Alma Mazlumun Ahını...

Mehmet Nuri BİNGÖL

15-02-2021 09:58

Öğle güneşi ortalığı şakır şakır yıkıyordu. Işık oklarını pancur aralıklarından içeriye yolluyor, açık olanlarından ise yılkı atı gibi heyecanla dalıyordu odaya, hasta karyolasının başucuna iri yağmur damlası hızıyla düşüyordu.

Karyolaya bakarak oturmuş dertli gözlerin sahibi iki büklümdü, olacağı düşünerek arada bir iç çekiyor, ezberindeki “Yasin-i Şerif”i hastaya sezdirmeyerek yürekten okuyor, dudakları kımıldıyordu.

Şen şakrak sesleri duyulan çocukların susturulmamasına bir mim koydu başörtüsünü düzeltirken.

“Bari bu gün...” diye hayıflandı.

Hem kendisi hem yataktaki hasta annesi için çok hissin “simgesi” olan yediveren asmada olgunlaşmamış üzümler salınıyordu. Göz ve gönüllere bin bir gönül hamulesi bırakıyordu bu durum.

“Yöremizde koruk denen olgunlaşmamış üzümler mayhoş bir tada sahip.” dedi içinden.

Sekerat anına doğru bir zaman çelenginin “tekerlenmesi” gibi koşarca giden hastayı hiç düşünmeden, bir kaç kadın işçi büyük odanın önünü süsleyen asmadan “üç ayak” merdivenle koruk kesiyordu. Böylesi bir hengâmede “koruk şurubu” yapmayı düşünmek, o işçileri ayarlayan kimselerdeki “insan yüceliğine” verdikleri değer ve yüreklerindeki kıymet hükmünü bedihi olarak açığa vuruyordu.

Belki de ömrünün son demlerini yaşayan hasta yumuk gözlerini büyük bir gayretle araladı. Avludan gelen cıvıldaşmaları dinledi bir müddet. Başucundaki büyük kızının memnuniyet tebessümüne dalgın bakışıyla karşılık verdikten sonra hafif bir sesle:

“Bilir misin kızım,” dedi; “onu kendi ellerimle dikmiştim...”

İçinde ampul ışığı varmış gibi işaret parmağıyla dalları açık pencereden içeri sarkmış asmayı göseriyordu.

“Hatırlamaktayım.” dedi başucundaki.

“Ne mutlu bana ki şimdi bile faydalandıkları bir şey bıraktım onlara. İstediğim sadece birazcık hürmet.”

Bilinmez bir sükût girdabının dibinde durakladı sonra, birkaç fikir kırıntısı yokuş çıkan bir pirifaninin nefes nefese kalışı gibi zihninde örülürken eseflenebildi nihayet.

“Bari bugün...”

Yanında oturup içinden Yasini Şerif’in             “...veileyhi türca’un” kelimelerini tekrarlayan orta yaşlı kızı, “Bugüne ne olmuş ki ana?” dedi söyledi belli belirsiz. “Bugün de Allah’ın öbür günleri gibi bir vakit işte. İyileşip ayaklandığında  şükürle hatırlayacağın günlerden biri.”

“Dediğine sen bile inanmıyorsun canım kızım.” diye zorlanarak bir gülücük yolladı ona. Bir şeyler söylemek için dudaklarını tekrar araladı, vehmî bir zihin esintisiyle derince nefeslendi. Yürekten geçirdikleri imanını açığa vuran tevhit kelimeleri ve selavatlardı.

Her şeye rağmen yaşamanın o lezzetini taşıyan işçi, çocuk, kumru cıvıldaşmaları ince uzun avluda dolanıyor, duvarlardan sekip ta kulaklarına varıyor, bu da yetmişini aşmış hastayı muzdarip ediyordu.

 

“Yıldız için şurup yapımı tamamlandı. Sırada Şahap’inki var.”

“Şu koruklara da bakın hele, maşallah diyeyim de...”

“Hemi de sulu sulu, taneleri koskocaman.”

“Yediveren bu bacım, adı üstünde...”

“Odun tükendi; ocak sönmek üzere, yakacak yollayın.”

“ Şurubu şişeleyeceğimiz kaplar nerede?”

“ Şeker de gerekir yeni şurup kurarken...”

“Şekerin nerede olduğunu ben nereden bileyim. Havva ananızın evden haberi olmaz. Keşke büyükhanıma sorabilseydik yerini...”

