Bir -güya- "ulusal" gazetedeki üç-beş yazar ile o “kitle”nin reisi manasındaki Zat’ın bir beyanını okuyunca aklıma malum kıssa geldi.
Hoca Nasreddin sayfiye niyetiyle kırlara açılıyor bir gün.
Merkebinin üzerinde bir kumandan edasıyla giderken arkasından da talebeleri geliyor.
Tam çarşıdan geçerken daha bir gurura kapılıyor Hoca. “Ben kimmişim be…” diye düşünemeden merkebinin ayağı sürçüyor ve yere, çamura yuvarlıyor Hoca’yı.
Çarşıdaki esnafla beraber talebeleri de karınlarını tuta tuta gülüyorlar.
Hoca kızarıp bozarıyor ama istifini de bozmuyor.
“ Ne gülüyorsunuz?” diyor. “ İnmeseydim de zaten inecektim.”
*
Geçenlerde facebookta yazan biri –kulaklaları çınlasın- o malum münekkitlere hitaben:
“ Karşınızda adam var adam” diyordu. “ Sidiğini tutamadığından altı bağlı bir başbakanla karıştırmayın sakın!”
Hele “hakikatperestlik sıddıkiyeti” ( Kastamonu Lahikası) içinde olması gereken bir “mevkute”nin baş yazarı, yazarları ve malum gazete bağlılarına ve çizerinin tavrına ne demeli?
2004’ün o askeri vesayet şartları içinde – kapatmaya malzeme vermemek – ve “cemaat”ı MGK gündeminden düşürmek için ama hemen o kararla alakalı hiçbir şey yapılmayan MGK belgesinden medet ummalarını garipseyerek ve ibretle seyrettim.
Daha düne kadar oy verip “alayı vala” ile ambalajladıkları bir “lider”in –bizzat- 28 Şubat post-darbesini dizayn etmesini “tankları nizamiyeden çevirme” girişimi diye sunan kimseler, bunların “hınk” deyicileri ile kendileri değil miydi?
*
Tespitlere devam edelim; hakikatın da hakikatı, 28 Şubat "post-modern darbe"si, arkalarında iteleyen mason biraderler ve Yahudi sermayesinin iteklemesiyle Demirel-Cindoruk ortak yapımıydı. Biri, 1961’de darbecilerin astığı rahmetli Adnan Menderes’in veliahtı, diğerini avukatı olarak bilinirdi. Tabii yersen... ( 1962'de Menderes'in asılmasını yolundaki döşemeleri yapan İnönü ile koalisyon kurma neye ihanetti?)
Aynı ikili 27 Nisan 2007 ve 367 icadında da başrollerdeydi. Bu tutumlarıyla ya ‘dava’larına ihanet etmişlerdi, ya da ‘dava’ zaten başkaydı.
Sonra, iki ‘merkez sağ’ parti sandığımız DYP ve ANAP birleştirilmeye çalışıldı 2007 seçimlerine doğru.
Bu vetirede Ergenekondan hüküm alan bir gazeteci ANAP lideri Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar’la görüşmüş, sonunda ‘birleşik merkez sağ’a adeta yeni lider havasıyla katılmıştı. Şimdi bu iki partinin eski liderleri ortalarda görünmüyorlar, ama açıklamak zorundalar, ‘birleşme’ de bir Ergenekon veya FETÖ projesi miydi? O devirde Zaman devamlı MESUT YILMAZ portresini ön plana çıkarıyordu!!!
Anlaşılan ‘merkez sağ’ denilen “ toplumsal kesimin” temsil organları, yani siyasi partileri ‘derin devlet’in arka bahçesi hâline gelmiş. Bu, ne 28 Şubat’la ne de 27 Nisan’la başlayan bir hikâye yani.
Belki de başlangıcı, Demirel’in Adalet Partisi genel başkanı seçildiği 1964 kongresine gider. Parti’yi zaten emekli bir general, darbe sonrası bir dönem genelkurmay başkanlığı bile yapan Ragıp Gümüşpala kurmuştu.
Erken ölümünün ardında da "malum çevreler", geleceği görülen partiyi 'sağlam’ bir isme, Süleyman Demirel’e emanet edildi. Ne yani, 1950’lerde üç seçimde yüzde ellinin üzerinde oy alan bir harekete karşı darbe yapıp, başbakanını asanlar bu partiyi ve tabanını boş mu bırakacaklardı?
1980 darbesinden sonra da merkez sağın iki partisi oldu: Tamamen cuntacıların güdümünde olan Milliyetçi Demokrasi Partisi ile Demirel’in arkasında olduğu söylenen Büyük Türkiye Partisi. Birincisinin kurucusu emekli bir generaldi, 12 Mart muhtırasında perde arkasında işleri yöneten Turgut Sunalp. İkincisinin genel başkanı da bir başka general, Ali Fethi Esener. DP seçmeni AMMA da "sivil" isimlere teslim edilmişti ha, bir defa yersen!
İlginç değil mi? Galiba merkez sağ diye milleti “oyalayan” güçler, onlarla beraber destekçileri, “grup” ve “ cemaat taslaklarını” da dibe; sefalet ve fehaşete ( fahişliğe) doğru çekiyor. Övünen HDP yanında gerdan kıran muhafazakâr ve sağı bölen, "çeyreğin çeyreği" cemaat-tarikat- siyasalcı güçlere sesleniyorum yine; hatta bıkıp usanmadan. Neticede din kardeşiyiz.