“Ve sen yine denendiğinde..
Ve yine kalbin daraldığında..
Ve yine bütün kapılar kapandığında..
Ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde..
Uzun uzun düşün.. Ve hatırla yaratanını!..
ALLAH kuluna kafi değil mi?" [Zümer Suresi - 36] Ayetinin emri, gönlü daralan; hatta ilmini edindikten sonra onları telif edebilmek için bekleyen Müslüman’a bir başka ilim alanıyla da alakadar olmasını tavsiye ediyor.
İmanı İhya Mektebi’nin temel eserler zincirinin beyanı da şu merkezde değil midir?
“Kur'ân-ı Hakîmin sırr-ı i'câz’ıyla hakîki bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu dünyada bir manevi Cehennemi dalalette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir Cennet bulunduğunu ispat ediyor; günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde manevî elim elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i şeriatın amelinde Cennet lezaizi gibi manevi lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalalete düşenleri o cihetle aklı başında olanlarını kurtarıyor.”
Kuran’ın mucizeliğiyle (pek çok tefsirden) biri olan Nur kitapçıkları (risaleleri) dünyada manevi Cehennem, imanlılar içinse manevi bir Cennet olduğunu gösterip günah ve haram lezzetlerdeki manevi acıları gösterip onları zararlardan koruyor demektedir Muhterem Müellif.
Bu devirde iki dehşetli hâl bulunuyor çünkü, ilki neticeyi düşünmeyen ve “bir dirhem” bugünkü lezzeti ilerdeki “bir batman” ebedî lezzete tercih eden insan bencilliğinin, yani “insan denen meçhul”un (Alexis Carrel) en büyük farikası “ehl-i sefaheti sefahetinden kurtarmanın yegâne çaresi”, bizzat o geçici lezzetinde elemini gösterip kalp ve nefsini ikna etmektir.
“İşte, Cenab-ı Hakka hadsiz şükürler olsun ki, bu zamanın yarasına tam bir tiryak olarak Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyanın bir mu'cize-i maneviyesi ve lemeatı bulunan Risale-i Nur, pek çok muvazenelerle en dehşetli ve muannit mütemerridleri, Kur'ân'ın elmas kılıncıyla kırıyor ve kâinatın zerreleri adedince Vahdaniyet-i ilahiyenin ve imanın hakîkatlerine hüccet ve deliller gösteriyor.”
*****
İmanı ihya mektebi temelde bir ideal. Her “gayatül gayat” gibi ona ulaşmada da sayılamayacak kadar “muzır maniler” vardır. İlk başta alışkanlık denen “ünsiyet”, sonra İslam cemiyeti içinde bulunduğumuzdan nefsimizin “ben bilirim” kibri, ardından ilim edinme ve tefekkürün (fikretme) gönlümüzce benimsenmeyip hem maddi olarak hem de moral yönüyle kıymetini bilememek; bu listeyi istediğimiz kadar uzatabiliriz.
Bir fikir hareketi ya da bir düşünce sistemi incelenirken ilkbaşta bazı temel umdeler ortaya koymalı ve bu kriterler çerçevesinde “mihenge” vurulmalıdır. Çünkü “tahkik ve ihlas mesleği” bunu emreder bize, “hakikatperestlik fedakârlığı” ( Kastamonu Lahikasıi s. 92) da bunu ister. “İmanı diriltme” hareketini bile “mihenge vurmadan alınmaması” ( Münazarat) ricasına dikkat edersek, metnin alt manasının ise İslami bir eserin “en büyük” mihenginin Kuran ve Hadisler olduğunu belirtmek olduğunu fehmederiz.
Nur kitapçıklarının oluşturduğu “külliyatın” müellifi Bediüzzaman Said Nursî 1910’da neşrettiği Münazarat eserinde, "Hiçbir müfsit ben müfsidim demez. Dâimâ sûret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez, ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz.” demektedir.9
Risaleler tebliğ metodu açısından Insan fırtatına tam uygundur.Bilenlerin malumudur.