“2 Aralık 1983- Ş..hane
Bu satırlara başlama niyetim, çoğumuzun ve türlü endişe sahibinin “beşer” dediği kalabalıklarda ve arzda garip, kimi zaman halim selim olan, bazı vakitler zalimin de zalimi mahlukun genel hayat şeridine, yaşantı silsilesine faydalı olabilecek hadiselere eğer şahit olabilirsem ömür çizgimi tecrübe demeti olarak yepyeni kuşaklara aktarıp, aynı hatalara düşmemelerini salık verme isteğinden doğdu.
Bununla birlikte, işin gerçeği, bu kararım oldukça derinlere ve çok eskilere dayanmıyor. Hakikat şu; bu kararım, on aydan beri memleketimde beklediğim öğretmenlik tayin emrimi posta yoluyla getiren telgarafla başladı. K……. İl Milli Eğitim Müdür Vekili Hayreddin Bey’in imzasıyla “atama”mın, illerindeki Ş…… beldesine olduğu bildirilince yüksek eğitime başladığım ilk yıllarda tohum hâlindeki günlük yazma arzumu şıvgalandırıp sümbüllendirdi, ‘yeniden inşa’ etti galiba; ama ara ara ve fasılalarla.
Bu şekildeki“anı” yazma gayretine “günlük” denemeyeceğini bilmeme rağmen yine de başlıyorum. Zaten bu âlemden göçtükten sonra ardımda bırakacağım tek mal, arkadan gelenlerle yeni nesillere yararlanacağı bir kaç satır bırakmak olursa Allah’a sonsuz şükran duyacağım.
Hayali satırlarımla ülkeme kazandırabileceğim üç beş hemcinsimi azımsama ey okuyucu! İnsan hayatına ve -itiraf ederim- hayata gözlerini yeni yeni açmış -bence öyle- bir insanın -kendimden bahsediyorum- ders verici hatıralarına sığınmak bile az şey midir? Bir tek fert için dahi ayna olabilecekse bu satırlar, neden lüzumsuz görülsün?
*****
Sırası gelmişken, temas etmeden geçemeyeceğim. Beşer hayatını, maddeci akıldaneler ile hikmetsiz kaba sofiler gibi sadece ferdî sergüzeştlerin toplamı intibalar zinciri biçiminde anlamıyorum; belki biyolojik insan yapısından daha karmaşıklık arz eden, kendi türünün birbirine faydalı olma iradesiyle kendini, zararlılardan sakındırma insiyakında bulan; daire daire içinde birbirini tamamlayan, renk ve ses tonlarıyla insicam yapan; biri diğerinin menfaat ve çatışmasından tesir alıp örgü örgü işleyen hayat safhalarını idrak ediyorum.
Böylesi bir “en şerefli” mahluk insana, bilhassa en temel değerimiz İslam’ın çizdiği diğergâmlık ilkelerine uyması gerektiğini düşünenlerdim. Şunu itiraf cesaretine sahip olduğumu, maaliftihar, âlemin aktarına sayhalandıracak kadar -hamdolsun- ilan ederim. Kişi hayatı (ferdî hayat) noktasından bulunduğum mihrak ile “günün gerçeği” denen hortlaktan fersah fersah uzağım!
Hortlak diyorum, çünkü fakültemde aldığım akademik sertifikalardan biri de “Umumi Türk Tarihi”nin medeniyet bölümüydü ve edindiğim bilgilere göre yerleşik hayata geçmemişve bir bakıma “avcı toplayıcı” olan Türklerle civarındaki kavimler – yaklaşık 2500 yıl öncesinden bahsediyorum- zamanımızdaki kimileri gibi, “günün gerçeği” savrukluğuyla aynı seviyede yaşıyorlarmış; ilerde -sual buyurulduğu gibi(!)- bu meseleyi açmaya, eskilerin tabiriyle “tavzihe” çalışacağım.
Bunu tespit etmeme rağmen, harika bir zümrüt zincir hâlinde süregelen hayatımız ve “zerrelerin hareket”iyle oluşmuş zamanın hikâyesi keyfiyetindeki insanlık tarihi, hem maddi hem manevi olarak çağ açıp çağ kapayan, çağı -paçasından- yakalayan veya atlayan hadise ve sahneleri görüp nüfuz ettiğimi sanıyorum.
Bu zannımın doğruluk veya hata derecesini de zaman gösterecektir elbet.
*****
Validem, vazife mekanıma gitmeden önce -her zamanki gibi- temelde hayatta bir defa yapılan “tezevvüc” meselesine dokundu. Ama bekleme, sabır, temkin kararımı onlar kısmete yorsa da asıl sebebini belki kendime bile itiraftan çekiniyorum. Yine de bıyık altından gülümseyerek işi sis ardındaki hayaller muğlaklığında bıraktım ve bütün o sözleri es geçme fiilini icraya verdim!
“Evlilik işini çardak kurmaya mı benzetiyorsun anacığım?” dedim yalnız.
Onca ibretli hadise ve hikâyeyi zihin bakımından, üstelik hatıra nevinden gördükten sonra, bundan geri yoğurdu bile üfleyerek yediğimi bir zaaf kabul etsem dahi maalesef yine de öyle yapacağım.
