Elif Öğretmen yazarı romancı Hüseyin YILMAZ'a İthafen
Ceddimiz, bütün Batı kaynaklı Haçlıların korkulu rüyasıdır. Bazen Selahaddini Eyyubi (Rhm)’ın orduları tarafından kendi topraklarında muhasara altında ecel terleri dökmüşlerdir.
Bin yıl bu kâbustan kurtulmaya çalışan Batı, savaş meydanlarında elde edemediği zaferi, dessas plânları asırlara yayıp geçmiş nesillerimizi tembellik ve ahlâksızlık tuzağına düşürüp, teknolojik hamleler yapıp öne geçer, meseleyi “namertçe” halletmeyi düşünür.
1915-1916’da Çanakkale de müttefikleri ile beraber İngiliz, Osmanlı'nın geniş topraklarından Çanakkale’ye gelen 250 bin civarındaki şehidimizin kanında boğularak , son bir mağlubiyetle geri çekilmişler...
Yaklaşık iki yıl sonra cihân savaşının mağlûbu İngiliz'in, başşehrimiz İstanbul’u ellerini kollarını sallayarak işgal etmesiyle, nihayet bütün emellerini gerçekleştirecek fırsatı da yakalamıştır. Anadolu neredeyse bütünüyle işgal altına girmiştir.
"Milli Mücadele dediğimiz, hakikatinin ne olduğu bugün bile geniş kitlelerin meçhulü olan savaş, Yunanlılara karşı verdiğimiz savaştır. Milletin en yorgun ve ümitsiz bir zamanda verdiği bu mücadelenin neticesinde Yunan orduları mağlûb şekilde ülkelerine geri dönerler." ( H. Yılmaz)
Bu deve dişi gibi işgalci ülkelerin müttefikleri Yunan’a niçin destek vermedikleri, bu gün de büyük bir sırdır; tarih kitapları yazmaz!..
Halbuki Yunan ilerlemesi karşısında Meclis, çaresizlik içinde Ankara’yı Kayseri’ye taşımayı bile müzakere etmiştir. Basit bir İngiliz desteği Yunan için kesin galibiyet olurdu, ama İngiliz bu desteği vermez. ACABA NEDEN???
İngiliz, elini kolunu sallaya sallaya girdiği İstanbul’dan tek kurşun sıkmadan güle oynaya çıkıp gider; üstelik devir teslim merasimi ile…
"Ve kimse dönüp sormuyor ki, İngiliz İstanbul’u işgal etmek için iki yıl önce Çanakkale’de 200 bin civarında ölüyü niçin vermişti? İstanbul’u işgal etmek İngiliz için bu kadar hayatî idiyse, tek kurşun sıkmadan niçin işgale son verdi? Babasının hayrına İstanbul’u bize bırakmış olamayacağı aklın tabiî ve zarurî gereği ise, İstanbul’dan daha kıymetli, daha büyük İngiliz’e ne verdik?" ( H. Yılmaz)
Cumhuriyet devrine Batılı bir ülke olarak başlamamızın, içtimaî ve ferdî hayatımızın alt üst oluşlarının çok tabiî olduğu söylenebilir mi? Bu ülkede ebediyen iftihar edilebilecek cedlerini inkâr eden nesillerin yetişmesini akıl kabul edebilir mi?
18 yıldır başlayan, halkları müslüman ülkelerinin nisbi uyanışı Batının eski korkularını kamçılıyor. Habis bir blok gibi SİSİ darbesine destek vermelerinin sebebi de budur, Esed rejiminin devamını istemeleri de, bu “milli” hükumetin İsrail Muhibbi krallarca sıkıştırılmak istenişi de…
Ama işin kader planına bakınız ki, en zor günlerinde İslâm dünyasının bu büyük ve oyun kurucu ülkesi Mısır, yanında sadece Türkiye’yi bulmuştur. Bunun ne kadar büyük bir kazanç, hikmet yüklü bir kaderî plân olduğunu zaman gösterecektir.
Hiçbir darbe, hiçbir entrika İhvan’ın daha güçlü bir şekilde dönüşünü engelleyemez. Ve İhvan geri geldiğinde yaklaşık bir asır önce Batılılarca dağıtılmış İslâm Birliğinin temelleri zor günlerin bu göz kamaştırıcı dostluğu üzerinde yükselecek, Türkiye-Mısır mihverinde İslâm dünyası büyük birliğini kuracaktır.
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bir asır önce görüp, yaklaşık bir asır sonra geleceğini müjdelediği “fecr-i sâdık” inşallah başlamış olacaktır.
Korkuya, karamsarlığa, ümidsizliğe dünyamızda yer yok; “ümidvar olunuz!..”
Korkmayınız, kader hâkimdir. "El hakkı ya'lu vela yu'la aleyh...( Hak yücedir, ondan yüce bir şey yoktur.) değil mi?