Yazılan bu satırlar “ müdellel” (delilli) değil, hayat boyu zihnimize lutfedilen bazı müşahede ve hissiyatımızı aktarmak şeklinde olacak. Bu sebepten “müdellel” bir metin bekleyenlerden peşinen özür diliyorum.
Yıl 1975… Kimbilir hangi tecrübe imbiğinden süzülmüş düşüncelerle malum “mevkute” ve “malum neşriyat” “camia”mız tarafından “ünsiyetle” karşılanmıyordu her zamanki gibi...
Gençlik ve biraz da bahşedilen "kalem" kabiliyetten dolayı "yayım ehliyle” mesleğimiz arasında irtibat kurup sahabet ediyoruz- camianın bütün kimi gençliği gibi. Sonradan öğreniyoruz ki “malum” psikolojik çalışma ile “camiamız” gençlerinin çoğu ele geçirilip belli bir siyasi anlayışa payanda yapılıyor. “Aklı değil hissiyatı dinleyen” gençlik siyaset -bu şekilde- meydanlarına sürülüyor!
… Ağabey dediğimiz – sonradan, ilk devirde ifrat etseler de haklılıkları sonradan ayan beyan görülen- insanların rağmına tiraj çalışmaları, dergilerin alıcılarını –ama beyhude- arttırma gayretleri, neşriyatları sözlü ve yazılı tanıtma himmetleri gırla gidiyor.
1982’deki mezuniyetten sonra 6 aylık gazetecilik denemesinin (!) –bazı mazeret ve esbaptan bırakış ; onu da bir başka metinde anlatırım, inşaallah- ardından memlekete dönüş ve orada “tarafgirlik” rüzgarıyla sadece iki kişiyi bulmamız. Üçümüzün adı da Mehmet'ti. Şimdi biri Gaziantep’te, biri Kırşehir’de, biri de fakir…
Müfrit biri tarafından – sonra bir yerde karşılaşıp özür beyan eden birince- yalnız ve mekânsız bırakılışımız. O andan sonra “mekan”ımız baba evim. Bazen de sohbetlerimiz kırlarda, Karşıyakada ya da Orman Fidanlık’ta.
Ama ne safiyet, ne safiyet… Sohbetlerde gazete başyazılarını okutmalar, Zincirbozan’daki “fena ve fani” adamın mektuplarını tettebular(!)
Bu “sarhoşane” kafa Rahmetlik Özal’ın “özgürlükçü” ve “tabuları tenkide açıcı” beyanları ve Türkiye’nin istikrarını sağlayıcı Başkanlık sistemini “tartışmaya” başlatıcı edaları ile tuz buz olan “ danışıklı dövüş” bahanesi ile kararımız şu:
Risale’de verilen içtimai ölçüler her zaman galiptir; “meşveret” adı verilen, ancak lobi neticesi alınan kararlar, eğer Risale-Kur’an ve Sünnet’e uymazsa “muallel”dir, dinleyeni mesul eder.
İstanbul’daki tahsil yıllarımdaki malum mevkute için ifa ettiğim “gençlik heyecanları”nı zikretmeyi zait buluyorum.
Diyeceğim şu ki “Keser döner sap döner/ Bir gün de hesap döner.” “Saltanat”ını devam ettirmek için “bile bile lades yapan” organizasyon(!) “Dağdan gelip bağdakini kovamayacağını” öğrenecektir.
Zira “ İnsanların bir kısmını bir müddet ALDATABİLİRSİNİZ, ama bütün insanları her zaman ALDATAMAZSINIZ.”
…Ve “ Hakikatın bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.”
Muhterem Üstad “ Hakikat haktır, tahavvül etmez.” diyeli o kadar çok oluyor ki.