Fırıncı (M. Nuri Güleç) Ağabey adını duyunca zihnime, en temel vasıfları olan yüce dağ cesametindeki azmi, şefkati ve tevazuu gelir.
Bu sıfatları çağrıştıran da fakülte birinci sınıftayken onunla ilk tanışmamdır. Pederimin Almanya'da işçi olmasından ötürü sınırları aşan yolculuklarım olmasına rağmen, kalabalıklar içinde bile yalnızlık çeken kendi içinde kavisli ruhumla beraber kaldığım KİMYACI apartmanındaki daireye gelmiş, yerde bağdaş kurup çaylarını yudumlayan bizlerin yanına dizüstü oturmuş, o her zaman ışıltılı ve tebessümlü siması ile,
"Hiç kalkmayın kardeşler..." demişti. Hoşbeşten sonra başlamıştı Üstad'la yaşayıp ondan dinlediklerini anlatmaya. Bu hatıraların çoğu Necmettin Şahiner'in Son Şahitleri'nde var, dinlediğim birini de bu fakir, "Nur Üstad" kitabında rivayet etmiştir. Ona sormadan aktardığım için inşaallah hakkını helal etmiştir.
Bence Bediüzzaman'dan sonra bu asrın en büyük mücahitlerinden biriydi. "Büyük cihat" manasındaki, Risale-i Nur ile alakalı bir tebliğ vazifesi çıkınca meydana, dil bilmeden Avrupa, Hindistan ve çevresi, Amerika, hatta kimi Afrika ülkelerine de gitmiştir. Ayrıca Risale'nin pek çok dile tercümesi için önayak olduğu da hepimizin malumudur.
Öyle ki Fırıncı Ağabey yoldan geçerken bir tanıdıkla selamlaşırken, başka birisine, onunls saat ya da adres sorma bahanesiyle tanışıp epeyce vakit harcayabilen nadir insanlardandır.
Fırıncı Ağabey için farklı bir şey denmek istense şunu yazmak icap eder: Herkesin bildiği o nurlu ve huzur veren siması, daima gülen ve güven veren çehresi, hep munis ve şefkatli yüzü, zirve yapmış edebi ve saygısı, yumuşak ve rahatlatıcı kelamını..
Herkes kendini onun yanında özel hissederdi; öyle hissettirirdi. Fırıncı ağabey latife yapmayı severdi. Nasihat etmezdi, “benim bir huyum var” diye başlar kendine nasihat ederdi, etrafında oturanlar da herkes kendi kapasitesine göre alır kabına doldururdu.
Dünyanın neresinde Risale-i Nur okunuyorsa orada Mehmet Fırıncı'nın ayak tozu vardır. Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e yetmişten fazla ülkeye gitmiştir. Bazı ülkelere üç-beş, hatta onlarca defa gitmiş, Kur’an’ın bu asırda " bir nevi tefsiri" olan Nur Risaleleri'ni ulaştırmış ve
insanların istifadesine sunmuştur.
Bir insanın en özeli nedir diye sorsak herkes evlilik ve onu çağrıştıran kelimeler ya da manaları ifade edecektir. Fırıncı abinin evliliğinin bile birinci sebebi Risale-i Nur’un İngilizceye tercümesi ve muhtaçlara ulaştırılmasıdır. Yoksa 65 yaşından sonra evlenmek için hiç kimsenin başka bir sebep söyleyebileceğini sanmıyorum.
Prof. Dr. İbrahim Özdemir onun için "Dünya Abisi" ifadesini kullandı, Av. Hüsrev Kutlu’nun tarifi ise bambaşka: “Melek ile insan arasındaki ince çizgi...” derdi.
Kur’an’ın nuru ile nurlanmış ve o nuru aksettirebilme liyakatini kesbetmiş bir ümmi idi. Ahirzaman müceddidinin ışıl ışıl parlayan, nur saçan, etrafını ve etrafındakileri nurlandıran bir yıldızıydı.
Fırıncı Ağabey herkesin derdi ile dertlenen, arayan, soran ve çözüm arayan hakiki bir dosttu. Bir defa da Şanlı Urfa Bediüzzaman mevlidinde beni görünce halimi hatırımı sormuş, içtimai karışıklıktan dolayı o derin şefkatini tam gösterememişti yine de. Ama İstanbul seyahatlarımdan birinde SELÇUK Apt'na uğradığında bütün müşfikliğiyle eski günlerimizi yad etmişti.
Hakkında dinlediğim bir anekdot da şöyle:
Fırıncı Ağabey, Ali Bıyık, Ali İhsan Eroğlu Ağabeyler ve diğer başka ağabeylerle hac farizası için Mekke-i Mükerreme’de bulunuyorlar. Kaldıkları otelde paraları çalınıyor, durum otel yönetimine bildiriliyor ama otel sahibi otelinde böyle bir şey olamayacağını söylüyor; biraz sonra yukarıdan Fırıncı Ağabey iniyor ve o da aynı şeyleri ifade ediyor. Bunun üzerine otel sahibi “Bu zat da aynı şeyi mi söylüyor?” diye soruyor. Evet cevabını alınca, “Bu zatın yüzü yalan söylemeyecek kadar mübarek...” diyerek paralarının iadesini emrediyor.
92 yıllık ömrünün 72 senesini iman ve Kur'an hizmetine adayan ve bu hizmette hastalığı, tembelliği, açlığı, uykuyu kendine yasaklayan bir Fırıncı Ağabey’i yazmaya muktedir değilim.
Bütün bu mehasini de niyetle meydana gelen güzellikler değildi, o fıtri bir hüsne, ruh güzelliğine sahipti. Ondaki tevazu da kesbi değil fıtri idi. Yani sonradan olma bir tevazu değil, doğuştan getirilen bir haldi.
Ulvi alemlere irtihali için Rabbimizden ona mağfiretle muamele buyurmasını niyaz ediyorum...