“Ama o da hasta yatağında.”

Diğer işçi zihninden tamamladı cümleyi. “Belki de ölüm döşeğindedir. Havva Hanım’a da gün doğuyor yani.”

Sual eden işçiye büyük torun, “Ben biliyorum yerini” dedi. “Anneannemi rahatsız etmeyin. Kilerde, hemen kapı yanındaki haralda.”

Avludaki bütün başlar ikinci kat da sayılabilecek “tabaka”dan yazlığa çıkmış seslenen Havva Hanım’ın sesiyle dikkat kesildiler.

“Ne zamandan beri kapı vuruluyor, birbirinizle çene yarıştırıyorsunuz siz. Dantelimi bırakıp aşağı ben mi ineyim?”

 Otoriter sesin kıpırdatmasıyla köşeye çökerek avludakileri seyre dalmış olan erkek çocuğu uyuşuk uyuşuk yerinden doğruldu. Uykudan uyandırılmış bir kedi gibi gerindi, üzerine konmuş çok sayıdaki sineği kovduktan sonra terliklerini taş döşemede sürüye sürüye kapıya doğru gitti.

“Kimdir yavrum?” diye soran Havva Hanım’dı.

***

“Annem nasıl ağabey? Düne göre daha sağlıklı değil mi?”

Evin büyük oğlu Doktor, biraz da inanmadan temenni rengine boyayarak yöneltilen soruyu duymamazlıktan geldi. Annesinin sırtından ayırdığı dinleme cihazını masa üzerine bıraktı:

“Her zamanki gibi işte. Bir değişiklik yok.” dedi.

“Kalbi zayıf, bilmektesin. Asıl korkum kalbiyle ilgili...”

“Bu sırada onu yatağa atan maraz, o değil böbrek yetmezliği...

“Maraz” kelimesini yersiz bir gülücüğe sardıktan sonra pencereden sarkan seslere takıldı. Eğilip dışarı baktı, avludan geçerken telaşlı olduğundan çevresiyle ilgilenememişti.

Avludaki uğraşa takılınca gözleri “beterin” cinsinden sertleşti.

“Annem ölüm döşeğinde, bunların işine bak. Başka zaman neyse de. Kişilerdeki bu izansızlığı ne yapacağız bilmem ki.”

 

“Nihayetinde iş geri kalamaz ki ağabey, koruklar olgunlaşacak bir iki gün sonra.”

 

“Yine de bir evlat olarak bu yapılanı hürmetsizlik görmekteyim.”

 

Emel Hanım ağabeyi doktora başını yaklaştırdı, sesi sanki dışarıdan duyulabilirmiş gibi perdesini indirdi:

 

“İdare edeceğiz artık, bundan gayrı elimizden ne gelir?”

 

Yattığı yerden seslenen annesine baktı, doğrulmak istiyordu.

 

“Uzanırsan rahat edersin anne.”

 

“Rahatlık için değil isteğim, rahatça konuşmak için. Beni doğrultun.” dedi titrek sesiyle.

 

Kızına belli belirsiz göz atarak dudakları kesik kesik kımıldandı. Sanki bir şeyler doğmuştu içine.

 

“Kalkıp mutfağı, kileri ve sonra da odamı temizleyip devşirmelisin,” dedi kırık dökük; “avludakilere bir şey belli etme, anlamazlar. Ne olur ne olmaz.”

 

Evin doktor oğlu araya girdi, biraz da kasvetli havayı dağıtmak için:

 

“Madem mutfağa gideceksin, şu şırıngayı da kaynat bizahmet. Annemin rahatlaması için iğne yapmalıyım.”

 

Yaşlı hasta elini ağır bir hareketle ret mânasında kaldırdı; bu hareket bile onu yormuş gibiydi, tekrara yatağa uzandı.

 

“Lüzum yok oğlum,” dedi. “Birazdan ısıtacaksınız zaten, boşuna çabalamayın.”

 

İki evladının da gözlerinde ani bir endişe... Korku ürpertileriyle beti benzi attı Emel Hanım’ın. Doktor’unsa bakışları ayak uçlarına indi. Annesinin an an sararan simasını görünce içindeki kuyuya dalacak gibi oldu.

 

Hasta kadın, kısa hengâmede gözlerini kapadı; zamanın nergiz çelengini şehadetle doldurmak için dudakları kıpır kıpırdı.

