Devamlı hatırlarım. N. Fazıl’ın bir ifadesi vardı Rapor IV’de. Diyordu ki, “Şimdiki pespaye hâlimiz sünnetten ayrılışımızın tersinden bir mucizesidir.”
O vakit, ilkbaşta “mucize” kelimesini ele alalım. Nedir mucize? Terim, ıstılahi manasıyla (konumuz olan asıl mefhum olarak) değil, kelimenin “sözcük” anlamı “insanı ve insanlığı tamamen aciz bırakan iş veya hadise” demektir.
Terim (ıstılah) manasını Türk Diyanet Vakfı’nın neşrettiği İslam Ansiklopedisi şöyle açıklamaktadır: “Peygamber olduğunu ileri süren kimsenin elinde doğruluğunu kanıtlamak, ispatlamak için Allah (cc) tarafından yaratılan harikulade olay.” ( TDV, İslam Ansiklopedisi, M maddesi)
Kelimenin aslı “acz” kökünden türeyen “muciz” biçimindedir. Sonradan arkasına müennes (dişil) he’si getirilerek “mucize” diye söylenegelmiş, eskilerin deyişiyle “iştihar” etmiştir.
“Mucize” kelimesi, bu şekliyle Kur’an’da geçmese de “aciz kalmak, güçsüz bırakmak, Allah’ın ayetlerini yalanlamak amacıyla yarışmak” manalarında yirmi bir ayette geçmektedir. ( Wensinck, el-Mu’cem; “acz” maddesi)
Ehli, bilir bunu; biz sadece hatırlatalım: Mu’cize Kur’an-ı Kerim’de “âyât” kelimesiyle ifade edilir.
Bu, tefsirlerden biri olan Nur risalelerinde ise “Ayat-ı kevniye” şeklinde beyan edilir. Kâinattaki her varlık bir ayet, yani mucizedir; Rabbulalemin’in varlık ve birliğine birer delildir.
Mevzumuz olan mucizenin ıstılah, terim manasına geçmeden önce aklıma gelen birkaç olayı hatırlatarak devam edeyim: Hz. Salih (as)nin dişi devesi (A’râf, 73), Hz. Musa’nın (as) asası ve pırıltılı eli ( A’raf, 106), Hz. İsa’nın (as ve kelimullah) vesilesiyle gösterilen olağanüstühadiseler, Resullulah (asm)in duasıyla vuku bulan bine ulaşan (Hüseyin-i Cisri) mucizeleri; bilhassa Ay’ı duası ve parmak işaretiyle iki parça etmesi, Kudüsü Şerife yaptığı gece yürüyüşü, orada bütün Nebi ve resullere imam olduktan sonra semalara olan mi’racı...
Zikredilen bu hadiseler Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde sarih biçimde bulunmaktadır. Sadece mi’rac bile hadis ve siyerde mutlak hakikat hâlinde açıkça zikredilmiştir; o da manevi tevatürle...
Tevatür ve manevi tevatürle sabit bir hadisi inkar küfrü gerektiren bir hâldir. Bu mucizelerin kimi beyyine, kimi burhan, kimi sultan, kimi de furkan kelimeleriyle ifade edilmiştir. Hadislerde ise peygamberliğin mucizevi delilleri “umumiyetle” ayet kelimesiyle dikkatlere sunulmuştur.
Reformist -İslami litarütürde ehli bid’a- ve isminin önünde prof. titri bulunan kimilerinin “mucize” kelimesi Kur’anı Kerim’de geçmiyor diye itirazları ve bu bahaneyle “tek mucize Kur’an’dır” demelerinde hiçbir haklılık payı yoktur.
Bu hata veya kasıttaki yanlışlık, “selef-i salihin” denen, bir kısmı da Peygamberimiz’den (asm) ders almış -İbn-i Abbas, Enes Bin Malik gibi...- selef tefsircilerinin izahlarına kulak tıkamalarıyla sanki Kur’an, hemen bugün kendilerine inmiş gibi bir hadsizlik sergilemektedirler.
Halbuki kadim tefsir usulü ve Nur risalelerinde (kitapçıklarında) şöyle denmektedir:
“Ehadis, Kur’an’ın hakiki müfessiridir.”