Biysk, Güney Sibirya’daki bir sürgün yeridir. 1926 yılı itibarıyla Rusya’daki pek çok insan, hayvan vagonlarıyla oraya sevk edilmişlerdir. Yolda yaklaşık yarısı can vermiştir ya da şehitler kervanına katılmıştır.
Yolda ana ve babası vefat etmiş dokuz yaşındaki Mahmud, Komsomol eğitim kampına yollanmadan önce bir Rus köylü ailesi yanına verilerek tam olarak asimile edilmek istenmektedir.
O sırada sürgün kafilesini gözleyen Personel Şefi İvanov değişik bir sebepten buna engel olur. Mahmud’un, Biysk’in şehrin güneyine düşen bir tepedeki kulübede tek başına kalmasını sağlar.
Birkaç yıl sonra Mahmud’u almak için “Sürgün İdare Komutanlığı” bir teşebbüs daha yapar. Gençlik çağına ilk adımlarını atmaya başlamış Mahmud’u bir Rus köylüsüyle kalmaya zorlar. Mahmud da bir refleksle iri kıyım askerin yere kapaklanmasına yol açar. Komiser bu hareket karşısında Mahmud’u tutuklar. Karakola giden İvanov, delikanlıyı “Şu an benim işçim oldu.” diyerek kurtarır.
1932 yılının sonbaharında kulübeye Mahmud’la birlikte kalması için altmış yaşın üstünde bir sürgün daha getirilir. Adı Ali Atâ’dır. Kırımlı bir Tatar’dır. Büyük Kırım sürgününden önce, Basmacılarla birlikte Bolşeviklere karşı koyduğu için yakalanmış ve Kostroma şehrine sürülmüştür.
Kuzey Sibirya’da olan bu şehirde Osmanlı Mollası denen ve Birinci Dünya Harbi’nde esir düşmüş bir din alimiyle tanışır. Mücadele azmini ve sağlam dünya görüşünü ondan alır.
Bu fikirleri Mahmud’a da vermeye, “diriliş” ve “azada yürüme” azmini kaybetmiş Mahmud’u ve Müslüman sürgünlerin ileri gelenlerini harekete geçirmeye çalışır. Birkaç toplantıdan netice alamaz, insanların üzerine ölü toprağı serpilmiş gibidir.
***
1938’de başlayan İkinci Dünya Savaşı arifesinde, savaşa hazırlık maksadıyla Sovyet idarecileri, pek çok genci askere almak ister. Bazı sürgünler bu duruma karşı çıkar. Ama “Azat Heyeti”nde alınan karar gereği Kızıl Ordu’ya katılırlar yine de…
Daha sonra Mahmud, önce Komünist Gençlik Eğitim Kampı olan Komsomol’a, sonra da Kızıl Ordu’ya alınır. Askerden dönünce Gökhan’ın kız kardeşi Fatıma’yla evlenir. Bir oğlu olur. Daha sonra Afgan cihadında bir yöredeki mücahit komutanı olacak Abdulkerim doğduktan sonra İkinci Dünya Savaşı başlamış ve bilvesile Müslüman sürgünlere büyük fırsatlar doğurmuştur.
İvanov’un, Mahmud’a ve sürgünlere neden yardımcı olduğunun sebebi ortaya çıkar. İvanov’un babası Sergenyev de bir sürgündür ve Biysk’te komisere odacı yapılmıştır. İvanov üvey baba elinde büyümüş, soyadını bile ondan almıştır.
Öz babasının izini sürebilecek bir memuriyette olduğundan, nereye gönderildiğini bulur nihayet. O yüzden, Biysk’e küçük bir memuriyet isteyerek gönüllü olarak gelir. Bu, ona Sovyet Politbüro’su yanında itibar sağlamıştır. Öğrendiği bilgileri babası ve sürgünlerin ileri gelenlerine aktarmakta, bir nevi ajanlık yapmaktadır.
1940’larda Sovyet kuvvetleri, Alman orduları karşısında oldukça zor duruma düşer. Bütün ihtiyat kuvvetlerini, Biysk’teki Yarbay Karpatoviç’le ileri gelen çok sayıda subayı ve gönüllü Müslüman sürgünleri cephe hattına yollamak ister sistem. İvanov, bunların içinde kendisinin de olabileceği ihtimaliyle, bir vesile ayarlayıp Mahmud’a açılır.
O ana kadar sır olarak tuttuğu vaziyetinin, Sergenyev’in öz babası olduğu hakikatını Mahmud’un da bilmesini ister. Çünkü eğer cepheye gider de dönemezse, bir kişinin oğlu Piyer’e bir dedesi olduğunu, onun hemen yanı başında bulunduğunu söylemesini arzu eder.
Birkaç gün sonra Ali Atâ’yı revire sevk ettirmek için Mahmud, İvanov’la görüşür. O sırada Yarbay Karpatoviç’in , Müslüman sürgünlere harbe gönüllü gitmeleri için yaptığı ikna konuşmasını işitirler. Ona itiraz eden kimi gençler, Ali Atâ ve Sergenyev tutuklanır. Gündüz de sokağa çıkma yasağı ilan edilir.