 

“Hadi.. Ha..di...” diye söylendi kızına yönelerek. “Yorulacaksın ama dediğim yerleri nizamla. Bu vaktimde hatırımı sayıp biraz yorulsan...”

 

Ortancala kızı isteksizce odadan ayrılırken gözleri bulutlanmış, nemlenmişti. İçinden hıçkırarak ağlamak da geliyor ama bunu annesinin duymasından çekindiğinden içine atıyordu.

 

Doktor annesiyle yalnız kalmıştı odada. Tekrar bir dinleyeyim sırtını diye düşünürken aniden yorganın içine doğru kaydı Ayşe Hanım.

 

Doktor’un “Aman anam!” deyişine koştu Emel Hanım. Annesinin hâlini görünce önce inanmak istemedi, vefatını anlayınca da dizleri üstüne çöktü, sicim gibi yaşlar boşaldı gözlerinden, ama sakince.

 

Acısını seslendirmemesiyle tanınırdı. Birileri ona “gamsız” lakabını takmış olsa da...

 

 

 

***

 

 

 

Kasaba’yı, doğu ve kuzeyden yeşillik baskınına uğramış bostanlardan en geniş toprağa sahip bir bahçede doğmuştu Ayşe Hanım. Babası “Hacemin Müslüm.”dü.

 

Muhitte Müslim -ya da “Müslüm”- isminin fazla görülmesi bir Emevi halifesinin “bölgeye” Mesleme’yi vali yapmasından sonra olmuştur. Halk örfü bu ismi Müslüm şekline çevirmiştir.

 

Küçük Ayşe’nin çocukluk ve gençlik yılları bahçede geçti elbet. Otlak ve dutluklarda, ipiri ve sulu meyveli narlıklarda, “heyirlik”lerde kendisine teslim edilen küçükbaşları güderdi. Bu işi ilk yaptığında daha küçüksün diye annesi onu salmak istemememişti engin sahraya. Ayak direyip koyunları gütme bahanesiyle evdeki büyüklerinin dedikodularını dinlemekten kurtulmuştu.

 

Ayşe’ler Kerkük göçmeni... Daha sonraları bir büyüğü, yazıp çizmeye de meraklı torununa:

 

“Aslında buraya yedi kuşak önce dedelerimizden tek kişi gelmiş oğlum.” demişti. “Kado derlermiş asıl adı Abdulkadir olan ilk babamıza. Kasaba ahalisini kayalıklara vurduğu balyozlarla uyandırırmış, taşçı imiş. Suriye üzerinden buraya gelirken diğer kardeşi orada kalmaya karar vermiş. Bayır mı, bucak mı, neresiyse oraya gitmek istiyormuş. Tek başına gelmiş o da.”

 

Taraça biçiminde basamaklı olan bostanın en geniş tarlasının ucunda durur, güneşin son ışıklarını önce pembeleştirip sonra da kızartıp bozarttığı bulutlara dalar giderdi.

 

Çoklarına pek garip gelen bir cömertliği vardı. Bahçeye bir fakirin geldiğini duymayagörsün bir, memnun yollayabilmek için herkesten önce o koşardı. Bir defasında muhtaç biri geldiği haber verildi, babası Müslüm Bey fakir için patlıcan toplamasını salık verdi. Birazdan Ayşe’nin, merkep üzerinde bir sele patlıcanla geldiğini görünce:

 

“İyi, iyi de...” demişti; “bu mehsim (masum) bunca balcanı sırtlayıp götüremez ki...”

 

 

 

***

 

 

 

Dinî değerleriyle uyuşmayan birine zoraki verildiğinden kendini kaybetmiş gibiydi. Ruhu donmuş, iradesini kaybetmişti. Sabahtan akşama kadar oturup etrafa garip gözlerle bakıyordu. Değil ev işlerini yapmak, bazen elbisesini giyinip saçlarını  taramayı bile akıl edemiyordu.

 

Kasabanın küçük meydanına bakan evinde, evlendikten bir ay sonrasına kadar beyi giydirdi kendisini, saçlarını beyi taradı. Yemeklerini yaşlı kayınvalidesi yapıyor, banyosunda ona yardım ediyordu. Unutmadığı, ihmal etmediği tek husus; abdest almak, namaz kılmak, türlü dua ve surelerdi.

