını medyadan öğrendiğim heyetlerin yargıladığı mahkeme süreçlerinde maruz kaldığımız hukuksuzlukları ve çaresizliklerimi, anlatmakla bitiremem.

 

Kendi çıkardığım dergiler başta olmak üzere, Büyük Doğu-İbda fikriyatı çizgisinde yayın yapan dergilerde, 1988’den başlayarak Fetullah Gülen’in İslâm inancı açısından sapık, kökü dışarda bir ajan olduğu, her fırsatta işlenmiştir.

 

Aslında FETÖ’cülerin, Salih Mirzabeyoğlu’na ve Büyük Doğu-İbda fikriyatı bağlılarına düşmanlıkları, 1970’li yıllara kadar dayanır. Hem Telegram cihazının başında yer alan, hem belki de İhsan Güven cinayetinde parmağı olan ve hem de benimle beraber 4 kişiye bu cinayeti yıkarak bu aşağılık kumpası kuran, bugün Almanya’da olduğu açığa çıkmış FETÖ firarisi Mehmet Karabörk’dür.

 

Bununla ilgili olarak, Karabörk’ün talimat aldığı terörist başı Fetullah Gülen’in bir zamanlar “halife namzeti” olacak kadar yakınında bulunup sonra hatasından dönen, FETÖ’nün eski beyin takımından, bugün köşe yazarı Latif Erdoğan’ın, delil değerindeki 15 Şubat 2021 tarihli “Fetö-İşkence-Mirzabeyoğlu” başlıklı makalesini, mahkemenize ek-1’de sunuyorum.

 

FETÖ’nün devlet içinde zayıflamaya başladığı 17-25 Aralık krizinden sonra, Anayasa Mahkemesince yargılamanın iadesiyle tahliye edildiğim söz konusu davanın yeniden yargılama sürecinde, bu kumpas açığa çıktı ve beraat ettim.

 

Ayrıca şunu da önemli bir not olarak düşeyim: Emniyet safhasından başlayarak 10 senelik yargılanma süresi boyunca yaşadığımız eski davanın hukuksuzluklarından biri de, firari FETÖ Savcısı Zekeriya Öz’ün, uyduruk dosyaya yine uyduruk bir ek yollayarak, uyduruk Ergenekon soruşturmasıyla ilişkilendirme çabasıydı. Beraat ettiğim için çöpe çıkmış, hiçbir hukukî geçerliliği olmayan eski dosyayı, sırf aleyhimde kanaat oluşturmak üzere bu dava dosyasına aksesuar kabilinden iliştirerek düpedüz suç işleyenler, neden FETÖ firarisi Zekeriya Öz’ün dosyaya yolladığı uyduruk eki de önünüze getirmediler? Bugün yargılandığım dava, bir kumpas olmasa bile, aleyhimde cımbızlamalarla kurgulanmış bir davadır da ondan! Soruşturma sürecinde yapılan resmî yazışmalarda, şahsım hakkında “Anayasal Düzeni Zorla Değiştirmeye Kalkışmak-İBDA/C suçundan bir dönem hüküm giymiş” ibaresinin defalarca kullanılması, beraat ettiğim davayı yine aleyhimde kanaat oluşturmak üzere kullanma amaçlıdır ve bunu yapmak suçtur. Bugün artık herkesin haberdar olduğu zihin kontrolü projelerinden, benim bahsetmem istenmiyor. Geçmişte de susturulmak istendim, bugün de susturulmak isteniyorum.

 

Bunun yanında, aleyhimde kanaat oluşturmak üzere 1999 senesinde “terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlamasıyla yargılandığım ve hüküm giydiğim dosyaya gelelim. Söz konusu dosyadan hüküm giymiş ve yaklaşık 3 yıl önce, yargılamanın iadesi başvurusunun kabulü neticesinde yeniden yargılanan ve benimle birebir aynı suçlamalar yöneltilen, geçmişte uzun yıllar beraber dergi çıkardığım sanık Hayrettin Soykan beraat etmiştir. Benim için yapılan yargılamanın iadesi başvurusu ise pandemi gerekçe gösterilerek 3 yıllık bir gecikmeden sonra nihayet kabul edilmiş ve halen 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etmektedir.