Hamdullah Beg isimli ileri gelenin torunu Murad, Mahmud’lara gelir ve bu havadisi verir. Mahmud kararını vermiştir. Artık direnecek ve önceden “Azat Heyeti”nde görüştükleri “çıkış”ı yapacaklardır.
Dışarıda kalan sürgün ileri gelenleriyle beraber, garnizona görüşme bahanesiyle gidip orayı basacaklar, sonra da yarbayı önlerine katarak Moğolistan yoluyla Afganistan’a geçeceklerdir. Buna muvaffak olurlar ama Mahmud ve kayınbiraderi Gökhan Biysk’te kalmıştır.
Mahmud’un oğlu Abdulkerim büyümüş ve yetişmiş, Kızıllara karşı mücadele eden bir mücahit grubuna kumandan olmuştur, artık Abdulkerim Beg diye anılmaktadır. Sovyetlerce yapılan Karmal İhtilali kuvvetlerinin “mücahitler” karşısındaki bozgununu önlemek için, Kızıl Ordu Afganistan’a müdahele etmiştir.
Merkez mücahit komutanlığının emriyle Penşir aslanı lakaplı Şah Mesud, Hamdullah Beg’in torunu Murad Beg’le birlikte Talukan bölgesi komutanlığına atamıştır onu. Murad Beg saldırı stratejisini oluşturup Hindukuşların bir yamacındaki geniş kulübesinde, sakince yaşıyor görünüp hedef saptırırken, istihbarat toplayıp Abdulkerim Beg’le paylaşmakta, bir bakıma ona danışmanlık yapmaktadır.
Murad Beg, bir sonbahar akşamı yatsı namazını kılarken dış kapısı tekmelerle açılır. İçeriye üç Kızıl Ordu eri girmiştir. Silahları ateşe hazırdır. Selam verip duadan sonra gelenlerle tanışır. Biri Gökhan’ın torunu Cemaleddin’dir. Dedesinin arzusu istikametinde Kızıl Ordu’dan firar ederek, anayurtları olan Çeçenistan’a geçmek isteyen Cemaleddin’i, Abdulkerim’le görüştürmek ister. Çünkü Cemaleddin’de babası Mahmud’la ilgili bilgiler vardır. Cemaleddin, Mahmud’un şehadet haberini dedesi Gökhan’dan öğrenmiştir.
Murad Beg yine de Abdulkerim’le görüşmeden onları buluşturmaz. Hem istihbaratını, hem bu gelişmeyi, hem de nefes darlığının artması sebebiyle vazifeden affını istemek için Talukan Bölgesi Mücahit Komutanlığı ile istişarede bulunması gerektiğini düşünür.
Karargâha varmadan, oradan dönen Komutan İslam lakaplı mücahit kol kumandanına rastlar. İslam, gerçekten de Afgan Ordusu’nda subayken, durumun vehametini ve Sovyetlere satıldıklarını anlar anlamaz firar edip mücahitlere katılmıştır. Karargâha gelen ve Gulbeddin Hikmetyâr tarafından yollandıklarını söyleyen üç Peştun emirinin kafa karıştırıcı fikirlerle diğer komutanların zihinlerini çelmeye çalıştıkları haberini verip oraya çabuk varmasını ister Murad Beg’den.
Murad Beg karargâha ulaşınca adamların içeriden bilgi almaya çalışan suallerine şahit olur. Bunları önlemeye çalışsa da vaziyetin karmaşaya doğru gittiğini anlayıp susar. Abdulkerim Beg de ona temkinli olması için sâkin olmasını tavsiye etmektedir işaretle. Karargâhı terk edince, Abdulkerim Beg dışarıda, komşu mücahit grubu komutanı Mevlayâr’ın yaralandığını, onun yerine de kendisini uygun bulduğunu belirtir Murad Beg’e.
Murad Beg sağlığının müsaitsizliğinden bu vazifeyi, çevreyi bilen bir usta mücahitle Cemaleddin’e, gönül rahatlığıyla verebileceğini der. Abdulkerim Beg de başka çare göremeyince denemeye karar verir. Etrafı ve mücahitleri tanıyan Hayreddin ile Cemaleddin vazifelendirilir.
Mevlayâr’ın yanına yollanan Cemaleddin, sadece ziyarete ve yeni komutana danışmanlık yapmaya gittiğini sanmaktadır. Cemaleddin, kendisini karşılayan Hayreddin’in ağzından vazifesini öğrenince, elinde geleni yapmak için mücahit kuvvetlerinin nasıl konumlandıklarını öğrenmeye çalışır önce.
Kızıl Ordu’nun stratejisini zaten bilmektedir. Hayreddin’in de yardımıyla çevrenin imkânları ve mücahitleri kullanarak Talukan’ın çevresini Kızıllardan temizlemek için harekete geçer. Talukan etrafındaki yerli kabilelerin yardımıyla pek çok mevziyi ele geçirir. Bunda İslam’ın babası Vali yardımcısı Muhtar Beg’in de gizli yardımı tesirli olmuştur.
Muhtar Beg KGB tarafında deşifre edilmiştir, bunu sezince oğlu Sefer ve kızı Gülistan’ı İslam’ın denetimindeki emin topraklara yollar.
Mehmet Nuri BİNGÖL