 

***

 

“Bir ikindi sonrasıydı. Avlıdaki asma altındaydım, sedire uzanmıştım bir ara, dalmışım. O yaşıma kadar böyle esrarlı ve manalı bir rüya gördüğümü hatırlamıyorum. Her taraf ışıl ışıldı, tek leke bile yoktu rüyamdaki mekânda.

 

“Şimdi avlusunda olduğum evimizi görüyordum. Yattığım peykeyi, avluyu, hatta göğü bile kuşatan havada mesteden bir koku vardı; güllaptandan fışkırır gibiydi, insanı mest ediyordu.

 

“Avlunun dibindeki kiler mağarasından ak libasa sarınmış biri çıktı. Uzandığım sedir peykeye yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı.

 

 Ayakları yok gibiydi, avlu döşemesi üzerinde kayıyordu sanki; evin duvarları, asma, oda kapıları, mağara gibi o da parıltı saçıyordu etrafa.

 

“Yanıma varıp yüzüme sevecen gözlerini dikti, leçeğimle örtük başımı okşadı.

 

“Artık kalk kızım,”dedi. “ Çilen doldu nihayet. Emirlerini yerine getirmeyerek nankörlük yapma beyine, ne olursa olsun sen bununla mükellefsin Allah’a karşı. Nasıl yaşarsa yaşasın, imanı olduğu müddetçe ona karşı mesuliyetlerini yerine getir.”

 

Ayşe Hanım’ın daha sonra torunlarına, evlatlarına, beyine ve diğer dostlarına anlattığı rüyasınnı idrak ettiği andan itibaren aniden yerinden silkinir gibi doğruldu.

 

“İkinci kuşluk gelmiş, haspe zamanı...” düşüncesi onu mutfağa yolladı. Akşama aha ne kalmıştı. Ancak domatesli bulgur pilavı yetişebilirdi. Beyi ile kayınpederi birlikte girince  apışıp kaldılar önce, ardından da sordu beyi:

 

“Avlu yıkanmış, mutfaktan da yemek kokusu geliyor. Annem evinde bildiğimce, senin annen mi uğradı yoksa?”

 

“ Evde yalnızdım bugün.”

 

“ Kim yaptı yemeği öyleyse, hâlin malum çünkü...”

 

“ Benden başka yapacak kimse yok ki.”

 

Gelini Ayşe’nin sorulanlara mantıklı cevaplar verdiğini görünce “Hacı Baba”nın:

 

 “Hamdolsun Rabb’ime.” diye gözleri “ufaldı” birden. “Demek kızımız eski hâline döndü; şükürler Rabb’im.”

 

Kızı gibi benimsemişti onu.

 

 

 

***

 

“Cuma Pazarı” Meydanı’ndaki evleriini kiraya vermişlerdi.Tekrar dönüklerinde tayin yerlerinden, kasabaya tekrar geldiğinde beyi memur olarak içinde Tapu Dairesi Müdürü vardı.

 

Adam, “Ben kışlık odun kömür almıştım, şimdi çıkamamam.” deyince mecburen kız kardeşinin yanına indi.

 

Kendi evine geçmede sabırsızlanıyordu, hem döşek yünlerini de havlandırması lazımdı. Yabancı bir evde olmasına rağmen dama yünleri serdi. O anda bastıran bir yağmurla bir kısmı sokağa sürüklenince Ayşe Hanım’ın alnı karıştı. Bir odundan dolayı onu sokakta bırakan tapucunun şu an ne rahat olduğunu düşündü içinden; oldukça buruktu.

 

Ertesi gün birini yolladı eve bilgi almak için.  Çocuk telaşla döndü.

 

“Sizin evinizin dış duvarında bir tabut dayalı...” dedi.

 

Öğle vakti gelen beyine söyledi bunu. Beyi Cuma Meydanı’nın yolunu tuttu.

 

Ve öğrendi. Tapu Müdürü bir kazada ölmüştü.

 

Aldığı odunlarla cenazesini yıkamak için su ısıtıyorlardı.

 

Tapu Müdürü’nün ailesini memleketlerine yollarken, aldıkları odun ve kömürün parasını verip o kış onlarla ısındılar.

 

Kayınpederi “Hacı Baba” derin derin düşündü:

 

“Boşuna dememişler. Alma malumun ahını, çıkar aheste aheste...”

