Bazılarının “değişmez gündem” ya da “asıl mesele” dedikleri “ asli mevzumuz iman” ve “hakaik-i İslamiye” taliminin dışında, bazı “afaki” mevzulara temas eden “yanlış anlaşılmış” yahut “alet-i lâ
yâkıl” kılınarak yapılmış hatalara dokunmadan yapamıyoruz bazen. Büyük Üstad’ın dediği gibi “ Benim gibi herkes bilir. Boşu boşuna çene çalmak manasızdır.” derekesindeki hadiselerin teferruatına girmeyerek mevzubahis meselelerdeki safımızı belirterek nokta koyacağız.
I.BANDROL MUGALATASI: Bilhassa “asliyetine uymadan neşredildiğinden “ağabeyler heyetinin bandrol verilmesine mani olduğu” için nasırına basılmış gibi kimi yayın vasıtalarınca -paralel ya da the cemaatlaşmış canipten- vaveyla edilen hâlin asıl saiki, Risale-i Nur müellifince “Hakiki varislerim” diye takdim edilen ağabeylerce “korsan ve asliyeti zedelenerek” yapılan neşirlere mani olmaktır iddiası...
Bu izin vermeme hadisesine nam olan bandrol mevzuu, BENCE “mümkün” ve “meşru” hükumete, Risale-i Nur” muhabbetini taşıyanları muhalefet ettirmeye ya da desteklerini çektirmeye matuf bir çalışmadır, yani algı operasyonu veya cerbeze.
Devamlı şekilde “bandrol da bandrol” diye tutturulan ve “ ağlamak isteyen mızıkçı çocuğun kendince bahane diye bulup mal bulmuş mağribi gibi sarınılan” ve “Risale yasaklanıyor” gibi -özür dilerim- bir kuyruklu yalanın ardına gizlenerek yapılan iftiradan –acaba- ne umuluyor? Fetö yapılanmasının “hırsızlık” isnadını bile bu millet engin feraseti ve basiretiyle bertaraf ettiğine göre, bu apaçık “bühtan”ı hiç kabullenir mi?..
“Hakikatperest” (Kastamonu Lahikası) ve “Meslek-i Hakikat” (22. Lema) saliki iddiasında olan bazı arkadaşların bu “ tadile muhtaç sehvi” –inşaallah- bilerek ve taammüden değildir! Sözler, Envar, İhlasnur Neşriyat’lara bandrol verildiğini sağır sultan bile duydu da bir “BİZ” mi duymadık?
Hem mesele sadece bandrol almaksa , Üstad’ın hem gayrı resmi hem de noter tasdikli (yeni elde edilen) vekaletnamesinde belirtilen ağabeylerin hayatta kalanlarının Üstad’dan aldıkları ölçüye göre Risale-i Nur basılacağı taahhüdü ile alınabilir.
Ağabeylerle görüşüp mesele “kardaşane” bir şekilde izah edildi mi? Onlardan nasıl basılırsa izin alınacağına dair tavsiye alındı ya da buna tenezzül buyuruldu mu?! Hani “Büyüklüğün şe’ni tevazu“ ve tekebbür etmemekti?.. ( Seyda Ünlukul’un’u serrişte edenler Muhterem Suad Ünlükul’un Ahmed Aytimur ağabeye verdiği vekaletname ve neşir hakkını devir taahhüdünü herhal öğrenmiştir.)
Sadeleştirilmiş ya da “yeni tarz baskı” ne demek?.. Sen “şu ya da bu yenilik” dersen, elin oğlu da “sa(h)teleştirme” diyerek Risale-i Nur’u tahrif eder! Bunlara kanunen dur denilmeyecek de mazideki Tan Matbaası baskını gibi menfi harekete mi başvurulacak? Bu hem dinen, hem mesleken, hem de mantıken “memnu’- yasak” değil mi bize?
Tavizin taviz doğurduğunu –daha dün- diyen ve bu manayı bahane ederek kimi siyasilere hücum edenler de bu “arkadaşlar” değil miydi?