 

Bunlara rağmen mahkemenizdeki bu davamda, sözde aleyhimde cımbızlamalarla evrak temin edilen yazışmalar, “ivedilikle” notu düşülerek yapılmıştır. Lehime olanlarda gevşek davranılırken, aleyhime olan bu cımbızlama ve kurgu suçlamalarda acele davranılması, daha da aleyhime bir durum doğurmaktadır. Şöyle ki; eğer yargılamanın iadesi dilekçesi kabul edilip, o davadan da beraat etmiş olsaydım, bugün yargılandığım bu davada, onu da aleyhimde kanaat oluşturmak üzere dosyaya iliştiremeyeceklerdi. Dahası, “Terörle mücadele eden kamu görevlisini hedef göstermek” suçlamasıyla, belki de dava da açılamayacaktı.

 

Söz konusu sürüncemede tutulan davada, üzerime atılı suçlamalarla ilgili bir açıklama da yapmam gerekiyor. Yine gazetecilik yaptığım 1999 döneminde, internet Türkiye’ye yeni girmişti. Yalnız internet değil bilgisayar kullanımı bile, o dönemlerdeki bilişim sistemlerinin teknolojik karmaşıklığından dolayı, uzmanlık istemekteydi. Yani o dönemde, bilgisayar ve hele ki internet kullanımı, bugüne kıyasla çok kısıtlıydı ve sadece teknik bilgisi olanlar kullanabiliyorlardı. Mahkemelerde ve Emniyet’te yazışmaların daktiloyla yapıldığı dönem yani. Gözaltına alındığımda, bilgisayarıma el koyan Emniyet Terörle Mücadele sağ terör masası FETÖ’cü polisleri, bilgisayarımın hard diskinden bir sürü çıktı alarak mahkemeye suç delili olarak getirmiş ve ne bilgisayardan ne de internetten anlamayan dönemin mahkeme heyeti de, bu çıktılar üzerinden beni yargılayıp mahkûm etmiştir. O dönemde, internetteki illegal içeriklerin devlet tarafından teknik takibi yapılamadığı için, bir hayalet isim olan “İBDA/C örgütü” ismiyle provokatif amaçlı birçok site vb. internette cirit atmaktaydı. Ve yine internete uzun süre bağlanmak o dönemde pahalı olduğu için, yüzlerce içeriği sonradan okumak üzere internetten hızlıca indiriyor, gerektiğinde de bunların çıktılarını avukatlarıma vererek kendilerini durumdan haberdar ediyordum. Sonuçta tek suçum -eğer suçsa-, on binlerce internet içeriği arasında, o sitelerdeki içerikleri de bilgisayarıma indirmek idi. Şimdi o mahkeme evrakını da bu dosyaya, aleyhimde kanaat oluşturmak üzere iliştirenlerin niyetine geleyim; orada mahkeme süreci boyunca millî görüşçü Şevki Yılmaz’ın bile konuşmasını, alâkasız bir şekilde dosyaya eklemek gibi bir sürü saçma sapan ayrıntılardan, dosyanın bütününü görmediğiniz için haberiniz yok tabiî. Önünüze gelen evrakta, benim bilgisayarımdan çıkan ve internetten indirdiğim içerikler olarak “öldürüleceklerin listesi” diye bir cümle de geçiyor ve tam da bu davanın cımbızlama kurgusuna malzeme temin ediyor.

 

Salih Mirzabeyoğlu, 18 yıl boyunca maruz kaldığı Telegram işkencesine, çeşitli vesilelerle değinen birçok eser yazdı. Buralarda bazen Telegram hatıralarına yer verdi; bazen de, Telegram teknolojisini de alâkadar eden kuantum fiziği, biyo-teknoloji, şamanizm vb. mevzularda fikrî açılımlara girdi. Telegram teknolojisinin ilerlemesine ve teknolojiyi tekelinde tutan küresel güçlerin küresel egemenliklerini arttırma tehlikesine dikkat çekti. Ben de, katıldığım televizyon ve Youtube programlarında, konuşmacı olarak davet edildiğim salonlarda, sırası geldikçe bu projeden bahsederek kamuoyunu bilinçlendiriyorum.

 

Dava konusu video programda da aynı şekilde, konu Telegram işkencesine geldiğinde, Salih Mirzabeyoğlu’nun bilhassa Ölüm Odası adlı kitabından aktarmalar yaparken, kendimden tek kelime bile katmış değilim. Söz konusu kitap, önce 10 yıl boyunca Baran Dergisi’nde haftalık tefrikalar halinde yayınlanırken ve sonrasında kitap halinde basılmışken, hakkında hiçbir soruşturma açılmamıştır. Benim bu kitaptan alıntılar yapmam neden suç olarak görülüyor? Müştekinin Ölüm Odası adlı kitapta isminin geçtiği yerlerin fotokopilerini ve sayfa numaralarını, ek-2’de mahkemenize sunuyorum.