DİĞER YAZILARI Mahzun ve şevkli notlar... 01-01-1970 03:00 Size Mi Kaldı?.. 01-01-1970 03:00 Fedâkârlık, İsar Farkı 01-01-1970 03:00 Bid'akârlık ve Bahaneler 01-01-1970 03:00 Adını Ne Koyarsan 01-01-1970 03:00 Tevhid Meşalesi- 1 01-01-1970 03:00 Wagner- çeçen ittifakı mı? 01-01-1970 03:00 "Dini vakıf" genci neye hazırlar? 01-01-1970 03:00 28 Mayıs, 27 Mayıs'ın Rövanşıydı 01-01-1970 03:00 Medresetü’z-Zehra ve Ehl-İ Hak Mezhebinin Muhafazası 01-01-1970 03:00 D ö n g ü 01-01-1970 03:00 Müspet Müspet De Istılahi Manası Nedir! 01-01-1970 03:00 Allah kimseyi fahiş - sefil- etmesin! 01-01-1970 03:00 Zafer Sabırdadır ve Ağustos 01-01-1970 03:00 En Büyük Burhan Mucizeler-1 01-01-1970 03:00 Her esma tecellisi resul’ün mucizesi gibidir.-ı 01-01-1970 03:00 Vatan-i aslimiz cennet mi, dünya mı! 01-01-1970 03:00 HİLÂL ve YILDIZ’IN "TEÂLİ" ETMESİ... 01-01-1970 03:00 Dünya, Dünya Dedikleri 01-01-1970 03:00 Vatan giderse ekmek bedava satılsa ne yazar! 01-01-1970 03:00 Ehli Sünnet Cemaati İtikadı 01-01-1970 03:00 Şerrin Harcını Karmak 01-01-1970 03:00 Fetö'nün b planı M(z)illet ittifakı + "muhakeme-i akliyeden noksan" dini darlar! 01-01-1970 03:00 Kafkaslara Konan Kartal 01-01-1970 03:00 Satır Arasını Okumak Yahut Saffı Evvele Düşmanlık 01-01-1970 03:00 Osmanlı ve Fiyat Ayarlaması 01-01-1970 03:00 Siyasetle İlgili Kimi Notlar-1 01-01-1970 03:00 Dâvet Bahar Adır Bundan Geri 01-01-1970 03:00 Gönlü İhya Seferberliği 01-01-1970 03:00 Fetö'nün B Planı 01-01-1970 03:00 Encesi Temizlemek İçin Necisi Tahrik Etmek Akıl İşi Mi! 01-01-1970 03:00 Yaptığımız Yapacaklarımızın Teminatıdır 01-01-1970 03:00 Zilleti ve usa'cı fetöyü savunmak asyacılık mı! 01-01-1970 03:00 Minnet Almayışınız, Şimdi Kanaat Şeklinde Yaşanmalı Milletçe 01-01-1970 03:00 Bizde Melik Dahar Aslında Melik Zahir 01-01-1970 03:00 Tanpınar Ekolünden Romancımız Hüseyin Yılmaz 01-01-1970 03:00 Tiftiklenen Mazim 01-01-1970 03:00 Selmanı Pak Aynasında Kut Zaferi Parladı 01-01-1970 03:00 Ahmed-İ Hâni Birlik Meşalesi 01-01-1970 03:00 Haçlı Ve Emperyalist Zihniyetlerin Zulmettiği Milletler Neyle Kurtulur! 01-01-1970 03:00 Hain içerden olunca! 01-01-1970 03:00 Kuyruklu Yalan Ve Algıdan Medet Umanlar! 01-01-1970 03:00 Bilerek Veya Bilmeyerek Şerrin Harcına Kürek Sallayanlar 01-01-1970 03:00 Hüseyin Avni Ulaş, Said Nursi Ve Hürriyet-İ Hakiki 01-01-1970 03:00 İkiyüzlülüğün Alfabesi 01-01-1970 03:00 Bir Asimetrik Savaş Çeşidi 01-01-1970 03:00 Bir Asimetrik Savaş Çeşidi 01-01-1970 03:00 Aman Aman Aman, Teyakkuz! 01-01-1970 03:00 Zillet İttifakı Adayına Sorular! 