II.TEHALÜF: “Bandrol” hikâyesini” bahane ederek “mümkün” iktidara saldırmaya ya da “haklardan vazgeçirme” ameliyesine gelince:
Hemen hemen aynı – yorumlanmış, reforme edilmiş- mücerbiz “zalim propaganda “ ile “ azam şerre mâni” ve -eliyazübillah- hayatta kalındıkça “hülya ile” yıkılmak istenerek anarşist nazarıyla bakılan “mümkün hükumeti” alaşağı edeceğini sanan “paraleller”in hezimeti göz önünde iken, kalkıp aynı yolu takip etmenin mantığını ne ile izah edeceğimi bilemiyorum.
“Aymazlık” mı, yoksa “180 okul bulunan ülke yerine burası batsa da olur” zaviyesine benzer bir paralel mantık mı? Yoksa bu arkadaşlar da “harakiri” yapmaya mı “yönlendiriliyorlar” birileri tarafından?
III.TEHACÜM– Ey dostlar! Mazide hakaret ve iftiralarla rahmetlik Özal’ı da buna benzer ithamlarla devirmek istediniz de ne oldu? “ O zat” gitti cumhurbaşkanı oldu; mani olabildiniz mi? Bir mevzuda hakkınızı teslim etmeli ama: Rahmetlinin ölümünü teshil eden ekip içindeki birine moral destek sağlama “becerisi”ni iyi yapmıştınız.
(Bazılarına da bir lobicilikle ya da antidemokrat tavsiyelerle bu yola kerhen sevketmeniz de alkışlanmaya değerdi!!!)
Ya bir diğer rahmetli olan Erbakan’a yaptıklarınız? Evet, “bir dönem “azam şer”e mani değil, “şerr-i azam”a mani kitleyici bölebilecek bir yapıdaydı. Ona – o vakit- fikren muhalefete bir şey denilemezdi. Ya milletin önünü kesmek için bir müslümana iftira atmak, ekibindeki bazılarını iftiralarla kusurlu kabul ettirmek, yardımcısı Korkut ÖZAL’ı “fotoşop”la içki içirmek, değil bir Nur Talebesine(!), Yeni ....cıya; bir Müslümana, hatta bir insana bile yakışmaz. 1997’de ise “azam şerre” mani bir kitle haline geldiğini Çiller bile anladı ki “rahmetliyi” başbakanlık koltuğuna oturttu! Sayın Çiller’e 28 Şubat sonrası –taamüllere zıt şekilde- hükumeti kurma vazifesinin verilmemesinin sebebi de –bence- buydu , başka değil.
IV. TEHALÜF: PUT- POT mevzuu. Emirdağ Lahikasının 2. Cildinde bir mektuptaki “put kırma” deyimi, bazı yayınevlerince basılan eserlerde “ pot kırma” diye geçiyormuş!
Risalenin “eskimez yazı” diye bildiğimiz “Hatt-ı Kur’ani” ile yazılan nüshalarında mevzubahis kelime her iki şekilde de okunabiliyor. Ama dilin mantalitesine ve belağatın inceliklerine dikkat edildiğinde metni “put kırmak” şeklinde okumak daha doğru.
Çünkü hiç kimse bugün mülahaza edilen deyimi kullanarak “Ben pot kırdım”demez; hayatı boyunca fikren mücadele ettiği bir zihniyetin önünde eğilmez. Eski dildeki mülahaza ile – ki bozuk dikişi düzetmek demektir- öyle yazılmış olsa bile, vahy dahi insanların fehmince “tenezzülat”la buyurulduğuna göre Risaledeki deyimin bugünün fehmince okunmasında bir beis yoktur ve olamaz da…
Ama “bandrol” verilen bazı yayınevlerinin bastıklarında bu kelime “pot” diye okunmuşsa, içine sindiremeyen – mesela ben öyle yaptım- insanlar kelimeyi kalemle “put” diye değiştirirler olur biter.