 

Müştekinin, “benim hakkımda öldüğüm iddia ediliyor” dediği husus, yine Salih Mirzabeyoğlu’nun Telegram hatıralarından bahsettiği ve Aylık ve Baran Dergilerinde kısa tefrikalar halinde “Sinyal Muhabbetleri” adıyla yayınlanan seri yazılardan Baran Dergisi’nin Temmuz 2007 tarihli sayısında geçmektedir.

 

Telegram’dan bahsederken, Salih Mirzabeyoğlu’nun agresif üslubuyla değil, serinkanlı ve bazen akademik bir seviyede bahsederim. Çünkü 22 sene önce bu projeden hemen hemen kimse haberdar değilken, bugün metaverse, yeni aşı teknolojileri, insanların çiplenmesi ve dijital diktatörlük gibi konular etrafında çok yönlü olarak hemen herkesin haberdar olduğu bir konu haline gelmiştir.

İnternete girip ismimle arattırma yaptığınızda, katıldığım programların seviyeli, akademik, ajitasyondan uzak ciddi yayınlar olduğunu görürsünüz.

 

Bugün Londra’da yaşayan ve geçmişte Türkiye’deyken HBB kanalında televizyonculuk yapmış olan Bahattin Çağdaş’ın Youtube kanalında katıldığım, dava konusu toplam 4 saat süren 9 bölümlük program da öyleydi. Salih Mirzabeyoğlu ve fikir sistemiyle tanışıklığım etrafında sorduğu sorulara ve gazetecilik hayatım boyunca yaşadığım hatıralara yer verirken, hep 90’lı yılların Türkiyesiyle günümüz Türkiyesi arasında karşılaştırma yapıyordum. Askerî vesayet dönemiyle bugünkü dönem kıyaslaması yani.

 

Buna, FETÖ’nün devlet içinde devlet olması da dahil elbette. Sıra Telegram’a da geldiğinde, elbette projenin mahiyetinden bahsedip, Mirzabeyoğlu’nun hatıralarına, yine ajitasyondan uzak bir üslûpla yer verdim. Bahattin Çağdaş’ın, “bilsin, gençler bilsin” sözünün, eski Türkiye döneminde yaşanmış hukuksuzlukları bugünün insanlarına anlatmak üzere sarf edildiği bariz olarak belliyken, nasıl olup da “hedef göstermek” şeklinde algılandığını anlayabilmiş değilim. Kendisi liberal görüşlü biri olup, Youtube kanalındaki diğer programları incelendiğinde, ünlü eşcinsel modacı Barbaros Şansal, aykırı yazar Sevan Nişanyan, İslâm itikadına aykırı “19 mucizesi” inancına sahip Edip Yüksel ile de, hep özgürlükler bağlamında konuştuğu görülecektir. Oysa Emniyet’te ifadem alınırken yöneltilen soruların hazırlanış biçimi ve üslûbu bile, sanki sözde “örgütsel bir faaliyet” yapıldığı algısı oluşturmaya dairdir.

 

Salih Mirzabeyoğlu’nun beraat etmesiyle, “İBDA/C” diye bir örgütün olmadığı açığa çıkmışken ve dosyada yer alan, geçmişte yapılan İBDA/C soruşturmaları listesindeki dosyaların hemen hepsi, yargılamanın iadesiyle beraatle sonuçlanmışken, Emniyet’e FETÖ kadrolarının hakim olduğu dönemden kalma, tamamen manipülatif kayıtların, tozlu arşivlerden çıkartılıp bu dosyaya iliştirilerek önünüze getirilmesi, hakkımda aleyhime bir kanaat oluşturma niyetini gösteriyor.

90’lı yıllarda askerî vesayetçiler ve kripto FETÖ’cüler el ele, vesayetçi düzenden nemalanan medyanın da kışkırtmasıyla, sürekli, “irtica geliyor, rejimi yıkacaklar” tarzında psikolojik bir hava estirilerek, kolluk kuvvetleri ve adlî mercilere ajitasyon yapılırken, bir avuç derviş kıyafetli Aczimendiler bile, boyuna “rejimi yıkacaklar” edebiyatına malzeme ediliyorlardı! Elinde âsâ ve derviş kıyafetiyle toplu zikir çekmekten başka bir şey yapmayanların bile rejimi yıkabileceğini söyleyen, akıl tutulması yaşayanların dönemi! İşte o dönemde, ortada dolanan hayalet bir isimdir “İBDA/C Örgütü”! Bir zamanların uyduruk “Ergenekon Terör Örgütü” gibi! Bu bakımdan Emniyet’in önünüze getirdiği “İBDA/C örgütü raporu”nun hukukî bakımdan bugün hiçbir geçerliliği yoktur.