01-01-1970 03:00 İmanları Diritme Hareketi İçin... 01-01-1970 03:00 İlimden İlhama 01-01-1970 03:00 Esintiler 01-01-1970 03:00 Gönlü İhya Seferberliği 01-01-1970 03:00 Olacağı Beklemek 01-01-1970 03:00 İman Ve Amel 01-01-1970 03:00 Yalel Sedaları veya Aksa Mescidi! 01-01-1970 03:00 Ramazanda bir tefekkür! 01-01-1970 03:00 Metnin Anahtar Kelimesi 01-01-1970 03:00 Külliyat'ı Anlamak Üzerine-2 01-01-1970 03:00 Akif İslam Şairidir Yahut İstiklal Marşı Şairi 01-01-1970 03:00 İhlas, “Îsar” Münasebeti 01-01-1970 03:00 Eski Değil, Eskimez Said 01-01-1970 03:00 28 Şubat'çı "Kafa" Bu Sefer de Erdoğan'ı Hedef Aldı 01-01-1970 03:00 Kavala Talebi Üzerine… Düşman Kime Saldırıyorsa…! 01-01-1970 03:00 Manevı “Seyyidlik” Resulullah Dāvasına Sahip Çıkmaktır 01-01-1970 03:00 Geç Bir Osmanlı Yazısı 01-01-1970 03:00 Tarihi Sevdiren Adam'a Rahmet Dileğiyle 01-01-1970 03:00 Külliyat'ı Anlamak Üzerine-2 01-01-1970 03:00 Külliyatı Anlamak Üzerine-1 01-01-1970 03:00 "Silik Söz”lerin Gezdiği Arena 01-01-1970 03:00 Zekânın Zekâtı Borcu Silmez; Mecazidir o... 01-01-1970 03:00 Asıl Ambargo Zihinlerde; O Kalktıysa Onlarcası Bile Hava Civadır Bize... 01-01-1970 03:00 Tek Derdi Dünya Olan Şebeke 01-01-1970 03:00 İnternet ve Sosyal Medyada Türkçenin Doğru Kullanımı 01-01-1970 03:00 Tepetaklaydı İçim... 01-01-1970 03:00 “Akibet Müttakilerin” ve “Kadere Teslim” Olanların Değil mi! 01-01-1970 03:00 Taklacı Kuş Olmak Kimi Vurur Önce! 01-01-1970 03:00 Duzah mı, Vicdan mı? 01-01-1970 03:00 Ehl-İ Hak Olan Sünnet İtikad Mezhebi 01-01-1970 03:00 Muvakkat İttifak ya da Tapu Dağıtmak! 01-01-1970 03:00 Bulut Ve Ördek Meseli 01-01-1970 03:00 Mitoman Siyasi Belki Mazur, Ya Taammüden Yapan! 01-01-1970 03:00 Van Yolundaki Han Kapısı” ya da Muzdarip İslam Alemi! 01-01-1970 03:00 Mutasavvufa ‘Felsefe Yapma Deme’ Hadsizliği! 01-01-1970 03:00 Bu Asrın Bir Mücahidi: Fırıncı Ağabey 01-01-1970 03:00 Türkmenem! 01-01-1970 03:00 İpin Ucunu Verdiysen Geçmiş Olsun! 01-01-1970 03:00 Belirsiz Bırakmak da Bir Aleniyettir! 01-01-1970 03:00 Eyüp Otman Ağabey 01-01-1970 03:00 Dünya Dedikleri Acayip Yer 01-01-1970 03:00 Layt Laikratos, Artan Sekülerizm! 01-01-1970 03:00 Navteks Bir Ara Formül Asıl Hedef MEB 01-01-1970 03:00 Çığlığı Afakta Yankılanmayan Yazar” Olur Mu! 01-01-1970 03:00 Çay Deyip Geçmeyin 01-01-1970 03:00 Yine İspanyol Siyaseti veya İstanbul Sözleşmesi 01-01-1970 03:00 Osmanlı'nın Töresi Sünnetin ta Kendisidir! 01-01-1970 03:00 Doğruyu Her Yerde Dememek Ama Hangi Makamda? 01-01-1970 03:00 Sarp Ufukların Hikâyesi 01-01-1970 03:00 Nur’ların Ahirzamandaki Makamı ve Bütünlük... 