"Zamanı abidin” de kalem ve sınıf arkadaşım Şükrü’nün manalı manalı bakmasına yol açacak, “Her Beyazdan Çekinmek.” makalemdeki aşırı temkinli olmak ihtirazımımın tıpkısının tıpkısı manasında elbet. Satırlarımın bu kısmını şimdilik burada noktalayışım tek yönlü ve sadece dünya ile sınırlı olmayan ve saffet denizinde kulaç atıcı olmayışımdan sanıyorum; ama sadece sanıyorum!
*****
2 Aralık 1983- Ş….. İlçesi
“Daha biraz önce 20.30’daki haber bülteninden sonra Olayların İçindin’de Genelkurmay Başkanlığı devir teslim törenini seyrettim. Genelkurmay Başkanı Nureddin Ersin ile selefi Üruğ’un nutukları elbette ki mutad bir merasim konuşmasıydı.
Bunu gayrıtabii bulmak imkânsız da… Fakat 12 Eylül darbesi neticesi başımıza gelen Evren’in konuşmasını dinleyince işimizin zorluğunu idrak ettim. Eskilerin cerbeze dedikleri “batılı hak gösterebilme hasleti” eğer yanındaki kimilerine de geçerse “maçı çevirmek” oldukça güçleşebilir…
Belli bir bakış açısı böyle “cerbezeli” kişilerin, “tek parti dönemi”nden beri vazgeçemedikleri bir huy.“Kanunu tatbik edenler evvel kendilerine tatbik etmeliler…” beyanındaki manayı “millet”çe ters taraftan alır olmuşuz.“Böyle yapmamak gerek ama ben bunu yaşamayı uygun buluyorum, çünkü ben başkayım…” iptilası, bakalım neticede başımıza ne açacak?
Konuşmasının sonundaki bir söz, beni oldukça güldürdü. “Ordumuz siyasetle uğraşmayı kabul etmez.” 12 Eylül 1980 tarihinde ne yaptırdın ona o vakit? Sen orgeneral olduğun halde neden “tek aday” olarak Cumhurbaşkanı seçildin?
6 Kasım 1982’de millet o engin sağduyusu ile tekrardan “milli irade”ye kavuşmak için Anayasa ile birlikte sizi seçmişken, kalkıp onun iradesi aleyhine sözler sarf etmenin ne manaya geleceti tarihin tozlu raflarında?
Hatırıma gelmişken belirteyim. B……..teki darbe yanlısı MDP kurucularından biri oğlu yanına Kayseri’ye gidip pazar yerinde bir vatandaşa soruyor. “ Kime oy vereceksin?”
Cevap, anında geliyor; tereddütsüz…
“ Anavatan’a elbet.”
“ Niçin MDP değil?..”
Vatandaşın cevabı çok nettir.
“1971’de Gürler’i Cumhurbaşkanı seçtirmek için vekllere silah çeken Sunalp’a rey mi vermek? Elimi keserim daha iyi.”
Demek ki herkesin şapka çıkarmak zorunda kaldığı yahut kalacağı bir milli hafızaya sahibiz. Bu sebepten gelecek için ümitvarım. Zihnimde çınlayan ikaz beni düşündürüyor yalnız. “Ehl-i imanın âlicenaplığından bir tek hasenat hatırına dehşetli tahribat yapan canileri afvetme…” şeklindeki höşgörüyden doğan gaflet, döneklik, basiretsizlik tehlikesini bertaraf edecek yeni nesiller, “Nesl-i Cedid”ler yetiştirmek mecburiyetindeyiz.
*****
18 Aralık 1983- şaphane
“ Hayatımdan levhalara başlayışımdan bu güne kadar on altı ömür törpüsü geçiverdi; ne de çabuk geçiverdi, şaşıp kalmıştım.
Bugün ilk vazife yerim Şaphane’deyim. Önceki bir günlükte yazdığım gibi Kütahya- Gediz’e bağlı şirin bir nahiye.
…Ve bugün buradaki dördüncü günüm.
Ankara ve Kütahya üzerinden ulaştım buraya. Üç gün boyunca ara ara yapılan sohbetler, Ankara mahsulü çünkü. Demek ki oraya ayak basalı yedi gün olmuş.
Daha sonra etraflıca anlatacağım Tahsin ve Müslim orada eğitimdeydiler. Dile kolay, ikincisi ile ortaokul ve lisede beraberdik.Asıl yazacaklarıma giriş yapmadan önce diyeyim. Büyük ihtimalle , temenni ediyorum ki, bu “fetret”in ardından yarın sabah ilk defa derse gireceğim. Korku ve telaşın kalbimi ikide bir yoklamadığımı desem yalan olur.
Bahsettiğim “korku” kelimesi, Akif’in “Korkma! Sönmez…” mısraındaki “merak etme” manasındadır; az ötesi ise biraz endişelenme. Eğer kimden diye sorulursa cevabım, anında hazırdır elbet; kendimden. Sebebi mi? Bu da bende kalsın. - Ş..hane"
Mehmet Nuri Bingöl