 

Ayrıca söz konusu raporda yer alan “kendinden zuhur diyalektiği”, Salih Mirzabeyoğlu’nun fikir sisteminin ana karakteristiğini teşkil eder. Batı’nın aydınlanma ve rönesansını derinden etkilemiş sûfi İbn-i Arabî’nin, tasavvuf edebiyatında meşhur “Füsûs’ül-Hikem” adlı eserinde geçen “kendinden zuhur hikmeti”ni Mirzabeyoğlu, inşa ve ibda ettiği fikir sisteminde kullanarak, kendi millî rönesansımıza, yerli ve millî medeniyet teorisine temel yapmıştır. Askerî vesayet düzeninden nemalananların ve onlara o dönemde “hizmet” eden FETÖ’cülerin, yukarıda da emsalini belirttiğim üzere, sinekten yağ çıkarırcasına yaptıkları çamur atmalarda “kendinden zuhur hikmeti”, “spontane eylem” teorisine indirgenmiştir. Hâlâ bu askerî vesayet ve FETÖ kalıntısı bayat arşivler esas alınıyorsa, yazıklar olsun!

 

Eski dönemlerde, cezaevlerinde ve emniyet birimlerinde sistematik olarak işkence yapıldığı, bu vakaların münferit değil bizzat yukarıdan aşağı devlet hiyerarşisi içerisinde teşvik edildiği, bugünkü devlet tarafından da itiraf edilmektedir. O dönemin “devlet için devlete rağmen” her türlü hukuksuzluğu mübah gören devlet anlayışı, kumpaslar, yargısız infazlar ve işkenceleri “kamu görevi”, bunları yapanları da “kamu görevlisi” ismi altında kamuflaj elbisesine sokuyordu. Salih Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı Telegram işkencesi de, işkencelerin en vahşisi ve ispatı en zor versiyonudur. 18 sene süren bu işkencenin neticesinde, son zamanlarında vücudunda yanıklar ve kızarıklıklar gözükmeye başlamış, sonunda da beyin kanaması geçirerek şehit olmuştur. Yani ortada sadece bir işkence değil, bir cinayet de söz konusudur. Onun fikir sistemine derinden inanan ve onu seven biri olarak, bunu vesilelerle gündeme getirerek, devletin istihbarat birimlerinin, adli makamların ve kolluk kuvvetlerinin dikkatini bu işkenceye ve cinayete çekmenin ve bu tarz bir işkencenin kitleselleşmesi tehlikesine karşı uyarmanın nesi suç oluyor? Bunu, gelen teklif üzerine köşe yazısı yazdığım ve ek-4’te mahkemenize sunduğum Türkiye Polis-Basın Birliği Gazetesi’nde de belirttim. Köşe yazımın başlığına dikkatinizi çekerim: “Millî Güvenlik Meselesi: Beyin Kontrolü Cihazı Nerede?”. FETÖ’ye karşı 30 sene boyunca yaptığımız uyarılara kulak asılmamasının, Türkiye’ye neler kaybettirdiği görülmüyor mu? Ben Telegram işkencesini gündeme getirirken, isim versem de vermesem de, zaten Salih Mirzabeyoğlu’nun kanunî soruşturma geçirmemiş kitaplarında bu isimler geçmiyor mu? Kaldı ki Salih Mirzabeyoğlu da, yarının şartlarında Telegram’ın deşifre edilmesi için, devletin istihbarat birimlerine ve adli mercilere bu isimleri ipucu olarak verdiğini, bizzat Ölüm Odası adlı eserinde belirtiyor.

 

Eğer müşteki, sol örgütlerin de bulunduğu cezaevlerinde görev yapmasından dolayı, emekliliği yaklaştığı için tedirginlik duyuyorsa, devletten kendisine koruma tahsis edilmesi için, beni kendisine malzeme etmesin. Zira benim, adı var kendi yok, hayalî “İBDA/C Örgütü” ile hiçbir alâkam yoktur.”

 

Duruşma bitiminde adliye çıkışı gazetecilere açıklama yapan Çileli’nin avukatı Yavuz Pirim, “müvekkilim aleyhine açılan işbu mesnetsiz dava bugün beraatle sonuçlanmıştır. Hakkaniyetli davranan hakimlerin varlığı erken tecelli eden adalette görülmüştür.” beyanında bulundu.

 

 

 

Recep YAZGANRecep YAZGAN