01-01-1970 03:00 15 Temmuz'da Bize Kefen mi Biçmek! Meydandayız, Gel de Biç! 01-01-1970 03:00 Düşünme Özgürlüğüne Set Haline Dönüşmüş Bir Kanun: 5816 01-01-1970 03:00 Ayasofya Davası İçin Her Nakil Seslendirildi de... 01-01-1970 03:00 İbibikler Öttüğünde Ordayım! 01-01-1970 03:00 İhlas, Hal-i Alem Siyaseti Ve "Siyaset-i İslamiye" 01-01-1970 03:00 Hakiki Meşveret! 01-01-1970 03:00 CHP'nin Hali Pür-Melali Ve Tir Tir Titremek! 01-01-1970 03:00 Said Molla, Şeyh Said Ve Molla Said Bediüzzaman Bir Mi! 01-01-1970 03:00 Ayasofya Fethi Ve Zincirler... 01-01-1970 03:00 Ver Elini Türkmeneli 01-01-1970 03:00 Sünnet İtikadında Mehdi 01-01-1970 03:00 Bay - Ram Düşünceleri... 01-01-1970 03:00 Suriye Yahut Diyar-I Şam 01-01-1970 03:00 Korona Sürecinde İslam! 01-01-1970 03:00 Her Zamanın Pakraduni'si 01-01-1970 03:00 Aya Sophia Mı, Mahzun Mabed Mi? Fatih'in Bedduasından Ne Kurtuluş Ne Zaman! 01-01-1970 03:00 Nefsi Yenmek Ve Koronayı Yenmek. Hangisi Zor! 01-01-1970 03:00 Sait Molla, Molla Said Farkı 01-01-1970 03:00 Nâbî'yi Nabi Eden Hüsn-ü Nazar... 01-01-1970 03:00 Ne Çektikse Kamal'lardan... 01-01-1970 03:00 Vatanı Sevmek... 01-01-1970 03:00 “İstiklâlden İstikbâle” Deneme Eseriyle “Efendi Bey” Romanı 01-01-1970 03:00 “İstiklâlden İstikbâle” Deneme Eseriyle “Efendi Bey” Romanı 01-01-1970 03:00 Enbiya Şehri Urfa Ama Diyarbakır Şehr-i Ashab! 01-01-1970 03:00 Halilullah (As.) 01-01-1970 03:00 Baltanın Sapı... 01-01-1970 03:00 Keşke Haklı Çıkmasaydık... 01-01-1970 03:00 Fasl-I Paşa 01-01-1970 03:00 “Hikmet-İ Kudsiye” İle Felsefe Hikmeti Münazarası 01-01-1970 03:00 Doğubayezıd Hâni 01-01-1970 03:00 Elif Öğretmen Ve Romancı Hüseyin Yılmaz! 01-01-1970 03:00 Fikir Cüceliği! 01-01-1970 03:00 Tarih; Gerçek Aynası! 01-01-1970 03:00 Yol Açıcılar- Yol Kapatıcılar 01-01-1970 03:00 İdilhan, İlhanlı Ve El-Megiddo Ovası!.. 01-01-1970 03:00 “Hakikatı dışlamış kimselerle tevhidi toplum inşa edilemez.” 01-01-1970 03:00 " Erkeğe karı libası yakışmaz" veya "kendi yürüyüşünü terk etti..." meselesi... 01-01-1970 03:00 Göbeklitepe Diye Bir Yer 01-01-1970 03:00 Kimlere? 01-01-1970 03:00 Yokuşta Yürüyenler ( Bir Emek Hülasası) 01-01-1970 03:00 "Şura-yı Hakiki" Veya "Meşveret-i Şer'iyye" 01-01-1970 03:00 Yeni FETÖLERİ “Önlemek” İçin… -2 01-01-1970 03:00 Medeniyet dediğin tek dişi savunan kimler?.. 01-01-1970 03:00 Yeni FETÖ’lerin önünü almak... 01-01-1970 03:00 Mehdi İttihad-I İslam Ordularının Başkomutanı 01-01-1970 03:00 Züğürtlük Gazeli 01-01-1970 03:00 Akasya -1 01-01-1970 03:00 Manevi “Seyyidlik”, Resululah (Asm)Nin Dāvasına sahip çıkmaktır! 01-01-1970 03:00 Üfürükten teyyare kripto vazife! 01-01-1970 03:00 Fedakârlığa Farklı Bir Bakış 01-01-1970 03:00 Kısır döngü yahut "fasit tevilat" 01-01-1970 03:00